Paranız varsa toprak alın. Artık üretmiyorlar. -Mark Twain |
|
||||||||||
|
Ahmet Haşim '..ilkokul sıralarındayken arasında kaldığımız dört duvara ne çok köşe sıkıştırmıştılar?haşlanmış patates kokulu sınıfımda,hayal dünyamda kendine yer bulabilmiş tek köşe:mevsimler köşesi..dört mevsim,dört duvar arasında,dört ayrı tabloya resmedilmiş..dört taraf mevsim;dört tarafta farklı bir rüya.dört adımda,dört ayrı mutluluğa uzanabildiğim zahmetsiz yolculuklara çıkardım..işte o dört duvar arasında,hiç dört duvar arsında olduğumu düşünmedim...dört duvar arasında,dört ayrı iklimle,düşle koyun koyunaydım çünkü.' -Oğlum dersin yok mu senin?! -Yaptım anne ben dersimi ya!Top oynamaya gidiyorum.. -İyi geç kalma,terleme,dikkat et kendine!Kardeşini de götür. Biri benden bir şey istemeliydi..Çok severdim birinin benden bir şey istediği zamanları.Kardeşimi de götürürdüm.Kardeşim top oynamak için küçüktü.Belki o da oynamak isterdi,canı çekerdi.Ama buna müsaade edemezdim,sırf onu düşündüğüm için;küçüktü,bir yerine top gelebilirdi.Kenarda oturmalıydı.O da pek istemezdi oynamayı;ve böylece biri benden beni zor durumda bırakacak bir şey istememiş olurdu.Küçük kardeşim kenarda otururdu. Deli gibi,ölümüne bir mücadeleyle,bıkmadan,yorulmadan alacakaranlık çökünceye kadar top oynardık.Alacakaranlık çöktü mü bir başka olurdu.Akşam ezanı okunmaya başladığında,küçük,terli ve eve geç kaldığını geç öğrenmiş çocuklar olarak,soluk soluğa bir köşeye yığılıp kalırdık.Küçük gözlerimize küçük ter damlacıkları yuvarlanır;yanan gözlerimizi küçük,kirli yumruklarımızla ovuştururduk.Çok mikrop kapardı gözlerimiz.İnip kalkan küçük göğüslerimizden yükselen hırıltılar,uzun kavak ağaçlarının hışırtılarına karışırdı.Dikkatle diğer çocukları izlerdim.Alacakaranlık çöktü mü değişirdi çocuklar.Hepsi çirkinleşirdi.Tülden ince bir karanlığın arkasından,sanki bana garip hareketler yaparlardı.Beni gösterip gülerlerdi sanki.Öyle şeyler olurdu.Anlamazdım.Gözlerimi açarak daha iyi görmeye,anlamaya çalışırdım.Yüzleri karmaşıklaşırdı,uzardı.Uzayan yüzlerinin orta yerine hiç aşina olmadığım bir sinsilik yerleşirdi.Gölgeleri çoğalırdı.Bir köşeye sıkışırdım bu gölgelerin arasında.Bu sıkıntılı alacakaranlığı,bir baykuş;gagasıyla,pençeleriyle,çığlıklarıyla yırtardı.Çok bağırırdı baykuş,çok korkardı bizim çocuklar.Gölgeleri kaçışırdı çocukların,rahatlardım.Çok severdim baykuşları.Baykuşlar,çocukların üzerinden o tülden ince karanlığı çekip alırdı.Baykuşlar gelince hiç bir şey yapamazdı çocuklar.Kontrolü ele geçirirdim.Gözleri endişe içinde,benim,gidelim,diyebilme ihtimalimi,kollardı.Çok gülerdim çocuklara:kıh,kıh..Alacakaranlık çöktü mü bir anlığına değişirdi her şey.Güzel olurdu.Severdim alacakaranlıkları.Eve dönerken görürdüm,balkonlarda fesleğenler olurdu.Geçtiğim sokaklar fesleğen kokardı.Balkonlarda yaşlı teyzeler olurdu,kehribardan tespihlerle dualara tutunurlardı.Zardan bir sis olurdu;üfler,yırtardım:püf,püf!!..Koşardım,çok koşardım ben alacakaranlıklarda.Baykuşlarla yarışırdım,bağırırdım:piu,pi-pi-ri-piu!!piuu! … Dersle,okulla pek ilgim olmadığından,ödevleri maç sonraları,ayaküstü,çocuklara sorardım: -Öğretmen ne ödev verdi? -Yeşilay köşesi için yazı,Kızılay zarfı var,para konulacak,Atatürk köşesi için şiir bulunacak,ezberlenecek… -Mevsimler köşesi için yok mu ödev? -Yok. ..en çok sonbahar tablosunu severdim.kurumuş,uçuşan yaprakların arasında top oynayan neşeli çocuklar.arkada bacası tüten,minik,şirin bir ev.evin bahçesinde bir ayva ağacı.yaşlı bir teyze,torunlarıyla beraber,ağaçtan topladığı ayvaları,mahalledeki çocuklara dağıtıyor.. Hiç ders çalışmıyordum,varsa yoksa top.Ders çalışmak bir zorunluluk;sevimsiz,ağır bir yüktü.Elbette birileri ders çalışmamı istiyordu.Kalbi,sıcak,samimi bir istekti hem. Ama ne olur birileri benden ders çalışmak dışında bir şeyler istesin,derdim.Top oynardım ben,ders çalışmak neymiş.Birileri benden kendileri için gol istemeliydi.Herkes için bir gol atmalıydım.Ders çalışmamı kimse görmezdi çünkü.Ama top oynarken başka şeyler olurdu.Ders aralarında alt sınıftan tanımadığım çocuklar gelir,bana ismimle hitap ederlerdi.Geçen maçta beni izlediklerini,çok beğendiklerini anlatırlardı.Bu iltifatları hayatım boyunca bir daha hiç duymadım;duyduysam da duymazdan geldim.Hiçbiri o günlerdeki gibi samimi gelmiyordu belki;ben anlayamadım belki...Belki bunun için top oynuyordum.Azıcık da şöhreti tattığım için oynuyordum galiba.Topçu olmaya dair düşler kurmadım hiç;kimse de gelip,senden topçu olur,demedi.Hatta bundan kaçtım hep.Bir gün seçmeleri vardı belediye takımının.Kasaba mezarlığının arkasındaki top sahasına koşa koşa gittim.Takımlar kuruldu.Seçmelerde en küçük bendim.Hepsi benden üç beş yaş büyüktü.Hatta koca koca adamlar da vardı.Eşek kadar adamlar vardı.Bense,kara,kuru,çiroz bir şeydim.Beni,kel,göbekli antrenör bek oynamakla görevlendirdi.Tribün diye yapılmış,otuz kırk kişilik barakanın tepesine klüp yöneticileri,ellerinde sigaralar,tünemişti.Heyecanlanmıştım.Ben gol atmalıydım,bek oynamak zoruma gitmişti.Uçmalıydım ben,Bolu Bey’inin atları gibi rüzgarı yırtmalı,rüzgarın önünden koşmalıydım.Bizim takım çok kötüydü.Sürekli karşı takım oynuyordu.Haliyle sürekli karşı takımın ileri uç elemanlarıyla samimi pozlar veriyordum klüp yöneticilerine.Kimse göbekli,kel antrenörü dinlemiyordu.Herkes kendini,tribündeki yöneticilere ispatlamak için yarışıyordu.Bu yüzden çok tekmelediler beni,çok ezdiler.Eşek kadar herif utanmıyor el kadar çocuğu ezmeye,diye,kocakarıların görüp söyleyebileceği türden replikler fısıldıyordum kulağıma.Ki,buğulansın gözlerim biraz.Ki,canım yansın,biraz kendimi savunabileyim.Çünkü çok savunmasız kalmıştım saha ortasında.Futbol böyleydi işte,acımasızdı.Çok geçtiler önümden.Çok gol attılar önümden geçip.Sonra geçtikleri yerden tekrar geçip,tribüne doğru çok sevindiler.Manda kafalı,kamyon kafalı klüp yöneticileri çok el salladı gol atanlara,çok kahkahalar fırlattılar sahaya.Çok yalnız ve çaresiz hissettim sahanın ortasında.Sahanın üzerine çöken,yan taraftaki mezarlığın sessizliğinin üzerinde epey bir tepişildikten sonra,seçmeler yapıldı.Seçilemedim.Garip bir ruh haliyle normal yoldan değil,mezarlığın içinden,evin yolunu tuttum.Alacakaranlığa yakalanmıştım yine.Seviyordum alacakaranlığa yakalanmayı.Alacakaranlıkta,mezar taşlarını seçmeye çalışıyordum.Hızlı hızlı isimleri okuyordum.Kimine dua ettim,kimini geçtim.Bilemiyordum,sonra kararsız kalıp,dönüp geçtiklerime de dua ettim.Çok sessizdi burası.Zaten alacakaranlıkta pek görünmüyordu sessizlik.İki yavru sincap hoplayıp zıplıyordu,yaşlı meşe ağaçlarının, yorgun,kuru dallarında.Sonra bir kör yılan kıvrıldı,mezarların üstünden.Yılanlar zaten kör olurdu.Kim öğretmişti bana bu gülünç türü:Kör yılanı?!Hiçbir yere gidesim yoktu.Kıvrılıp yatasım vardı çimenlerin üzerine.Dualarla çıktım mezarlıktan.İyi ki seçilmemiştim,dedim.Seçimleri sevmiyordum.Ben topçu olacağım demedim ki zaten. Bir süre pek bir şey hissetmedim seçmelerden sonra.Hem seçilmedimse seçilmedim.Beni izleyenler vardı.Yine eski takımıma dönmüştüm.Mutluydum.Okul dışında,varsa yoksa toptu.Ama okulla da aram pek iyi değildi.Çalışmasam da,karnemde beni zor durumlara sokacak neticeler olmazdı.Hatta sınıfın kalburüstü öğrencilerinden biriydim.Buna rağmen öğretmenle sürekli tartışıyorduk.Nedenini bilmiyorum.Beni sürekli eleştirirdi. Bir gün bizim öğretmen tahtaya kaldırdı birkaçımızı.Soru banaydı: -Ağzımızı bir açıp kapamayla ortaya çıkan sese ne denir? -…? -Mesela ayy-vaa!!Bu kelimede iki tane var.Söyle bakalım? -…? Bilmiyordum.Gözüm mevsimler köşesine takıldı.Sonbahar tablosundaki ayvalara.Öğretmen: -Geç otur yerine!Top oynamaktan sıra gelirse biraz da ders çalış ders!Bu konuya çalış!He-ce!Neymiş efendim,hep beraber,heee-ceee!! Hep beraber söyledik.Ama ben bütün gün yalnız ağladım.