İnsanın en iyi tarafı ürperebilmesidir. -Andre Gide |
|
||||||||||
|
Sorun ölçü ya da ölçüsüzlük değil! Şiirde eskiden ölçülerin kullanıldığını hemen herkes biliyor. Eskiden diyoruz, çünkü günümüz şairlerinin şiirleri, genelde serbest ölçü dediğimiz, aslında hece ve aruz ölçüsünde yazılmayan da diyebileceğimiz, ölçüyle yazılıyor. Aruz ölçüsünde şiir yazmak ciddi bir beceri işi olmakla beraber, zannımca yazana işkencedir; okurken verdiği tatta güzeldir tabi. Ölçüyle şiir yazmak, denemesi bedava, gerçekten zordur. Ama bu zorluğun şiire her zaman bir güzellik katacağı anlamına gelmiyor. Hatta düşünsel ve duygusal olarak verilmek isteneni bir anlamda hapsetmek olarak da değerlendirilebilir ki, kabul görmediği ve yerine serbest ölçünün tercih edilmesinin bir nedeni de bu sayılabilir. Ancak serbest ölçüyle birlikte şiir yazmak herkesin ilgisini çekmişse de, kerametin ölçüsüzlükte olmadığı, şiir yazanlarla okuyanlar arasındaki uçurumdan anlaşılıyor. Demek ki neymiş? Şiir yazmak bir ölçü ya da ölçüsüzlük sorunu, değilmiş! Düzyazı türüne bağlı olarak farklılık gösterse de şiire göre kolaydır. Nitekim bilgilendirme amaçlı bir konu seçer, araştırır ve düz yazı olarak yazıp sunarsınız; okuyan bilgilenmek için okuyacağı için sorun olmaz. Ama şiir böyle değildir. Şiiri okuyan farklılık arar; kendinden bir şeyler bulmak ister. Bulamayınca da okumaz. Okuması ya da okumaması belki çok önemli değildir bazı şiir yazanlarca. Ama şiirlerini beğeniye sunan kimselerin dikkat etmesi gereken hususlar vardır kuşkusuz. Bu anlamda şiir, sabırla emek vermeyi gerektiren, serçe kanadı misali hassas, on altılık kız gibi ilgi isteyen ve sabreden dervişlerin kaleminden Dicle gibi akan bir yazımsal türdür. Yazılan kadar okunmayan bir tür olarak şiir, her demin vazgeçilmezi olmuşsa da şiirleriyle büyük beğeni toplayan şairler çok değildir. Şiir yazan çok, okuyan nerdeyse yok! Yine de şimdilerde elimizi sallasak şiire ve şaire çarpıyor. Bunu, serbest ölçünün bir dezavantajı saymak büyük bir kayıp olur, yazmaya heves edenler adına. Tabi ki şiir kimsenin tahakkümünde değildir. Ama şiiri ve şairi diğerlerinden farklı ve özgün kılmak çok yoğun bir bilinç ve kültürel birikimin sonucunda mümkün olur. Peki, sonuç nedir? Yazmak kadar okumak… Okurken yazmak, yazarken okumak. Bakın bunlar öyle gelişi güzel yerleri değiştirilmiş iki sözcük değil, dikkat buyurunuz: Okurken yazmak, yazarken okumak! Bu, şiirin seçkinleşmesi için gereklidir. Bir sorun daha var. Dedik ya, elimizi sallasak şiire, şaire çarpıyor. İyi aslında; ama şiir yazan kadar şiir kitabı satın alan yok. Çünkü şiir cep telefonlarının mesaj kutusundan okunur hale geldi. Yetmedi mi de, “google” den şiir yazılıyor ve bulunan yüzlerce öğeden biri seçilip hemen telefona aktarılıyor. (Bu da kötü değil, ama sağlıklı da değil!) Hatta ücretsiz mesaj siteleri var ya, yazma zahmetine de girmiyorlar, kopyala, yapıştır, numarayı gir ve gönder. Hepsi üç beş tıkla yapılıyor böylece. Gerçi telefonlarda on parmak klavyeye rakip bir T9 sözlüğü var ki, yüz yüze sohbette ancak bu kadar hızlı olunur. Neyse; okumuyoruz arkadaşlar, merdivenleri beşer onar çıkmaya çalışıyoruz ki, her defasında kolumuzu bacağımızı kırıyoruz. Sabırlı olmalı ve şiire, yazmaya istediği emeği vermeliyiz. Ee biz ne yapıyoruz? Yazdıklarımızı üç beş kişinin beğenisine sunuyoruz, beğendiriyoruz ve sonra da “ben tamamım” diyoruz! Ya hele bir dur, sabret, bu ne acele; beş on antoloji oku, beğenilen şairlerin şiirlerini, biyografilerini oku, oku da oku ve yaz da, yaz ama kendine sakla! Ondan sonra kim tutabilir ki seni? Yani vahim ve çelişkili bir durum; adama sorarlar, bu kadar çok şiir yazılıyor bu memlekette, iyi güzelde, şiir kitapları neden satmıyor? Bu soru cevaplanmaya değerdir. Doğru cevaplayana bizden yüz üzerinden yüz elli! Hala konuya gelemedik dikkat ederseniz. Şimdi okurlarımız yazının başını unutmuş olduğumuzu düşünüyor belki. Ama yok, rahat olun; söylediğimizin arkasındayız. Edebiyatımızı zenginleştirmekte da kararlıyız. Ve açıklıyoruz: Şiirde Yüz Altmış Karakter Ölçüsü ve Sesli Harf Fukarası Sözcükler. Şimdi devamla bunun ne anlama geldiğini anlatalım. Teknolojik donanımlı son model şiirler… Hemen herkesin cep telefonu var nerdeyse. Hepsinde “bip bip” sesinden sonra ekranda “1 mesaj alındı” yazısı görünüyor, tuşlayınca da bir metin çıkıyor karşınıza; bu metine şiir deniliyor bazen. İşte bu şiirler, sözünü ettiğimiz ‘yüz altmış karakter ölçüsüyle’ yazılıyor. Hatta yeni model telefonlarda 160’ın katları kadar karakterde kullanılabiliyor. Şiirin türlerini sayarken, lirik, epik, didaktik deyip, en fazla elimizdeki parmak sayısı kadar sayıp dururken, şiirde yüz altmış karakter ölçüsü” bize zengin bir kategori sunuyor. Şimdi gelelim yeni sözcüklere: Cemal Süreya soyadından bir harf attı ya, biz hiç boş durur muyuz, sesli harflerin topunu atıverdik. Niye mi? Adı üstünde sesli; gürültü yapıyorlardı. Kelime hazinemizdeki kelimelerden gürültü yapan sesli harfleri atınca yepyeni, cillop gibi sözcükler kazandırmış oluyoruz literatürümüze. Cep telefonları kadar yaygın ve kullanımda olmasa da, iletişimde birde Messenger olayı var. Orda harfler ve kelimeler gereksiz artık. Sinirleniyorsun, hemen kızgın surat yolluyıp öfkeni kusuveriyorsun. Utandın mı, hemen yanakları kızarmış bir surat imdadına yetişiyor, çok mu sinirlendin, çaresi var, gitar parçalıyorsun; yani anlayacağınız yok yok! Allah sizi inandırsın, sağır dilsiz olup çıkarıyor insanı bu messenger. Tabi biz Kürt’lerin işi daha zor. Fazladan “Q, W, X” ve şapkalılarımız var. Bakın söylenmedi demeyin, her kim ki Kürtçe’den tek bir harf atmaya kalkarsa çok fena olur, ona göre. Mektup ve Kartpostal kültürü yok oluyor… Önce tüfek icat oldu, mertlik bozuldu, sonra televizyon çıktı ahlak bozuldu. Bilgisayar çıktı, arzuhalciler işsiz kaldı. En sonunda da cep telefonu çıktı. Böylece mektup kültürü, kartpostal kültürü yok oldu nerdeyse. Mektup yazanlarla dalga geçilecek kadar ilerletmişiz işi yani; ilkellik oluyormuş. Nerde taş altına bırakılan ve ağaç altına uzanıp heyecanla okunan aşk mektupları. Hem diyelim ki mesaj kutunuz doldu ve yine diyelim ki hafıza kartınızda doldu, o zaman mecburen sileceksiniz o sesli harf yoksunu mesajlarınızı. Peki ya mektup öyle mi? Hayır, bir mektubun her zaman saklanacak bir yeri mutlaka vardır. Mesela yârin koynunda…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Bedri Adanır, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |