..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Düşünce dilden, dil düşünceden doğar. -Platon
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Sevgi ve Arkadaşlık > CANER TEK




6 Ağustos 2008
Biricik  
CANER TEK
Ümit, hayatın en önemli parçasıdır...


:BDDJ:
Sıradan bir günün getirdiği rutin hayatın devamıydı o günde. Sabahın ilk ışıkları ile başlayan yaşam koşuşturmasında o gün bir şeyler eksikti. Bir sıkıntı vardı insanların üstünden atamadıkları. Belki de yıllarca atamayacakları. Sabah mahmurluğudur diye düşünüyordu herkes. Ama bu farklıydı. İnsanlar çözemedikleri bu korkuyu içlerine atarak, sevdiklerine daha sıkı sarılarak, sanki daha görmeyecekmiş gibi, sanki bir daha geri gelmeyecekmiş gibi, kimseye hissettirmemecesine sarılıp, öpüp işlerine gittiler. Gün içinde defalarca aradılar evlerini, sevdiklerini…
Korkuyu gün içinde bir türlü atamadılar. İçlerindeki sıkıntı giderek büyüdü. Çalışmanın getirdiği yoğunluk da unutturamadı bu korkuyu. Gün ışığı bile farklı yansıyordu yeryüzüne. Doğanın dengesi bir tuhaftı. Çiçekler boyunlarını bükmüş, güne bakanlar güneşi takip etmiyordu. Kuşların huzursuzluğu uçmalarından belli idi. Delicesine bir oraya bir buraya gidiyorlardı. Kafasını kaldırıp göğe bakanlar ancak farkına varıyordu bu dengesizliğin.
Akrep ve yelkovanın yarışı devam ediyordu, eskisine göre yavaşlamış bir şekilde. İlerleyen zaman içinde öğle saatlerine gelinmişti. Kimse hala atamamıştı üzerindeki ağırlığı ve huzursuzluğu. Bir nedeni olmalıydı. Akıl sır ermeyen bir gündü bu gün. Hayat yine de devam ediyordu tüm hızıyla, yavaş ve sıkıntılı olsa bile.
Uzaklardan gelen misafirler vardı. Onlar yer değiştirmenin verdiği bir sıkıntı diyorlardı içlerinden. Ama doğada bir değişim vardı. Gün ışığı biraz daha soluk gibiydi. Herhalde buraların özelliği olsa gerekti. Loş bir odada yana ışık misali idi güneşten gelen aydınlık.
Çocuklar oyunlarına hiç bıkmadan devam edip günü yaşıyorlardı. Onlar için değişen bir şey yoktu. Her zaman ki gibi bir gündü işte oyun peşinde koşulan.
Gün ilerledi…



Bu kasvet içinde sevdiğine, aşkını haykırmak istedi, onu ne kadar sevdiğini, kavuştuğu güne şükrederek aradı aşkını. Sesini duymak bile onu rahatlatacaktı.
Telefona uzandı aceleyle…
Aklına kazılı olan numaraları hızlıca çevirdi…
Karşıdaki telefonun çalma sesini duyuyordu. Daha da heyecanlandı. Bir an önce aşkının sesini bekliyordu.
Telefonda gelen ses ile irkildi.
Nereden geliyordu bu ses, anlık bir kararla bir müddet dinlemek istedi. Sanki cennetten geliyordu nazik, ince, insanın içini kıyan …
Telefondan “ Alo… Alo, kimsiniz, cevap verir misiniz” ?
Dili tutulmuştu sanki biraz önce sabırsız olan adam sesi dinliyordu, dili tutulmuş, kelimeler çıkmıyordu dudaklarının arasından. Bir an kendini topladı.
“ Aşkım mm” diye bildi sadece…
Her şey anlatıyordu sesinin tonu.
“ Sesini duymak sana bir daha seni çok sevdiğimi haykırmak istedim,
Tanrıma şükürler olsun, seni bana bağışladığı güne, aşkım. Dünyanın bu yanlışları içinde tek sensin benim doğrum, SENİ ÇOK AMA ÇOK SEVİYORUM” dedi…
Telefonun diğer ucundan kırılgan, mutlu, titrek ve ağlamaklı bir şekilde
“Ben de, ben de seni seviyorum aşkım” dedikten sonra
“ Ne oldu bir aksilik mi var, bir şey mi oldu yoksa” diyerek korkusunu dile getirdi güzel kadın.
Adam o günün kasveti içinde sevdiğinin cennetten gelen sesini duymak istemişti sadece.
“ Hayır, seni ve sesini özeldim, içimden bir anda seni aramak geldi, bir aksilik yok, seni özlüyorum, senden uzakken” dedi.
Genç kadın, hoşuna giden bir ifade ile memnuniyetini bildirerek aynı ifadeleri genç adama söyledi.
Belki bu telefon konuşmaları birçok defa tekrarlanmıştı. Ama o gün biraz farklıydı nedense. O günün verdiği kasvettendi herhalde.
Adam telefonu kapattıktan sonra oturduğu koltuğa sırtını dayadı. Ellerini boynunun arkasına atarak, geçmişi düşünmeye başladı.
Ne zor yıllar geçmişti sevdiğine kavuşana kadar. Yaşadıkları zorlukları düşündü. Her defasında tam kavuştuk dediklerinde bile bir aksilik oldu hayatlarında. Tam 6 sene geçmişti. Birbirlerine kavuşmak için bekleyerek. Ama işte sonunda kendi hayatından bile daha çok sevdiği genç kadına kavuşmuştu adam.
Onu hiç yalnız bırakmayacaktı.
Söz vermişti.
Her şeyden daha değerliydi çünkü.
Hayatından bile…
Böyle bir sevginin karşısında ne durabilirdi ki zaten.



Genç kadın evinde, gelen bu telefondan sonra çok daha mutlu ve huzurlu akşam kocası geldiğinde onu daha da mutlu etmek için en güzel yemekleri hazırlamaya koyuldu. Kocasının sevdiği yemekleri yaptıktan sonra, duşa girdi. Duşuna aldı. En güzel kokularını sürdü. Saçlarını bir kuaför edasıyla en güzel şekli ile yaptı. Yatak odasındaki aynanın karşına geçti, makyajını tamamladı.
Salondaki yemek masasını, itina ile hazırladı. Özenle süsledi masayı. Mumları, şarap bardakları, desenli peçeteleri… Hazırladığı sanat eserine şöyle uzaktan bir baktı. Daha da mutlu oldu. İçinden şükretti bu günlerine. O da çok sıkıntılar yaşamıştı hayatı boyunca. Ailenin tek kızı idi. El bebek gül bebek yetiştirilmişti. Tek çocuk olduğu için hayatın acılarından ailesi hep uzak tutmaya çalışmış, ancak bu ona bir baskı olarak yansımıştı. Daha sonraları ailesinin yaşadığı şansızlıklarla o da payını almıştı hayattan.
Aşkını bulduktan sonra çok mutluydu. Üniversiteyi bitirip bir müddet çalışmıştı. Ama bir türlü alışamamıştı çalışma hayatına. Belki ileride tekrar denerim diyerek evine döndü. İleri ki günlerde evinde özel ders vermeyi planlıyordu. Bilgi ve birikimlerini küçük beyinlere aktarmak istiyordu. En çok da çocuğunun olacağı günleri hayal ediyordu. Dünyanın en iyi annesi olacaktı. En büyük hayali buydu genç kadının. Tüm bunları düşünürken, pencereye doğru yaklaştı. Pencereden evin karşısındaki yolu seyretmeye başladı.
Havadaki o sıkıcı kasvet hala devam ediyordu. İnsanlar yolda yürürken bile yüzlerinden okunuyordu. Evinin penceresinde seyredenken açıkça görülebiliyordu. Yoldan geçen araçlara bakıp, eşinin gelmesini bekliyordu.
Sokağın karşısındaki bakkalı seyrediyordu.
İçeri eli boş girip dolu çıkanlar…
Seyyar satıcalar geçiyordu bağırarak…
Çocuklar günün sonu yaklaşırken okuldan yorgun evlerine dönüyordu.
Bir saat sonra hava kararacaktı. Kolundaki saatine baktı. Aşkının eve gelmesine çok az kalmıştı. Mutfağa doğru yöneldi. Hiçbir şey eksik olsun istemiyordu. Her şeyi tekrar kontrol etti. Memnuniyetle mutfaktan dışarı çıktı, eksik bir şeyi yoktu. Salondaki üçlü koltuğa oturdu, elbisesinin kırışmamasına özen göstererek. Televizyonu açtı, kanallarda gezinmeye başladı. Müzik, belgesel, haber programları derken eski bir Türk filmine takıldı. İçindeki sevginin ve aşkın filmi seyrederken daha da canlandığını hissetti. Gözleri doldu filmdeki yaşananlara. Kendini koydu karakterlerin yerine seyrederken. Aşkını arayan bir kadındı artık televizyon ekranında. Elinde olmadan gözlerinden yaşlar dökülüyordu, hiç farkında olmadan. Kendini televizyona iyice kaptırmıştı ki zilin sesi ile irkildi. Koşarak kapıya yöneldi. Kapının yanındaki elbiseliğin aynasından kendine baktı bir an, gözlerindeki yaşı gördü ve hızla silmeye çalıştı. Zil tekrar çaldı. Kapıyı heyecanla ve özlemle açtı.
Karşısında duran aşkının boynuna sarıldı bir anda. Ne olduğunu anlamadan. Sanki Türk filmi burada bitmiş gibi. Adam şaşkın ve biraz da korku ile bir şey mi oldu diye sordu genç kadına. Gözlerindeki yaşı silerken.
“ Yok, yok bir şey”
“ Film seyrediyordum sadece, seni çok özlediğimi hissetim” dedi
Ve peşinden
“ Seni Çok Seviyorum” diyerek…
Genç adam üzerindeki şaşkınlığı atıp, aşkına büyük bir sevgi ile sarıldı,
“ Bende, ben de Seni Çok Seviyorum Biricik” dedi. İçindeki büyük sevgiyi anlatamasa bile.
“ Ne kadar güzelsin bu akşam” dedi Biriciğin güzelliğine bakarak.
Genç Kadın,
“ Sana bu akşam sürprizim var, hadi yemek hazır, sen de hazırlan gel” dedi. Genç adama.
Büyük bir merakla yatak odasına gidip, üstünü değiştirdi, hazırlandı.
Bir müddet sonra genç kadının bulunduğu salona geldiğinde eşinin hazırladığı sanat eserini gördü. Yüzündeki mutluluk okunuyordu, eşine, aşkına tekrar sarıldı,
“ Ne kadar güzel olmuş” dedi gördükleri karşısında dili tutulmuş bir şekilde.
Genç kadın biraz utangaç, biraz sevinçli beğendin mi dedikten sonra
“ Senin için hazırladım, dilerim seversin” dedi ve sonra masaya oturdular.
Genç kadının özenle hazırladığı birbirinden güzel ve lezzetli yemekleri yerken her biri gün içinde yaşadıklarını anlattı sevdiğine.
Yemeğin sonuna doğru genç adam emin ve ağır adımlarda masadan kalkarak salonun diğer ucunda bulunan müzik setine doğru yöneldi. Düğünlerinde ilk danslarını ettikleri müziği çalması için seti çalıştırdı. Ve aşkına doğru elini uzattı sevgiyle.
Genç kadın hiç tereddüt etmeden elini uzattı, o da sevgi ve aşkla, yanağını sevdiğinin göğsüne yasladı şarabın verdiği keyifle. Genç adam sevdiğini kollarında seyrediyordu.
Okyanuslardan gelen esintinin ferahlığını, dağlardan esen rüzgârın kokusunu alıyordu aşkının teninde.
Gözlerinde yeşilin en derinini görüyordu.
İnci gibi itina ile dizilmiş dişleri,
Kiraz dudaklarını seyrediyordu.
Ellerini ipek saçlarının arasında dolaştırıyordu.
Ve tüm bunları hissederken korkuyordu aslında. Bir gün, bir gün bir şey olursa sana, nasıl yaşarım düşüncesi içinde korkularını körüklüyordu içinden. Anın tadını yaşamak için sevdiğini daha da çok kavradı kollarında. Hiç bırakmayacak gibi. İki beden tek vücut. Ne kadar çok seviyorlardı birbirlerini. İkisi de aynı düşünceler içinde dakikalarca anın tadını çıkararak dans ettiler. Ayaklarının altında idi tüm dünya. Çok yukarılardan seyrediyorlardı dünyayı. Beyaz bulutların üstünde iki melek gibi uçarcasına, mükemmel bir uyumla dans ettiler, dans ettiler.
Zaman, sanki onlar için durmuştu, akmıyordu.
Müziğin sesinin bitmesi ile genç adam aşkının kiraz dudaklarına bir buse bıraktı teşekkür ederek.
“ Beni bu kadar çok sevdiğin için, mutlulukların en güzelini yaşattığın için,
Aşkım, seni çok seviyorum, Allah’ım seni benden, beni senden hiç ayırmasın” dedi.
Genç kadın üzerindeki tüm duygusallıkla ona aynı şekilde cevap verdi.
“ Hiç ama hiç” diyebildi sadece.
Aslında söylemek istediği ne kadar çok şey vardı. Ama dudakları kilitlenmiş gibiydi. Titredi dudakları, birkaç kelime söylemek istedi. O anın verdiği duygusallıkla hiçbir şey çıkmadı dudaklarının arasından. Kelimeleri yan yana getirip söylemek istediği cümleleri söyleyemedi. Gözleri her şeyi anlatıyordu aşkına. Çiğ düşmüş gibi hafif ıslak bakışlarla baktı, bir daha, bir daha…
Gözlerinden sevdiğinin kalbine inen bakışlarla anlattı aşkını.
Öylece bıraktılar her şeyi olduğu yerde. Artık saatler ilerlemişti. Yatak odalarına geçtiler. Ne kadar güzel bir gece idi. Birbirlerine tekrar teşekkür edip, tenlerinin kokusunu hissederek, sarılıp yattılar.
O günün verdiği kasvet sevgileri ile yok olmuştu. Aşklarının verdiği huzurla, rüyalarında bile birbirlerini görerek uyuyorlardı…



Uykularının en güzel saatlerinde yakaladı onları o uğursuz günün kasveti.
Yer, beşik gibi sallanıyordu.
Evin duvarlarından gelen acı çığlıklar ile uyandılar.
Allah’ım nasıl bir sesti bu.
İnsanı çıldırtacak gibi çığlıklar atıyordu doğa.
Yer kopuyordu.
Ne olduğunu anlayamadılar gelen seslerden, bir anlam vermiyorlardı uykunun verdiği sersemlikle. Duvarlar bir o yana bir bu yana sallanıyordu. Bir anda genç adam sevdiğine
“Kalk hadi aşkım, kalk, acele et” diyebildi sadece…
Büyük bir gürültü ile her şey yerle bir oldu aniden. Onları koruyan duvarlar artık yerinde yoktu, onları sanki sonsuzluğa götürecek araç olmuşlardı.
Sevdiğinin elini tuttu genç adam bir an.
Ve elinden kaydı gitti o büyük çığlıklarla.
Çıkan sesler kulakları sağır ederek, her şey yerle bir oldu bir anda.
Tüm yaşadıkları gözünün önünden şöyle bir geçti genç adamın, ama aşkının yüzü hiç aklından gitmiyordu.
Son bir bakış, son bir öpücük kondurmak istedi, elinden kayıp giden aşkına.
Ama o karanlıkta aşkını ve kendini kaybetti, gözleri kapandı.



Genç adam sevdiği ile hala bulutların üzerinde beyazlıkların içinde mutlulukla dans ediyordu, dünya ayaklarının altında. Onu yıkıntıların içinde bulunlar bir anlam veremediler. Genç adamın yüzü gülüyordu. Yaşayıp yaşamadığını kontrol ettiler. Sevinçle, kurtarma ekibindeki diğer arkadaşlarına haber verdiler. Bir kişiye daha ulaşmışlardı, canlı olarak. Ne büyük bir mutluluktu. Bir can daha kurtaracaklardı. Genç adamı uyandırmak istediler. Ama uyanmak istemiyordu adam, sanki olanları biliyormuş gibi. Gözleri kapalı hala sevdiği ile dans ediyordu.
Genç adamın sevdiğinin yüzü kaybolmaya başladı. Kendine geliyordu ama kendine gelmek istemiyordu. Artık yoktu aşkı kapalı gözlerinin önünde. Çaresiz, yavaşça açtı gözlerini. Kurtarma ekibindeki adam
“ Merhaba, hoş geldin tekrar dünyaya” dedi. Sevinçle…
Genç adamın ağzından sadece,
“ Biriciğim, aşkım” çıktı.
Ve bayıldı.
Gözünü açtığında nerede olduğunu çözmeye çalıştı.
Sağlık çadırının içinde olduğunu bir müddet sonra anladı. Zorlanarak yerinden kalktı. Vücudunda ezikler vardı, onun dışında hiçbir şeyi yoktu genç adamın. Çadırdan dışarı çıktığında her yerin yerle bir olduğunu gördü. İstemsiz gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Farkında bile değildi. Birden kulaklarına o hayatının sonuna kadar unutmayacağı çığlıklar geldi, irkildi. Hızlı adımlarla bir görevli aramaya başladı. Kurtarma ekibinden birine rastladı, nerede olduğunu buranın neresi olduğunu öğrenmek istedi. Doğduğu, büyüdüğü yerin yabancısı olmuştu. Görevli genç adamı çadırına götürmek istedi ama ikna edemedi. Başaramadı. Genç adamın dudaklarından,
“ Biricik nerede, aşkım nerede” kelimelerinden başka bir şey çıkmıyordu.



Bir müddet sonra genç adam nerede olduğunu öğrendi ve evinin, aşkının olduğu yere doğru yöneldi. Yakındı bulunduğu yere. Ama yön bulmak çok zordu, her yer yerle bir olmuştu. Yıkık binalardan seçerek evinin bulunduğu sokağa geldiğinde gözlerine inanamadı.
Oturduğu ev ortadan ikiye ayrılmış bir yarısı ayakta, bir yarısı yıkılmıştı. Yatak odalarının yarısı duruyordu, bunu olduğu yerden görebildi, yaşlı gözlerle bakarken. Bu bölgede çalışan kurtarma ekibini aradı. Kimse yoktu. Etraf kendi imkânları ile yakınlarını, oturdukları binaların yıkıntılarının içinden kurtarmaya çalışan insanlarla doluydu. Kimileri bağırıyor, kimleri yardım istiyordu. Büyük bir karmaşa hâkimdi her yerde. Çaresizliğin hüküm sürdüğü bu cehennem de olmaktansa ölmek daha kolay geliyordu genç adama. O da yıkıntılara doğru yöneldi. Zamandan haberi olmadan. Saat kaçtı, kaç gün olmuştu. Ne kadar zamandır uyuyordu. Hiçbir şey bilmiyordu. Ama bildiği tek şey Biriciğini oradan bulup çıkartmaktı. Tek ve en büyük arzusu buydu…
Saatlerce kendi başına, toz, toprak ve taş yığınlarını bir yerden bir yere attı. Ara sıra avazı çıktığı kadar bağırıyordu
“ Biricik, Biricik…” diyerek acı ve büyük bir üzüntü ile.
Bu sesi duyanlar, genç adamın haykırışlarından ne kadar acı çektiğini anlayabiliyordu. Ayakta kalanlar sağ salim yakınlarına ulaşmaya çalışırken hava kararmaya başladı. Ama hala hiçbir şey yoktu. Sanki yer herkesi içine çekmişti.
İnsanlar yardım çığlıkları atıyordu. Ama o kadar hazırlıksız yakalanılmıştı ki. Gecenin bir yarısında, uykularında. Allah’ım ne büyük bir acıydı bu.
Tüm bu uğraşlar içinde genç adam yıkıntılar arasında uğraşıyordu. Zaman kaybetmek istemiyordu. Bir an önce aşkına Biriciğine kavuşmak için çabalıyordu. Gücünün tükenmeye başladığını hissediyor ama pes etmemeye çalışıyordu. Tüm acılarını unutmuştu.
Bir an eline takılan şeye dikkatlice baktı. Bir bez parçası idi bu. Çekerek taşların arasından aldı. Elindeki bez parçasını inceledi ve isyanını haykırdı tüm dünyaya. Genç kadının yemekte giydiği, yatarken üzerinden çıkardığı en güzel elbiselerinden bir tanesi idi bu. Daha birkaç saat önce Biriciğin kollarında dans ederken giydiği elbise idi. İsyanı kat kat artarken, ümidi de gitgide azalıyordu. Tırnakları kan içinde idi. Neredeyse eti çıkmıştı taşları kaldırırken tırnaklarının. Bu nasıl bir güçtü nasıl bir acı idi hiçbirşey hissetmiyordu. Hırsını taştan ve topraktan çıkarırcasına elinden bir gece yarısı uçup giden Biriciğine ulaşmaya çalışıyordu acılarını bir tarafa koyarak.
Yıllarca aklında hiç çıkmayacak sesleri duyuyordu etraftan, bağırarak sesleniyorlardı,
“ Kimse Var mı, Kimse var mı?”
Hava kararmıştı. Ama o karanlıkta kaybedecek zamanı yoktu genç adamın, Biriciğinin kendisine ihtiyacı vardı. Bir an önce ona ulaşmalı, ona yardım etmeliydi. Karanlık demeden kazıyordu yıkıntıları, tek başına, kararlı…



Çok zaman sonra yardım ekipleri ulaşmıştı bölgeye. Çaresizlik içinde yakınlarını arayanları sakinleştirip gruplar halinde dağılıp, farklı yerlerde arama-kurtarma çalışmalarına başladılar. Onlar da en az yakınları yıkıntıların altında kalanlar kadar acı çekiyorlardı. Biraz uzakta tek başına yıkıntıların içindeki adam dikkatlerini çekti gruplardan birinin. Acı ile ara sıra bağırarak bir yakınını arıyordu. Yanına yaklaştılar, adamın hali içler acısı idi. Seslendiler, duymadı. Ekipten birisi elini genç adamın toz içinde kalmış omzuna dokundurdu. Genç adam yavaşça döndürdü acılı yüzünü. Yüzü gözü toz toprak içindeydi. Gözleri yaşlı, insanın içini acıtan bir edayla,
“ Yok, yok, yok… Biriciğim yok. Bulamıyorum. Elimden kayıp gitti. Aşkımı kaybettim” dedi,
Gözlerinden yaş boşalırcasına ağlayarak. Artık gözlerinden akan yaşlar büyük bir nehrin kabarması gibi önünde durulamıyordu. Genç adamın çaresizliği ve acısı artık dayanılmaz bir hale gelmişti. Ekiptekiler oraya toplandılar. Bu acıyı paylaşarak yardım ediyorlardı. Kararan hava bu kararlı adamı durdurmaya yetmemişti, bu kararlılık ekibe de yansıdı. Ufak bir ışık yardımı ile yıkıntıları kaldırmaya el birliği ile başladılar. Genç adamın ellerinin halini görenlerin içi burkuluyordu ama kimse ona bir şey diyemiyordu. Yıkıntıları kanı ile kazıyordu adeta, Biriciğine bir an önce ulaşmak için. Küçük ışığın yardımı ile sabah kadar kazdılar yıkıntıları. Ara sıra susup, tam bir sessizlik sağlayıp yıkıntıların altından gelecek bir ses duymaya çalışıyorlardı. Ve bunun üzerine,
“ Kimse var mı, kimse var mı? “ diye sesleniyorlardı.
Sabahın ilk ışıklarına kadar devam etti bu amansız mücadele. Artık genç adamında hali kalmamış ama inat devam etmeye çalışıyordu. Kimse ona “hadi biraz dinlen, ara ver, biz devam edelim” demeye cesaret edemiyordu. Genç adam devamlı,
“ Bekle biricik geliyoruz, seni almaya geliyoruz. Beni bu dünyada sensiz bırakma” diyordu.
Bir müddet sonra yorgunluktan ve halsizlikten oturduğu yere yığılıp kaldı. Kimse yerinden oynatmadı genç adamı. Ekipler hala Biriciğe ulaşmaya çalışıyorlardı. Adını bilmedikleri bu kadına sesleniyorlardı,
“ Biricik, Biricik” diyerek.
Oysa bu ismi genç adam söylüyordu tek aşkına.



Bölgeye gelen sağlık ekipleri genç adamın baygın vücudunun yığılıp kaldığı yerde ilk müdahalelerini yaptılar. Parmaklarının etleri sıyrılmıştı, taşı toprağı kazımaktan. Belki de artık ileride ellerini bir daha eskisi gibi kullanamayacaktı. Ama bunun hiçbir önemi yoktu onun için.
Bu ellerin arasında kayıp gitmişti Biricik.
Ona ihanet etmişti elleri.
Tutamamıştı, hayata bağlayamamıştı Biriciğini bu eller.
O zaman ne işe yarardı ki artık.

Zaman sabahtan çıkmış öğlene doğru yaklaşırken ulaştılar o dünyalar güzeli genç kadına. Cansız bedenini yıkıntıların altından çıkarırken dünyalar güzeli yüzünü gördü ekipler. Genç adama hak verircesine onlarında gözlerinden yaşlar süzüldü, istemsizce. Gülüyordu Biricik. Yüzündeki mutluluk rahatlıkla okunuyordu.
Belliydi, hiç acı çekmemişti. Huzurluydu. Bu dünyadan aşkını bırakarak gittiği için üzgünde sadece. Saçları hala kıvır kıvır ipek gibiydi.
Tenindeki cennet kokusu her yeri sardı.
Yüzünde insanı rahatlatan bir huzur vardı.
Genç adam olduğu yerden zorlukla kalkarak aşkının yanına geldi.
Yıkıntıların üzerine oturdu.
Bir müddet Biriciğini seyretti.
Elini ellerinin arasına aldı.
Gözlerinden akan yaşlara aldırmadan sarıldı aşkına.
Kulağına bir şeyler fısıldadı o sessizlikte…

“ Teşekkür ederim aşkım, bana yaşattığın her şeye, tüm güzelliklere.
Seni tanıdığımda doğdum, seni kaybettiğimde öldüm.
Tanrıdan en büyük dileğim odur ki en kısa sürede yanına geleceğim, sana söz veriyorum,
Seni Seviyorum. Seni Çok seviyorum” dedi.

Ve yavaşça olduğu yerden kucağına alıp bir bebek gibi büyük bir özen ve dikkatle sedyeye taşıdı Biriciğini.
Gözlerinde yaş kalmamıştı. Ağlıyordu, ama yaş dökülmüyordu. İçinde kopan fırtınaları dışa vuramıyordu.
Biriciğini yalnız bırakmadı. Tüm cansız bedenlerin toplandığı yere kadar onunla gitti. Binlerce cansız bedenin arasındaydı artık Biriciği. Yanından hiç ayrılmadı. Belki korkar diye düşünüyordu. Yanından ayrılırsa onu bıraktığını düşünür diye öylece orada oturuyordu. Hiç konuşmadan. Ağzından dökülen kelimeler sadece ve sadece,
“ Bekle Biriciğim, yakında bende yanına geleceğim”



Biriciğinin yanında beklerken yorgunluktan oracıkta sızdı genç adam. Derin bir uykuya dalmıştı. Rüyasında uzun, geniş, sonsuz, kocaman bir çayırda el ele koşuyorlardı Biricikle. Çok mutluydular.
Çimenler ve kır çiçekleri ayaklarının altındaki halı gibiydi. Ayakları çıplak, toprağın verdiği huzuru hissediyorlardı. Güneş tepeden ısıtıyordu, kuşlar neşe içinde şarkılarını söylerken. Büyük bir orkestranın uyumu içinde doğanın sesini dinliyorlardı el ele. Yorulup sırt üstü yattılar çimenlerin üzerine. Kelebekler dans ediyordu üstlerinde neşe ile.
Biriciğin sesini duydu kulaklarında
“ Seni çok seviyorum, bana verdiğin mutluklar için teşekkür ederim” diyen...
Genç adam yerde çimenlerin üstünde yatarken Biricik yavaşça kalktı yanından, hala elini tutuyordu. Ama aynı o uğursuz gecedeki gibi elinden kayıp gitti Biriciğin eli. Uzaklaşıyordu Biricik. Ona son kez baktı.
“ Seni çok seviyorum, keşke benden sana bir hediye verebilseydim, ama hep yanında olacağım aşkım” dedi Biricik uzaklaşırken.
Bir ışık huzmesi içinde kayboldu. Genç adam çimenlerin üzerinde öylece kalakalmıştı. Hareket etmek istiyor ama hareket edemiyordu. Tüm vücudu kilitlenmiş gibiydi. Dudaklarından son bir kaç kelime çıkmak istedi ama başaramadı. Kaskatı kesilmişti. O ışıkla birlikte kaybolurken bir ses duydu. İrkilerek uyandı uyuduğu yerden.
Gözlerini açtığında karşısında dünyalar güzeli bir kız çocuğu vardı.
Kirlenmiş beyaz elbiseler içindeki çocuğun yaşlı gözlerinde bir an Biriciğini görür gibi oldu.
Derin yeşil gözleri vardı çocuğun.
Saçları ipek gibiydi tozla karışık.
Bağdaş kurmuş oturuyordu tam karşısında.
Ağlayarak tam genç adamın gözlerinin içine bakıyordu.
Bir şeyler anlatmak istercesine.
Genç adam yattığı yerden doğruldu, çocuğa yaklaştı, gözlerinden akan yaşlarla birbirlerine sarıldılar. Kaybettiklerini birbirlerinde arıyorlardı sanki.
Etrafa bakında genç adam kimseler yoktu.
Çocuğa,
“Annen baban nerde” diye sordu, cevap alamadı. Elinden tutup etrafı dolaştılar, ama çocuğun hiçbir yakınını bulmadılar.
Güvenlik görevlilerini aradı genç adam.
İlk gördüğü görevliye çocuğu göstererek ailesini aradığı söyledi.
Görevli,
“ Yüzlerce çocuk var beyefendi, sahipsiz, ailesiz, kim olduğunu bilmediğimiz, siz sahip çıkan bu çocuğa” dedi.
Genç adam kararsız kaldı. Ne yapacağını bilemedi. Ama bırakamazdı çocuğu öylece, ulu orta.
Çocuğun dünyalar güzeli gözlerine baktı. Yere çömeldi, çocuğu tam karşısına aldı. Dudaklarından dökülen ilk kelime Biricik oldu. Çocuk şaşkın, boş gözlerle genç adama bakıyordu.
“Evet” dedi kendi kendine
“Biriciğin giderken bana bıraktığı emanetsin sen, bana verdiği hediyesin. Benim kızımsın bundan sonra” dedi.

Yüzünü göğe doğru kaldırdı. Gözlerini bulutlara dikti ve

“ Teşekkür ederim Biricik,
Kızımıza iyi bakacağım,
Onu en iyi şekilde yetiştirip, büyütüp öyle geleceğim yanına,
Bekle beni Biriciğim,
Bekle beni aşkım” dedi
Gözleri yaşlarla dolu.



Kızın elinden tutup, yıkıntıların arasından yeni, bilinmez bir geleceğe doğru yola koyuldu genç adam, küçük Biricik ile yeni bir hayata adım atarken…



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Halilo
Keman Kutusu
Ayışığı
Bir Tüy Düşecek Ellerine


CANER TEK kimdir?

Hayatın penceresinden farklı bir bakış ile kelimelere dökülerek yazılan deneme ve öyküler.


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © CANER TEK, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.