Çok mahcup olmuştum.Yalnız,tek başıma mahcup olmayı sevmezdim.Herkes yakalardı mahcup tavırlarımı,aksaklıklarımı.Çok basit bir şeyi bilememiştim.Teneffüste alaylar,dalgalar,gırla.Bunalmıştım.Bilmediğim veya bir an dalgınlıkla hatırlayamadığım şeylerle sınanıp;o bilmediğim şeylere çalışmamın istenmesi saçma diye düşünürdüm.Böyle şeyleri unutmuyordum ki ben!Bu yeni bir öğrenme tekniği olabilirdi.Birilerinin önünde,bilmedikleriniz;sizin sevdiğiniz,vakit ayırdığınız şeylerle kıyaslanıp,kafanıza vurulduğunda,bu bir yerlerde kalıcı izler bırakıyor.Unutulması zaten mümkünsüz.Ama heceye çalışmam istenmişti.Buna ne diye tekrar çalışayım ki,diye düşünürdüm.Bu da bir istekti gerçi.Ben istekleri severdim.Ama bu istediğim gibi bir istek değildi.Emirdi bu.Başkaydı işte..Çabuk unuttum bu olayı.. Ertesi gün top oynamaya dönmüştüm yine. Bir gün öğretmen beni bir köşeye çekti.Böyle yapma,dedi.Çalış,dedi.Senin kafan çalışıyor,adam olur senden,dedi.Top,top,nereye kadar,dedi.Seni şehre okula yazdırırım,daha iyi okullarda okursun,dedi.Daha çok şey dedi.Bir şey demedim.Çok da anlamadım söylediklerini.Ertesi gün sınıfta bir duyuru yaptı.Bilgi yarışması var,dedi.Biz de katılacağız,dedi.’Beyin’ Takımı’na beni de almak istedi.Katılır mısın,dedi.Birileri benden samimi bir şeyler istemeliydi.Çok severdim birilerinin benden içten bir şey istemesini.Katılırım,dedim. Çok sevindiğini söyledi.Ben çok sevinmedim.Sonra ekledim,benden ve arkadaşlarımdan çok şey beklemeyin,dedim.Tamam,dedi.Çalışmalar başladı.Müdür gidiyor,geliyor,bizi kontrol ediyor.Müdürün kalite kontrollerini alıyoruz her gün: -Eferim,eferim!Devam devam!! Gün geldi çattı.Biz küçük bir kasabanın ilkokul öğrencileriydik.Şehre yarışmaya gidiyorduk.Bilgi yarışmasına.Öğretmenin eski bir arabası vardı.Ona doluştuk.Öne oturdum.Öğretmen kasetçalarda bize,ah bir ataş ver,cigaramı yakayım,türküsünü dinletti.Sonra sigarasını yaktı. -Heyecanlanmayın!Rahat olun,süreleri iyi kullanın.Ne vaaa yaa?Ne olmuş yani,insanız. Biraz da arkada oturan öğretmen arkadaşına dert yandı: -Ya Allah seni inandırsın,öyle sorula vaa ki,biz bile çözemeyoz hocam.Allah’tan arkada çözümleri vaa.. -Pek tabi hocam.dedi arkadaki,arkadaki çözümleri bilen bir edayla.. Çok gülmüştüm öğretmene içten içe:pıh,pıh.. Salona gelince hepimizi heyecan sarmıştı.Oturacağımız,yarıştırılacağımız masalar dizilmişti.Masaların üzerindeki kartonlara okullarımızın isimleri yazılmıştı.Müthiş organizasyon!Kim ne kadar dayanabilecek,bilecek,başaracak.Fetiş:Başarı fetişizmi!Beşer kişilik takımlar yerlerini aldı.Diğer okullar,şehirli okullardı.Şehirli okulların hepsi yarışmaya gelmiş diğer okullara çiçek verdi,başarılar diledi.Biz elimiz boş gelmiştik.Biraz mahcup olmuştuk sanki.Severdim topluca mahcup olmayı.Topluluğun arasına karışır,gizlenir,yüzüm kızarmaz,sorumluluktan kaçardım böylece.. Önümüzde bir öbek çiçek.Renkli baraklara sarılmış:hışır,hışır.Çiçekler önümüzü kapattı.Kimseyi göremez olduk.Sonra hademe kılıklı biri aldı çiçekleri,yere koydu.Kahverengi camlı gözlükleri olan,kıvırcık,şişman bir bayan yarışma şartlarını okudu.Kazanan,seçkin,bilgili ve akıllı okulumuz bölge yarışması için İstanbul’a gidecekti.Hafif çapta,yanıp sönen cinsten bir heyecan dalgası daha yaşadık İstanbul’u duyunca.Yarışma başladı.Sümüklü Mesut vardı takımda.Sonradan gelmişti okulumuza.Şehir görmüş bir hali vardı. -Mesut anlarsın sen böyle toplantılardan..dedim. Burnunu çekti: -Bir kere katılmıştım. Mesut,her şeyi mutlaka bir kere yapmıştı.Onun için hiç bir şey Mesut’u heyecanlandırmazdı.Ben de bezgin sayardım kendimi.Ama ondaki bezginlikle yarışamazdım.Beni birçok kez evine davet etmişti.Oyuncaklarım var oynarız,demişti.Hem annem yemek yapacak,seni de davet etti,derdi.Mesut’la Mesut’ların evine giderdim.İçeriye girmek bir türlü nasip olmadı.Camdan girmeye çalışırdık.Ne zaman gitsek kapıda kalırdık.Mesut annen nerde,derdim.İşte,gelir birazdan,derdi.Saatlerce Mesut’un annesini beklerdik.Ben gidiyorum Mesut,hadi gel sen de,derdim.Tamam sen git,birazdan gelir annem,derdi.Mesut’un hiçbir zaman çözemediğim gizemli bir yanı vardı.Alacakaranlık bastırırdı.Hadi Mesut,gel bize gidelim.Mesut hiç gelmezdi.Sabahlara kadar annesini beklediğini düşünürdüm.Hiç ağlamadığını düşünürdüm.Mesut’u severdim.Gizemli olmasını severdim.Sümüklerini de severdim Mesut’un.. Sorular havada uçuşuyor.Takım olarak çok fena durumdayız.Taze kan lazım,ha Mesut,diyoruz.Mesut sorulara eğiliyor.Mesut’un burnundan yeşil bir solucan da sorulara eğiliyor.Arada Mesut’a: -Mesut yıka şu sümüklerini,herkes sana bakıyor.dedim. Alınmadı Mesut.Alınmazdı Mesut.Her şeyi bir kere duymuştu aynı zamanda.Herkes Mesut’a bakıyordu.Sonra yanındakilere,bize,bakıyordu.Biz sümüklünün yanındakiler oluyorduk.Sonra okulun adı sümüklüler okulu oluyordu.İnsan hayatında mutlaka,bir kere de olsa yanındakinin herhangi bir şeyinden utanır.Biz de bir kereliğine utanmıştık Mesut’tan.Bir soru gidiyor,diğeri geliyordu.Halimiz içler acısı.Mesut ve solucanı da pek varlık gösteremediler.Matematik sorularında herkes ayrı bir cevap buluyordu.Süre dolunca,çaresiz,ben eminim diyen birinin cevabını söyledik.Hiç emin olamadım.Zaten hiç doğru cevabı da bulamamıştık.Böyle olunca ben,maç yapsak perişan ederiz biz bunları demeye başladım,soru çözmek yerine.Maç yapmadık,perişan olduk.Mahcup,sonuncu ve sümüklü olarak köyümüze döndük.Diğer okulların yarışma öncesi bize ilettikleri başarı dileklerini ve çiçekleri inekleri olan bir arkadaşa verdik. Bilgi yarışmasının yankıları çok sürmedi.Ama koca kafalı müdürümüz bize bir süre,her sabah yaptığı konuşmasında geniş bir yer ayırdı.Tüm okulun önünde bizi göstererek,bizimle övündü.Bize,işte gazilerimiz,dedi.Sınıfımıza gelip gelip bize sorular sordu bir süre.Bize uzun nutuklar çekti.Bu kadar da olmaz ki,dedi.Sonuncu da olunmaz ki,dedi.Utanıyorum sizden,dedi.Bu konu çok uzamadı,kapandı.Bilgi yarışmasına bir daha katılmadık,oldu,bitti. Bilgi yarışmasının yankıları arasında yaşamımıza devam ediyorduk.Eleştiriler ağırdı;yükleniyorduk çaresiz.Uçurtmalara bağlayıp,uzaklara salıyorduk eleştirileri.Gerçekten.Abimin arkadaşı Ahmet uçurtma yapardı.Bir tane de biz sipariş ettik.Kırmızı jelatinler verdik Ahmet’e.Bize çok güzel bir uçurtma yaptı.Herkesin bir uçurtması vardı.Boş bir arazide sabahtan akşama kadar uçurtma uçuran çocuklar vardı.Yeni bir sosyal statüye kavuşmuştuk.Ara sıra bana da izin veriyorlardı uçurtmayı tutmam için.Çok heyecanlanırdım.Ama bir türlü rahat bırakmazlardı: -Ba şimdi,ba ba selam verdiricem..Hoop!Gördün mü la,nası selam verdirdim?!Öyle oluyo işte.. Çok az bir süre tutmama izin veriyorlardı zaten..O zamanın tamamını da uçurtmaya çeşitli atraksiyonlar yaptırıyorlardı,bana öğretmek için..Ben de safça seyrediyordum.Çok sevmiştim kırmızı uçurtmayı.Bir gün yine kalabalık bir uçurtma şenliğinin arasında bulmuştum kendimi.Ahmet’i gördüm.O da uçurtmasını uçuruyordu.Ahmet’in yanına gittim: -Ooo,ne kadar yüksekte uçurtman.. -Evet.. -Güneşe gitse ne olur bu uçurtma? -Yanar,yanar.. -Yanar mı?.. -Yanar tabi ulan,ne sandın! -Vay anasını!?Sen daha fazla salma ipi iyisi mi.. Uçurtma güzel bir şeydi.Heyecanlanırdım.Nazlı nazlı selam verirdi.Ne bileyim işte.Sarılırdım,severdim,kuyruklarını okşardım.Sesi vardı kuyruklarının:şıkır,şıkır. Bir gün Ahmet’in elinde bir jilet gördüm.. -Ne yapacaksın o jileti?dedim. -Uçurtmanın kuyruğuna bağlayacağım.O da gidip diğer uçurtmaların ipini kesecek!He-heh! -Niye,ne zorun var diğer uçurtmalarla? -Bu iş böyledir,eğlencesi böyle olur.. Çok açıklama yapmadı Ahmet,acelesi vardı.O zaman uçurtmaların kuyruklarının sesi değişecekti biraz:kıtır,kıtır.. Biraz sosyalleşmeye başlamıştım.Bir uçurtma,bir top,bir uçurtma,bir top..Bir gün yine top oynamaya gittim.Kardeşimi de götürmüştüm.Ama o yine oynamadı.Oynatmadım yine.Mevsimlerden sonbahardı.Yine alacakaranlık çökmüştü.Kardeşimin elinden tutup,bacası tüten,şirin evimizin yolunu tuttum.Yolumuzun üzerinde Ömer’lerin evi vardı.Ömer’i pek tanımazdım.Öylesine selamlaştığım bir çocuktu.O güne kadar hiç fark etmemiştim,Ömer’lerin bahçesinde kocaman bir ayva ağacı varmış.Birden mevsimler köşesinin sonbahar tablosunun içine girivermiştim.Ömer ve birkaç arkadaşı ağaçtan kopardıkları sapsarı ayvaları büyük bir neşe ve iştahla dişliyorlardı.Ağaç sapsarı,kocaman ayvaları taşımaktan yorulmuş,kollarını yana bırakmıştı;neredeyse yıkılacaktı. Alacakaranlıkta ayvaların yüzleri uzuyordu,garip hareketler yapıyorlardı sanki bana.Kardeşim: -Ne güzel ayvalar,abi bir tane de benim için kopartsana? Biri benden bir şey istesin,dayanamazdım.Çok severdim birinin benden bir şey istediği zamanları.Bu en büyük mutluluktu benim için.Bu bana olan inancın meyvesiydi.Bir merhabaya karşılık,bir merhaba bile benim içimde,benim bile farkında olmadığım bir takım hisler uyandırırdı.Belki güven,belki gurur..İçimde çıktığım gezmelerde bazen rastlardım bu duygulara.Vicdani bir rahatlık ferahlatırdı ruhumu.Birileri benden bir şey isteyecekse ille de alacakaranlıklarda istemeliydi.Ne olur ne olmaz,gururumu kibrimin kollarına kaptırabilirdim.İşte o zaman,tülden ince karanlıklar bedenimi,ruhumu sarıp sarmalar ,kibrimi gizlerdi.Evet birileri benden bir şey istemeliydi.Bu benim de sayılmamdı.Benim de görülmemdi.Bu benim de bir beklentinin öznesi olmamdı.Bu bir yerlere ilişebilmem için büyük bir fırsattı.Benden istenilen şeyi yapabilirsem iyi bir kardeş olabilirdim mesela.Mesela hayırlı bir evlat veya iyi arkadaş olabilirdim. Ömer’i çok iyi tanımazdım.Kardeşimin elini bırakıp Ömer’in yanına gittim. -Ne haber Ömer?dedim. -İyilik.dedi -Siz de koparın ayvalardan,bak,bir sürü var.demedi. -Ben..dedim.Bir tane ayva koparabilir miyim? -Olmaz!dedi. -Niye?Bir tanecik..Ben istemem,kardeşim için,ne de olsa küçük,canı çekmiştir.. İş ciddiye binmişti.Buradan bir ayvayla dönmezsem beklentileri boşa çıkaracaktım.Birileri benden bir şey istemişti.İyi,güvenilen bir kardeş olabilme yolunda ciddi bir engelle karşı karşıyaydım. Her şeyin ötesinde,bu,biraz da canı ayva çeken küçük bir çocuk için verilen bir mücadeleydi.Gurur,saygınlık,her şeyi bir yana bırakıp yalvarmaya başladım: -Küçük çocuk,canı çekmiş işte,ne olur bir tane kopartsam? -Olmaz!Ninem izin vermiyor!! -…!? Hayatımda hiçbir şey için bu kadar ısrar etmedim.Ömer inatçı,sevimsiz,bencil.Onu orada,tekme-tokat,dövebildiğim kadar dövmek istedim.Ninesi çıktı,beni kovaladı.Müthiş bir mücadelenin ardından yenik düşmüştüm.Terlemiştim ..Ömer geri zekalıydı.Buna karar vermiştim.Öküz gibi suratıma bakan,ağızlarını şapırdata şapırdata ayva yiyen,umursamaz,sinir bozan arkadaşları da geri zekalıydı.Namusuna göz diktiğim,çok ahlaksız tekliflerde bulunduğum bir genç kızın verebileceği tepkilerle üstüme çullanan;yetişemediği için arkamdan beni yakalamak istercesine,bir kement gibi,hayatımda hiç duymadığım küfürler savuran ninesi de en geri zekalılarıydı.Bir ayva için yemediğim küfür kalmadı.Alacakaranlığı yanıma,birinin benden bir şey istemesi durumunda şayet kibirlenirsem,kibrimi örtmesi için almıştım.Ama Ömer ve arkadaşlarının ağız şapırtılarını susturmuştu sadece.Ne bileyim işte,bir ayvayı çok görmelerini çok önemsiz göstermişti.Alacakaranlık başka şeyleri örtmüştü.İyi çocuklardı işte onlar.Ayrıca alacakaranlıkta çocukların yüzleri,kolları yine uzuyordu.Ayva ağacı bir deve;bir sürü kolu,sarı sarı bir sürü gözü olan bir deve dönüşmüştü.Arkamdan koşan nine,alacakaranlıkta,eski zaman büyücülerinden biriydi.Savurduğu küfürler,alacakaranlıkta, bazen bir oka,bazen bir yılana dönüşüyor,ayaklarıma dolanıyor.Düşüyorum,yuvarlanıyorum. Alacakaranlık neler gördü.Çok utandım.Ama bir şey demedi alacakaranlık.Bana arka çıkmadı.Ne bileyim..Alacakaranlık benim dışımda herkesin eksiklerini,çirkinliklerini,çaresizliklerini gizledi.Terleyen,kızaran yüzümü;hırsımdan yaşaran gözlerimi,gözümden düşecek gibi olan göz yaşlarımı gizlemedi..Oysa ben böyle zamanlarda hep alacakaranlıklara saklanırdım.Baykuşlar hele.Onları hiç affetmeyeceğim!Bu sefer yırtmadılar hiç bir şeyi;bozamadılar bu korkunç oyunu.Ne bileyim,korkmuştum.Böyle olmazdı hiç.Alacakaranlıklarda korkmazdım ben.İnce bir tüldü,hafif bir karanlıktı.Sevebilmiştim,korkmadan.Büyücü nineden kaçınca,aklıma mevsimler köşesinin sonbahar tablosu düştü.Sonra içimde bir yerlerde bir tel koptu.Ben bir şey yüklenmiştim.Onu hatırladım.O kopan telin bir daha tamir olamayacağını o an anlamıştım.Bunlar bir yana ben birinin isteğini de yerine getirememiştim.O ne olacaktı.Bir daha hiçbir isteği yerine getiremeyeceğimi düşündüm.Hırsımdan yine gözlerim yaşardı,dişlerimi sıktım,dudaklarımı ısırdım.Kardeşime yüzümü dönemiyordum.Bir süre öylece kaldıktan sonra ıkına,sıkına kardeşimin yanına döndüm. -Geri zekalı Ömer ayva vermiyor!dedim. Ömer’i tanımıştım artık.Başka bir yerde anlatırsam,başka bir zaman Ömer için,Ömer’i pek tanımazdım,demeyecektim. -Olsun abi.dedi kardeşim. Bu,o an hayatımda duymak istediğim belki de tek şeydi.Olsun abi.Olur abi.Hiçbir şeyin veremeyeceği bir huzuru doldurdu içime.Gerçekten çok şaşırılması mı gereken şeyler miydi olanlar,yoksa ben mi çok büyütmüştüm?Alacakaranlık mı büyütmüştü olanları bu kadar?Neydi?Biraz daha sakinleşince,biraz kuvvet buldum.Yine birilerinin benden bir şey isteyebileceğini düşünmüştüm.Gene saygınlık,gurur,falan ,evet dur artık! -Ama ben sana bulurum ayva,üzülme.dedim. -Tamam abi.dedi,elimi tuttu. Kardeşimin elini sıktım,sıktım.Belki kendimi affettirmeye çalışıyordum.Ne bileyim,bir el bu kadar el sıkılır mıydı?Güçlüyüm ben,döverdim o çocukları.Ama üzülüyordum,dövemiyordum.Acımak nasıl bir şeydi?Masumiyetti karşımıza çıkan .Ağlamalarına dayanamıyordum.Dövsem,döverdim.Hem alacakaranlıkta kim görecekti?.Merak etme bulacağım ben sana ayva..Bak bunların hepsi birbirine karıştı.Alacakaranlıkta cümleler,kelimeler birbirine karışıyordu.Sana yalan söylemiş de olabilirim.Bilemezdim.Belki ayva bulamazdım.Belki hiçbir zaman yerine getiremedim istenilenleri. Yürüyüp eve gittik.Çok canım sıkılmıştı.Nasıl olurdu?Bir ayvayı neden paylaşmamıştı bu insanlar?Bu soruları sadece birilerinin istekleri karşısında çaresiz kaldığım için sormuyordum.İçimi yakan başka bir şey vardı ortada.Özenmek,pipisi şişmek..ucundan kopartıp vermeli..özenir..bir kere ısırsın bırak..bir tane de çocuğa versene kardeş,pipisi şişecek vallahi.Aklıma daha manalı şeyler gelmeliydi.Neydi?İnsanların canı bazen bir şey çeker..bazen canı çektiğiyle kalır.Daha kötüsü,canı bir şey çekmişlerin yanında canı bir şey çekmişlere hiç yardım edemeyenler çok üzülüyorlardı. Çok düşünmüşüm bunu,farkında olmadan çok anlatmışım.. -Oğlum,deli misin sen?Bu kadar düşünülür mü bu.. Ayva mı yok memlekette,al ayva..Hart,hurt… -Oğlum boş ver,döveriz o Ömer ibnesini,ayvaları da haşat ederiz.Yeter ya,kendine gel! Öyle değildi kardeşim.Orada olmayanların konuşması yanlış olmalıydı.Yasaklamalıydım.Orada,o alacakaranlıkta çok yalnız kaldım ben.Alacakaranlıklar bana hiç yardım etmedi.İlk defa üşüdüm ve korktum alacakaranlıklarda.Hem her tarafta ayva vardı,biliyordum.Ama o an bana o saniye içinde bir ayva gerekiyordu.Bulamadım.Çok bunaldım.Başka şeylerden konuşmak istedim.Geceleri uyuyamadım,alacakaranlıklarda uyanabildim.Hep alacakaranlıklarda konuştum.Kırılmıştım,ama yine de severdim alacakaranlıkları.Alacakaranlıklarda, düşüncelerimi hafif bir esintiye bağlayıp bırakmak,salmak çok zaman aldı.Çok sonraları yine güvenebildim alacakaranlıklara.Güneşe kadar saldım ipin ucundakileri. -Yanar mı abi.. -Yanar tabi ulan,ne sandın! -Yansın ulan! … Top oynamaya,aldığım darbelere rağmen,tekrar dönmüştüm.Çocuk kafası işte,unutuyordu.İnsanlara öyle geliyordu.Ama insanlar öğrenmeliydi.Çocuk kafası,daha iyi resimler çiziyordu hafızasına. Ödevleri,alacakaranlıklarda,çocuklara sormaya devam ediyordum. -Ne ödev verdi öğretmen? -Yeşilay köşesi için yazı,Kızılay zarfı var,para konulacak,Atatürk köşesi için şiir bulunacak,ezberlenecek… -Mevsimler köşesi için yok mu ödev? -Yok.. -Tüh be! -Bir de kartondan ev teslim edilecek. .. Kartondan ev teslim edilecek.İlkokul hayatım boyunca el becerisi isteyen hiç bir şeyi doğru düzgün yapamamıştım.El işinden kağıdından resimler yaparız,en kötüsü benimki.Kibrit kutusundan çerçeveler yaparız,en kötüsü benimki..Uçurtma yaparız,benimki uçmaz.Kartondan ev yaparız,en kötü ev benim evim.Boyasız,ruhsuz olurdu evim;bahçesi bakımsız olurdu benim evimin.Ama Şirin’in öyle değildi.Her şeyi başka olurdu Şirin’in.Çok temizdi Şirin.Tertemizdi.Annen seni her sabah yıkayıp ta mı gönderiyor,her sabah çamaşır suyuna mı basıyor seni,diye sorardım.Gülerdi.Çok güzel gülerdi Şirin.En temiz önlüğü o giyerdi.Ayakkabıları,yakası,saçları her şeyi muntazam,temizdi.Mis kokuluydu.Severdim Şirin’i.Göçmen kızıydı Şirin.Bembeyaz elleri vardı.Bembeyaz dişleri vardı..Bembeyaz konuşurdu.Hafif kekelerdi.Çok severdim kekelemesini.Ben de kekelerdim Şirin’in yanında.Ne yaparsak yapalım,en güzelini Şirin yapardı.Ne zaman kartondan ev yapsak,en güzelini Şirin yapardı.Rengarenk kartonlarla boyardı onu.Bahçesine ağaçlar dikerdi.Pencerelerine perdeler çekerdi.Çok beğenirdik Şirin’in evini.İçine girip,ömür boyu orada yaşamak isterdik.Hep sevdim Şirin’i.İçten içe.İçten içe sevmeyi çok severdim Şirin’i;ah,ah!..Şirin’e hiç söyleyemedim sevgimi.Evlenmek isterdim Şirin’le. … İlkokulu neredeyse bitirmek üzereydim.İyi bir okula seçilebilmek için seçme sınavlara girmiştim.Yine seçmeler çıkmıştı karşıma.Sevmezdim seçmeleri.Kan beynime sıçrardı seçmelerde.Sinirlerim bozulurdu!Anlatamam,çok kötü konuşurdum.Evdekiler benden başka şeyler bekliyordu.Ben bunun pek farkında değildim.Sınava son bir yıl kala,son bir ay kala,son bir gün kala.Ders çalışmak gerekiyormuş,tekrar yapmak gerekiyormuş,dinlenmek,dikkatli olmak gerekiyormuş.Tüm sene boyu,alacakaranlıklara kadar top oynadım.Sınavı kazanamadım.Gene seçmediler beni.Evde bir tartışma koptu.Çok üzerime geldiler benim.Nasıl kazanamazmışım?Tabi,toptan başka bir şey düşünmezsem olacağı buymuş..Şimdi ne olacakmış? Ben kasabada okumaya devam etmek istediğimi söyledim.Katiyen olmazmış!Ne münasebetmiş?Buranın beni eşkıya yapacağı anlaşılmışmış..Sonra çaresiz,kabul ettim.Beni kasabadan biraz uzak olan şehirdeki bir okula yazdırdılar.Kasabadan birkaç arkadaşla gidip gelmeye başladık. İlk hafta çok sıkıntılı geçti.Kasabadan arkadaşlarla ürkek adımlarla okulun bahçesinde turlarken,yanımıza çok kısa boylu,çok kocaman kafalı,çok kıvırcık saçlı ilkokul önlüklü bir çocuk yanaştı: -Kimsiniz ulan siz? -…?! -Kime hava yapıyorsunuz?! -…?! -Abi deyin ulan bana!!Abi deyin! -…?! Çok fena olmuştum.Hiç bir şey yapamadık,düşünemedik,korkamadık bile.Sevmezdim fena olmayı.Fena olunca aklıma düşen tek tablo,mevsimler köşesinin sonbahar tablosuydu.Bazen çok acıtırdı.Olay çok uzamadan,abi dedik;oldu,bitti.Çevremize toplanmış kalabalık,keyiflerini ellerinden aldığımız için yüzlerini buruşturdu.Beni çekingenliğim çok uzun sürmemişti.Hep böyle olurdu.Çok sıkıldığım,çok sıkıntıya düştüğüm zamanlarda hep beni kurtarmıştı.Hep ona sığınmıştım,topa.Sabahları biraz erken gelip,dersler başlayana kadar top oynamaya başladım şehirli çocuklarla.Beni aralarına aldılar. Burada da çok geçmeden minik hayranlarım olmuştu.Çok sevindim.İşin bu kısmı çok eğlenceliydi.Ama derslerde pek başarılı değildim.Yine çalışmıyordum.Derslerim bu sefer beni zora soktu.Sinir bozucu bir Türkçe öğretmenim vardı.Bana kafayı takmıştı.Çalışmıyormuşum.Çok sıkıştırıyordu.Bizi diğer sınıflarla beraber bir sıralamaya koyacakmış.İyilerimizi seçecekmiş.Görecekmişiz.Tehditler,şantajlar..Böyle istek mi olurdu..Böyle istekleri yerine getiremezdim.İyilerimiz,seçmek.Yine seçmek!Çıldıracağım!Seçilmek istemiyordum artık!Çok fena küfürler biriktiriyordum seçmekle,seçimle,yarıştırmakla kafayı bozmuşlara!Seçilmekten yorulmuştum.Birileri gelip beni seçiyordu.Henüz ben daha hiç kimseyi,hiçbir şeyi seçememiştim.Adil seçimler olmuyordu.At hırsızı suratlı Türkçe öğretmeni yeni,seçilmişlerden oluşmuş bir sınıf kurdu.Seçilemedim.Ama bu seçilemeyişte haksızlıklara uğramıştım biraz.Ders bir:Köylü çocuk,şehirde hakkını nasıl arayacak?Bir arkadaşımın annesi öğretmendi.Seçme lafı çıktıktan sonra arkadaşımın annesi sık sık okula gidip gelmeye başladı.Arkadaşım sık sık müdürün odasına gidip gelmeye başladı.Kulisler yoğundu.Gün geldi,çattı.Karneler verildi.Arkadaşın karnesine baktım,benim karnemden kötü.Ama arkadaşı seçilmişlerin,beni seçilememişlerin sınıfına gönderdiler.Kulisler sonuç vermişti.Ders birin karne notu:Çaresizliğe saplanmış bir sessizlik. Bunu çabuk unuttum.Çok iyi bir arkadaş bulmuştum kaybetmişlerin sınıfında:Volkan.Dünya yansa umurumda değildi.Bir tek Volkan olsun,yeterdi.Volkan temiz,tertemiz bir çocuktu.Şarkılar söylerdik.Hayaller kurardık.Konservatuara gidecektik.Her şeyi dalgaya alırdık. Volkan’la sabah akşam beraberdik.Top oynardık.Bir gün bir maç sırasında bir karışıklık oldu.Volkan’la karşı takımlardaydık.Bir tartışma çıktı: -Korner ulan işte,senin ayağına çarptı,görmedin mi? -Senden çıktı kardeşim.. Bir süre itiştik Volkan’la.Sonra Volkan’ların kalecisi,şişman çocuk geldi,bana okkalı bir tokat patlattı.Çok fena olmuştum yine.Ağlamaklı,bıraktım maçı.Volkan arkamdan koşturdu,hiç konuşmadım.Çok yalvardı Volkan.Volkan’la daha sonra hiç konuşmadık.Derin bir yalnızlığın içine düşmüştüm.Çok sıkılmıştım.Top oynamak bile içimden gelmiyordu.Çünkü top uğruna en sevdiğim arkadaşımı kaybetmiştim.Çok şey kaybetmiştim.Çok sonraları bir arkadaşımız bizi barıştırdı.Ama çok zaman kaybetmiştik.Hep böyle olurdu.Her şey için çok zaman kaybeder,her şey için çok geç kalırdım. Günler öylece geçti,gitti. .. Çok mu geç kaldık öğretmenim!?Sanki hep öyle oluyor!Ben çok geç kalıyorum söylemek için içimdekileri.Ya da içimdekiler birer sonbahar mahsulü gibi,belki bir ayva gibi,geç olgunlaşıyor.Öyle olunca,bir şeyler söyleyemeyince,sessiz kalınca,geç kalınca haksızmışım gibi oluyorum.Böyle zamanlarda aklıma mevsimler köşesinin sonbahar tablosu düşüyor.Böyle zamanlarda çok yüksek yerlerden,uçurumlardan çok derin yalnızlıklara yuvarlanıyorum. Öğretmenim,he-ce-le-ri alt alta,yan yana koydum.Anlayamadım bu işi!Bu kadar köşeye ne gerek vardı.Bu kadar seçime de sınava da hiç gerek yoktu.Herkes kendi seçmeliydi istediğini. Ödevlerin hiç birini yapmadım!Yeşilay köşesi için bir şey söyleyemem,çok sigara içiyorum artık öğretmenim.Ama Kızılay zarfına ayva kabukları koydum.Canı ayva çeken çocuklar,yiyemeseler de koklasınlar,ayva nasıl kokuyor,bilsinler.Öğretmenim,birilerini yaşama hazırlamak çok zor,biliyorum.Öyle sorular var ki bu hayatta,bazen ben bile çözemiyorum.Arkada çözümleri de yok!Mevsimler köşesini ben beğeniyorum öğretmenim,o kalsın.Ama gerçekçi de olsun tablolar.Çok iyi çocuklar olmasın sadece tablolarda.Kötü şeylerde olsun,hazırlıklı olalım.Ne yapacağız öğretmenim?Haksızlık olduğunda ne diyeceğiz?Bu kadar köşeye hiç gerek yoktu.Şimdi anlıyorum,çok sıkışmışım o köşelerin arasında.Canımız bir şey çektiğinde onu kibarca nasıl isteyeceğiz öğretmenim?Birileri bizden bir şey isterse nasıl paylaşmalıyız öğretmenim?Paylaşmak nasıl olur öğretmenim?Bu kadar köşeye ne gerek vardı öğretmenim?Bu senin suçun mu öğretmenim?Sadece sen mi suçlusun?Mevsimler köşesi kalsın öğretmenim,sandalla mevsimlerden mevsimlere yolculuklara çıkalım yeniden.Arada bir de kaldıralım,benim şiirlerimi asalım.Atatürk köşesine de ayva temalı bir şiir yazdım.Bilmem ne kadar olmuş?. Ayva Ne zaman ayva yesek, Kamaştırır dişlerimizi, Mevsimlerden sonbaharda da olsak. Bulabilir miyiz artık o eski düşlerimizi?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Alper AKARSU, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |