Bir ülke bağımsız olmadan, bağımsızlık da erdem olmadan ayakta duramaz. -Rousseau |
|
||||||||||
|
Maksadını aşan gecelere gömüldü ne varsa. Krizantem çiçekleri içi geçmiş, solmuş renklerini giymişler bugün. Birbirini seven bütün kadın ve adamlar suçüstü yakalandı. Soğuk gecelerde birbirini ısıtarak ayyuka kadar çıkıp, yeryüzüne geri dönen sevgililer şimdi zorbaların salıncaklarında yükseklik korkularıyla baş etmeye çalışıyor. Ete kemiğe bürünmese de aşk, nutku tutulmuş akşam sefaları kadar da uslu durmuyor. Yüzlerini peçelerin ardına hapseden büyük siyah gözlü kadınların bakışları hala dağları deldiriyor tek başına yaşayan sosyal hayvanlara. Zaman sinsi ve sabırlı bir sırtlan gibi ağır ağır ama hiç durmadan çalıyor benliğini. İnsanın yaptığı, kimsenin kural dışına çıkmadığı ilk ve tek anlaşma bu, zaman yavaş yavaş benliğini alır, sana yaşlandıkça unutacağın anılarını verir. Sen de bilmelisin bazen aklı selim kişiler karşı çıkarlar bu anlaşmaya ve hep ağır bedeller ödemek zorunda kalırlar. İstediği şey oldukça basit aslında, uyumak… biraz uyuyabilmek. Günlerdir içinde kasırgalar koparan sesleri susturup uyuyabilmek. Oysa daha önce hiç uykusuzluk çekmemişti. Yaptığı onca ihanet, çıkmazlarda terk ettiği kadınlar, ağzından hiç tereddüt etmeden, bir anda çıkan, üzerine basa basa söylediği hiçbir şey onu uykusuzluğa mahkum etmemişti. Hiç pişmanlık da duymadı. Ama bu kez başka bir şey oldu, ne olduğunu günlerdir çözemiyor ama bu kez, evet başka bir şey oldu. Prosedür hep aynıydı, gece dışarı çıkar gözüne kestirdiği ve bir meleğe en çok benzeyen kıza uzun bakışlar atar, gecenin sonunda yanına gider ve: ‘-bu kadar güzel olmaya hakkın var mı?’ diye sorardı. Yanıt genelde utangaç bir gülüş olurdu ama bu kez: ‘-asıl senin bu kadar güzel bakmaya hakkın var mı?’ oldu. Bu kez başka türlü başladı. Yanlış bir şeyler olduğunu fark etmeye fırsat kalmadan başladı oyun. Cücelerin sığıntı olarak yaşadığı, nefes alma haklarının ödünç verildiği devler ülkesi burası. Devlerin ülkesinde melankoliye gark edilmiş cücelerin hikayesi bu, hepsi en harbisinden delikanlı olan cüce efendilerin. Devlerin ayak sesleriyle ırgalandığında yer, havlu atıp kaçan, ödlek gölgelerine saklanan cüce efendilerin… Kadınların eteklerinin altındaki asalaklar onlar. Bu ülkenin kadınlarının etekleri hiçbir suret ve sebeple zil çalmıyor. Kazı kazanlar onlar kazıyınca kazandırmıyor … ve burada sırtlarını yaslayabilecekleri tek bir Kaybedenler Kulübü bile yok. Don Kişot hiç uğramadı bu ülkeye, kralın çıplak olduğunu haykıranların dilleri devlerin narin elleri tarafından boğazlarına düğümlendi. İbret-i alem oldu herkese ve herkese unutturuldu ‘kral’ ve ‘çıplak’ kelimeleri. Cücelerin lügatlerinden silindi. Mangal gibi yürekleri olan cücelerin dizlerinin bağları çözülmek için, kuyruklarını sıkıştırıp kaçabilecek kadar bile bağlı kalamadılar. En harbisinden korku ve sessizlik dank etti kafalarına. Oyunu yine usulüne göre oynadı adam. Önce çiçeklerle, akşam yemekleri ve güzel sözlerle bağladı kadının aciz kalbini kendine. Sonra bütün hıncını alırcasına kırmaya, dökmeye başladı ve üst benliğinin ihtiyaç duyduğu bütün güdülerini bileyledi. Göbeciklerini attırıp kapçık ağızlı kızanlara ekmek götüren besleme fahişeler kadar dahi gerçek değil hayat burada. Burası en harbi riyaların yaşandığı yeryüzü cenneti. Burada her aşk kendi köhne vasiyetini yazmaya fırsat bulamadan cehennemin dibinde nezih yerleri boylar. Kadın yabancısı olduğu bu yerde az konuştu. Diğer kadınlardan daha uzun süre geçirdi. Gitme vakti geldiğinde seviştiği adamın en zayıf noktasına hedef aldı. Spekülatif hikayelerin kaleme alındığı yerdir burası. Asit damlar kimsenin görmediği alınlardan. Herkes kendi küçük şeytanıyla doğar ama çoğu meleğini seçer birlikte büyümek için. Ceninler henüz vitaminken hedef cennet diye programlandıkları için şeytanın fısıltıları kulaklarında çınlasa da duymazlar. Zevk veren günahları zıvanalarından dışarı çıkarmazlar. Kadın sakince, ‘-kendi şeytanımı hiç dinlemedim ben. İyi ve güzel şeyler yapmaktan başka hiçbir şey bilmiyordum. Dibine kadar yaşamak için öğrenmem gereken her şeyi senin şeytanından öğrendim. Bu kez oyunun piyonu sendin…’ demeseydi, ağlayarak çekip gitseydi yastıkla barışık olacaktı bu gece. Kalpazan aşıkların pazarlarında ucuza maal edilen bir hikaye bu. Aslı ve astarı beş kuruş etmeyen isteklerin er meydanı bu. Efkar herkesin gayri meşru sevgilisiydi. Gün boyu devlerin ezdiği cüceler hava kararınca onun omzuna yaslanırlardı. Mutluluk buradaki hiçbir meskun mahalde demir atmaz. Zaman denen fahişe buradaki şehvet düşkünlerini böyle kandırır. Atalet konuşmaya başlayan çocuğun ilk öğrendiği şeydir.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Çiğdem Güvendi, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |