Bütün sanatlarda insanı şaşırtan bir yan vardır. -Alain |
|
||||||||||
|
“Sus,” diyorum bir yanımdan yükselen ve sadece kendi duyduğum bu sese. “Yazılacak o kadar çok konular var ki. Hayatımın bölümlerinde tıkanıp kalmış nice mevzular. Hani bazen su içerken o yudum insanın kursağı altında bir an aşağı inmeyecekmiş gibi oyalanır ya… işte onun gibi nice hayat tıkanıklıkları bilir ve hatırlarım. Söylenmesi gereken bin bir olaylar ve yaşanmışlar varken nasıl olur da aklına bir konu gelmez? Anılması, duyurulması gereken onca hadiseler ve hayatlar bilirim. Hatırla!” Ama diğer sesim de susmak bilmiyor bu akşam: “Ne getirecek sanki?” diyor içimden kendime hitaben. “Satırların çare mi olacak dertlilere? Okunduğunda açlar ekmek mi sanacak sözlerini? Sevdaları terk etmiş aşklar geri mi dönecek? Bunu geri getirsen dahi bir kez gitmiş olan sevdalar sanki ilk günkü gibi heyecan verici mi olacak? Neyin peşindesin, a adamım?” “Korkutuyorsun beni. Noetbook’ un tuşlarına basarken saçmalıyorum gibime geliyor. Kendi kendime konuşmam edebiyattan sayılır mı acaba?” “Ay-nen. Bunu gerçekten doğru bildin. Boş ver gitsin. Kendini ifade etmek isteyen herkesin başına gelmiştir bu. Sen de onların tekrarlarından birisin veya bir tekrarı olma yolundasın. Yazı yazmak zaten sadece kendinize dönük egonuz değil midir? Sırf kendiniz için yazıyorsunuz. Bu hep böyle olmamış mıdır? Biraz önce dediğin gibi: şu an yaptığın zaten edebiyatın E’ si bile sayılmaz.” “Tahrik ediyorsun beni.” “Etsem ne yazar, adamım? Yazılmamış, söylenmemiş yeni bir tür mü dökeceksin kağıt üzerine (üstelik sizinki kağıt bile sayılmaz. Sanal bir yazı. Herhangi bir bilgisayarın HDD’ sinde saklı duran elektronik Bit’ler Bayt’lar – hahh haa - ). Yoksa şimdiye kadar düşünülmemiş yeni bir tarz mı yaratacaksın? Einstein yani, E = mc2 . Hahhah hah ha!” “İyice tedirgin ediyorsun beni. Yazmayı neredeyse tamamen çıkaracağım hayatımdan. Bütün sevdalarımı söküp atacağım içimden. Ama -” “Ne aması? Bunun için ömründe harcadığın zamana bir bakar mısın! Yazma sevdan yüzünden ihmal ettiğin çocukların, eşin ve kendi hayatın. Senden önce yazanlar sanki bir şeyler mi değiştirdi bu dünyada? Yazılanlar neye çare oldu ki şimdiye dek? Neleri geldi geçti bu uğurda sevdalanan. Ne oldu peki?” “Nasıl böyle dersin? Çıldırmışsın sen vallahi. İnsanların aydınlığı yazılar değil de nedir yani? Her şeyimizi yazılara borçlu değil miyiz?” “Haahh haa ha! Sen öyle san. Yazıp da gidenlerden hangisi bir şey değiştirdi şimdiye dek? Dikkatini çekerim! Birinci ve ikinci dünya savaşından önce de yazanlar vardı bu âlemde, Çanakkale muharebelerinden önce de. Kızılderililer kırımı hatta Haçlı Seferleri öncesinde de kalem tutar ve okurdu niceleri. Ne değişti peki? İnsanlar daha mı akıllı, daha mı mantıklı, daha mı insancıl oldular? Sevdalardan, aşklardan bahsedenler gün geldiğinde tetik çekmediler mi? Vurmadılar mı idam sehpalarına tekmelerini? Elektrikli sandalyeler, zehirli iğneler, gaz odaları, giyotinler, kurşuna dizmeler… bunları yapanların hiç biri yoksa sevdadan, aşktan bahsetmediler mi? Sevmez miydi onların da yüreği? Ya makineli tüfekleri ile dakika da beş yüz mermi sıkanlar? Tak, tak, tak, tak, tak... Her kurşun bir yürek. Her kurşun bir can. Her kurşun bir aşk. Her kurşun şiir okumuş sevdalı bir ruh-" “Lütfen susar mısın artık!” “Dinlemek işine gelmiyor, değil mi? Ne biçim bir yazar olacaksın sen böyle? Gerçekleri gözlemezsen ne olacak senin bu yazarlık halin? Güldürme beni, üstat! Pusulu bir perdenin arkasından sen hayata bakmaya devam et! Güzel güzel, efkarlı efkarlı şiirler yazıp kandır sen de insanları. Aç oğlum, dünyanın yarısı aç. Kursaklarında bir lokma ekmek yok çoğunun.” “Çok zalim ve gaddarsın bugün. Bütün kötülüğün üzerinde. Bana negatif enerji vermekten başka bir marifetin yok. Defol olup gitsen artık!" “Bakıyorum doğru söyleyeni yedi köyden değil, dünyadan kovuyorlar. Doğru söyleyeni bazen yakıyorlar, bazen vuruyorlar, bazen işkenceyle öldürüyorlar. Sen de beni beyninde öldüreceksin, öyle mi?” “Tarihi tekrarlayıp durduğunun farkında mısın sen? İğnesi takılıp kalmış eski bir gramofon gibisin. Yakınmak sanki ne getirecek sana?” “Tarihine bakıp ders almazsan geleceğini yürütemezsin – veya buna benzer – sözler edebiyatçıların bol keseden savurdukları bir söz değil midir, hı? Ne oldu peki? Tarihinize baktığınızdan mı İrak bombalandı? Tarihe bakıldığından mı Yugoslavya bir birine girdi. Tarihe bakıldığından mı Sebreniza' da bir insanlık kırımı daha uygulandı. Tarihe bakıldığından mı İsrail Filistini durmadan bombalar? Booom, boooom, booom - ne güzel bir ses bu yahu. Acaba bomba sesleri davul seslerini çağrıştırdığından mı sever ve isteriz bunu hep. Booom, boooom. - Hahha hah... Kesinlikle hep tarihe bakıldığından bu kadar insan hâlâ sefil ve aç bırakılır. Maşallah yani. Tarihlerinden çok şey öğrenmiş insanlar. Halbuki kimse tarihine bakmamış olsaydı diyorum -” “Nasıl yani? Ne demek istiyorsun sen? Söyleyeceğini çabuk söyle çünkü bu muhabbetten bıkmaya başladım.” “Acele etme, dur hele biraz! Hani diyorum… örneğin insanların doğarken bir tarihi olmamış olsaydı. Geçmişsiz büyüseydi insanlar. Bir düşün bakalım! Tarihinden hiçbir şey bilmeyen bir Yunanlı ile bir Türkün bir araya geldiğini canlardır kafanda! Bir Yahudi ile bir Filistinliyi. Bir batılı ile bir doğuluyu. Bir Müslüman ile bir ecnebiyi. Önyargısız bir araya gelebilen insanları. Anlıyor musun? Ama dikkatini arz ederim! Marslı ile Jüpiterli demedim yani.” “Anlıyor gibiyim ama buna kafam pek basmadı. Tarihi olmayan insanlar bir araya geldiğinde nelerden sual ederler ki? Geçmişi olmayan bir insanın bahsedecek nesi olabilir?” “Neden? İnsanlar illaki geçmişte kalan kahraman ve gazi dedelerini hatırlayarak mı sohbet edecekler – ki baktığımda her ne hikmetse herkesin dedesi bi nevi gazi veya şanlı bir kahraman - . Davranışlar hep geçmişe bağlamlı mı olacak? Bireylerin kendi geçmişleri mevzulara niçin yetmez ki? Halbuki bir aşk şiiri yazdığınızda kendinizden bahsetmeyi ne güzel de başarıyor ve seviyorsunuz. Yoksa insanlar dede ve ninelerin yaşadığı aşklar yüzünden mi şiirler yazıyor, hı? Sen hiç Leyla ile Mecnun namına şiir yazanına rastladın mı?” “Çok gaddarsın. İnsanlar bugünkü aydınlığını yazılara, yani edebiyatlara borçlu değiller midir? Yazılar olmasaydı iyi niyetler, yol göstergeler nasıl bulunup tutulurdu. Yazılar olmasaydı geçmişimize nasıl bakabilirdik. Kimim ben ve nereden geliyorum soruların yanıtları verilebilir miydi?” “Maşallah, bunun yanıtını şimdi çok iyi verebiliyorsunuz. Nitekim birkaç yüzyıl düne dayanan yazılarınız ve edebiyatlarınız var. Ne de önemli bir tarih geçmişiniz var amma – tü tü tü, bin kez maşallah yani -. Savaşlarla dolu şanlı manlı insanlık geçmişiniz olduğu için bugün her şeyi biliyor ve buna göre dört dörtlük oluyorsunuz, değil mi? Biliyoruz sandığınız geçmiş tarihiniz şurada 2000 yılı aşmaz, adamım. Ki bunun da 200 yılını şöyle böyle doğrularla anca biliyorsunuz. Gerçekten çok uzun bir geçmişiniz var. Hele bir de nereden geliyorum ben, nerelisin sen diyen o meşhur sorularınız yok mu? Ben aslen Kaskün gezegenindenim. Neptün' ü geçince hemen 38 derece sola dönüp bir ışık yılı ilerleyeceksin. Tam Hemantüse varmadan solda bir yer. Be kardeşim! Yaşadığın yeryüzü zaten kırk bin metre kadar falan bir çevreye sahip. Bu kadar küçük bir yerde nereli olman veya atalarının nereden gelmiş olması neyi ifade eder ki? Bunu bu kadar önemli kılan nedir yani? Sanki dünyalı olmaktan başka bir seçeneğimiz mi var?" “Sıkıldım bu muhabbetten. Kafamı allak, bullak etmekten başka bir marifetin yok senin. Dolabın kenarında duran şu küçük örümcekten yazsam sanırım daha iyi ederim. Yeni bir konu bulmalıyım –“ “Yemedi değil mi?” “Sus! Gerçekçi ve mantıklı düşünmek istiyorum şu an -“ “Asıl susması gereken sen olmalısın, adamım. Söyler misin bana ömrünün burasına kadar kaç kitap okuduğunu?” “İyi, bir de saysaydım bari. Saçma bir soru bu.” “Elinden geçen kitapları şöyle bir göz önüne getirir misin!” “ ! “ “Bir kamyon dolusu var mıdır?” “ ! “ “İsimlerini dahi unuttun, değil mi? Bazen bir kitabı otuz veya kırkıncı sayfasında daha önceden okumuş olduğunu anca hatırlaya bileceğin kadar çok kitaplar gördün. Önceleri okuduğun çoğuna hayran kalırken, yıllar içinde yazarları karıştıracak kadar çok kitaplara gömüldün. Bugün acaba hangi birine ufak bir saygın kaldı senin? Sen okudukça insanlar daha mı iyi oldu yani? Daha mı az silah üretip, daha mı az savaş eder oldular? Sanki sen okudukça vicdanlar mı arttı dünyada? Okudukların arasında silahın ve bombanın nasıl imal edildiğini gösteren yazılar yok muydu? Okudukların arasında zehirlerin bilişimini anlatan bilimsel kitaplar yok muydu? Hepsini bir kenara bırakalım. Bugün o meşhur yazılarınız değil midir bir demirin bileşenlerini açıklayan, bundan nasıl yumuşak maddeler, sert maddeler, akımlı ve akımsız maddeler elde edildiğini tarif eden ve toplamında elli tonluk bir savaş tankının nasıl imal edildiğini tek tek izah eden – “ “İyice saçmaladın şimdi. Ona bakılırsa şu an bilgisayarda bu yazıyı yazamaz olurdum -” “Nedenmiş o, adamım?” Siz, edebiyat deyince akıllarınıza hep güzel yazılar döşeyen, efkarlı ve kahırlı şiirler yazan, bilmem neyin felsefesini en ince noktasına kadar döküp döküştür enleri mi kast ediyorsunuz sırf? Üniversiteler ve daha üst okullarda insana sadece bir roman veya hoş hikayelerin nasıl yazıldığını mı öğretiyorlar. Girin örneğin bir internet sitesine ve bir Atom Bombasının nasıl üretildiğini öğrenin. Bunlar yazı değil midir. Bunlar kağıt üzerinde tutulmaz mı? Bunlar sizin geçmiş ve geleceğinizin tarihi değil midir, hı?” “Peki bunda benim günahım nedir? Bazı aptallar bu yazılardan aldıklarını pratiğe çevirip başkaları üzerinde kullanıyor ve uyguluyor ise ben ne yapabilirim? Benim ne günahım var?” “O zaman geçmişini bilmekte ki günahın nedir peki? Hâlâ dedelerinizin bilmem hangi dedesinin günahını ve olaylarını bugün bile tartışmanızın ve bilmediğiniz bir geçmişi ha bire irdeleyip güncellemenizin gayesi ve kastı nedir? İlla haklı taraf olmak, hep yağ gibi su üstüne çıkmak mıdır maksadınız? Sizin başka işiniz, gücünüz yok mu, be adamım? İlla booom, booom mu olacak? İstersen bu booom boom'lara bir halay çekelim, hı? “Dalga geçmeyi bırakır mısın, lütfen! Sanki edebiyat ve yazı ile hiç iyi şeyler yapılmamış gibi durmadan eleştiriyorsun. Örneğin bir yerlerde kayıt edilmeseydi zamanımızda tıp bu kadar ilerler miydi? Buna ne diyeceksin peki? “Anlıyorum mevzu nereye getirmek istediğini. Duygusal yönüme dokunmak istiyorsun ama nafile. Sana bugün o kadar çok terslikler sayabilirim ki… ama bu konulara girerken dikkatli olmalısın!” “Hayırdır?” “Artık burada edebiyat ile alakan iyiden kesiliyor da ondan. İzEdebiyat sayfasında başarılı olmak istiyorsan sen en iyisi şiirlere ve aşklara devam etmelisin! Hani şöyle yürekleri yerinden hoplatan, herkese eski ve mazide kalmış umutsuz aşklarını ve hüzünlerini hatırlatan türden. Bak, buna ne dersin örneğin: Kemanımın yayları kalaylı, Sevdiğimin gözleri alaylı, Eteğin giymiş nakışlı, Nakışı yapan tekstilci iflaslı…” “Ne saçmalıyorsun sen yahu?” “Ne olmuş yani? Rahmetli Kemal Sunal Ata sözlerini ve türküleri ters veya yanlış söyleyerek Türkiye’ yi güldürüp meşhur olmadı mı? Bırakın benim sevdiğimin gözleri de alaylı olsun. Yo, illa çok anlamlı bir söz döktüreyim diyorsan o da kolay. Dinle şunu: Rüzgar esip de adamın gözüne toz savurmasaydı, O adam sendeleyip burun üzeri düşmeyecekti, Zavallım, şimdi ortalıkta yamuk burun ile dolaşır. Nasıldı bu peki?” ”Sus artık! Saçmalıklarından iyice bıktım. Dolabın kenarında hiç kıpırdamadan duran şu küçük örümceği düşünmek bile seni dinlemekten daha iyidir.“ “Mamutları bitirdiniz. Bizonları neredeyse tükettiniz. Şimdi sıra zavallı örümceğe mi geldi?” “Ne alakası var?” “Öldürme güdünüz yok mu, adamım? Siz, tuvalette işerken bile sidiğinizi oradaki sineklere nişan alırsınız. Potansiyel katillersiniz hepiniz ve gün gelecek her şeyi yok ettikten sonra salgın virüsler gibi birbirinizi bitireceksiniz.” “Aman Allahım.” “Hı, Allah’ mış. Mış mış. Köşeye sıkıştığınız zaman hemen Allahım, öyle mi?. Nizam var, fikir var, mantık var.” “Düşündüklerin çok korkunç.” “Asıl korkunç olan yaşayıp da düşünmemektir. Allah sana at gözlüğü takmamış ki, adamım. Yoksa bu sözü bir çokları gibi birilerini etkilemek için mi kullanıyorsun?” “Hangi sözü?” “Allahım sözcüğünü.” “Ne münasebet? Aklımdan geçenlerden ürperiyorum sadece.” “Haa, şu mesele. Olayların içinden çıkamadığınız da hemen Allâhım, öyle mi? Asırlardır böyle yaptınız zaten. Hep uzaktan seyredip aman Allahım dediniz. Gelişen korkunç hadiselere engel olacak hiçbir şey yapmadan seyrettiniz sadece. Bugün de odanızın bir köşesine koyduğunuz kasalı camın içinden her şeyi görmeye çalışıyor ve her defasında da aman Allahım diyorsunuz. Olan bitene karşı kaytarmasını, duyarsız kalmasını ne kadar da çok seviyorsunuz. Hele hele suçu başkaların üzerine devretmesini: Adem, sen ne yaptın? Beni Havva kandırdı. Havva sen ne yaptın? Beni Yılan kandırdı. Hep başkaları kandırmıştır sizi, değil mi be adamım?” “Karanlık düşler içersinden sesleniyor muşsun gibi geliyor bana. Senin için, dışın zindanlar kadar kararmış. Şeytani etkiler söyletiyor seni.” “Öyle ya, madalyonun tabii bir de o yanı var. Günahlarınızın bütün nedeni ve sebebi Şeytandır. Hep o kandırır zaten sizi. Zavallı Lucifer, insanoğlundan aldığı bunca iftiralardan sonra aslında onların içine çıkamaz ve yüzlerine bakamaz olmuştur ama olsun. Hiçbir şeyden haberi olmasa da günahlarınız da elebaşı hep o olur.” “Allah aşkına susar mısın artık!” “Allahın aşkına her şeyi yaparım. İşin içinde aşk ve onun yaratıcısı olursa yapmayacağım yoktur. Sustum…” “Nasıl yani?” “ – “ “Konuşmayacak mısın cidden? Bi şey demeyecek misin artık?” “ – “ “Şaka değil, sen gerçekten sustun. Öf be, neydi o öyle. Kan ter içinde kaldım. Yok savaşlar, yok zulümler, yok Lucifer, yok boom, booom ve davullar, halaylar... Siktir et! Kendini yormanın ne alemi var. Bu dünya kime kaldı ki şimdiye dek. Derviş olsan da bir, keltoş olsan da bir. Var mı yaşamaktan ötesi. Bir de havalar bu kadar sıcak olmasa. Bunaltıcı sıcak - şu klimaya ne oldu böyle? Neden doğru dürüst çalışmaz bu alet? Daha biraz öncesine kadar püfür püfür üflüyordu. Ayarı mı kaçtı, ne? Gerçi kumanda çalışıyor ama aletin kendisinde tık yok. Yarın servisi çağırtıp bir baktırsam mı acaba? Üstelik dünyanın parasını verdik. Keşke arkadaşımın tavsiye ettiği diğer markayı alsaydım. Türkler zaten ne anlar bu işin üretiminden. Alacaktım adam gibi şöyle bir Alman markası bak nasıl soğutuyordu. Aha, dizüstü bilgisayarım da şaşırdı: verilerinizi kaybetmemek için pilinizi değiştirin veya güç kaynağına geçin diyor. Fişi falan mı çıktı yoksa bu meretin…! Yok ya, evde elektrikler kesilmiş meğer. İyi, iyi. Elektriğe gelen son zamlardan sonra bu kesintiler zorunlu tasarruf sağlayacaktır. Aynen Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’ in isteği doğrultusunda: Elektriğe yapılan son zamlar Türk Halkının iyiliği içinmiş. Millet elektrik kullanımında tasarrufu öğrensin diye. Bizim kesemizi düşünen birilerinin olması ne kadar güzel, değil mi?.”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Ali Özler, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |