Herkes aynı notayı söylediğinde uyum elde edilmiş olunmuyor. -Doug Floyd |
|
||||||||||
|
O ana kadar olanları hatırlamıyorum. Daha doğrusu hatırlamak istemiyorum. Hatırladığım tek şey yürüdüğüm… Başım önde, sağımdan solumdan geçenlere aldırmadan yürüyordum. Ne olduysa işte o anda oldu. Birden yanından geçtiğim çerçevecinin vitrinindeki resim gözüme ilişti. Sanki beni içine çekiyordu. Atlasam içine girecekmişim de yarım kalan bir film tekrar başlayacakmış gibi duruyordu. Bir patika var… Ağaçların arasından sessizce uzanan bir patika bu… Ağaçların altındaki mantarlar kırmızı kırmızı, benekli benekli beni çağırıyorlar. Kuşların cıvıltılarını tabloya bile bakarak hissedebiliyordum. Bu patika o kadar tanıdık geliyordu ki… - “Beyefendi… Tabloyu çok beğendiniz galiba.” diyen bir sesle irkildim. Bu sesle beraber tabloyu ne kadar uzun seyrettiğimi fark ettim. Sesin geldiği kapıda genç bir bayan bana bakıyordu. - “Ne kadar?” diye sordum. Fiyatı duyunca şöyle bir düşündüm; cebimdeki parayı, alacağımı, vereceğimi… Sonra: -“Alıyorum.” dedim. Tablo sarılır sarılmaz, koltuğumun altına aldığım gibi neredeyse koşarak eve doğru yürümeye başladım. Neden bilmiyorum ama bu tablo bende bir şeyler uyandırıyordu. Eve vardığımda aceleyle en üst kata, kendi daireme, çıktım. Kapıyı açıp kendimi içeri bıraktım. Yorulduğumu eve varınca daha çok hissetmeye başladım. Paketi açıp koltuğumun tam karşısındaki duvara astım. Odamda uzun zamandır yaptığım tek değişiklikti bu. Daha doğrusu evde olan en güzel yenilikti. Tek başıma oturduğum için fazla eşyam yoktu doğrusu. Bir yatak, gardırop, kitaplık, müzik seti, koltuk ve çalışma masasının bulunduğu oda aslında salondu. Bu, eşyaların hepsini sığdırmak için yapılmış bir şeydi ve benim gibi yalnız yaşayan biri için idealdi. Küçük ekranlı bir televizyon da mutfakta, dolabın üzerinde duruyordu. Böylece çalışma ve yatak odamdan uzak tutuyordum onu. Mutfak da benim gibi karışmış haldeydi. Her zamanki gibi bulaşıklar beni bekliyordu. Diğer odalarsa tamamen boştu. Her yorgun olduğumda çayımı demler, koltuğa adeta gömülürdüm. Bu halime müzik setinden gelen hafif müzik sesleri eşlik ederdi. Bugün ise durum daha farklıydı: çayım, koltuğum ve beni rahatlatan müzikle beraber tablo tam karşımdaydı. İlk gördüğümdeki gibi beni yine içine doğru sürüklemeye başlıyordu. Koltuğuma her zamankinden daha fazla gömüldüm. Sonra… Sonra her taraf sessizleşti. Müzik sesini bile fark edemez oldum. Sessizliğin her yanımı sardığını hissetmek yeni tattığım bir duyguydu. Uzun zamandır.yalnız olmama rağmen bu ilkti. Elimdeki çaydan yudumladıktan sonra onun sıcak bir his bırakarak gidişi beni tuhaf bir şekilde etkilemişti. Tablo yine canlanmıştı sanki. Kuşların cıvıltıları yine kulaklarımı doldurmuştu. Hissediyordum, evet! Evet evet!... biraz uzaktan da denizin kayalara vuruşundaki o melodi yükseliyordu. Hani yeni yağmur yağar da mis gibi toprak kokusu yayılır etrafa, kendinden geçirir ya insanı. O koku… O kokuyu duyuyorum. Yalınayak patikada yürümeye başlıyorum. Toprağa ilk defa yalınayak bastığım geliyor aklıma. Yağmurun az önce dindiğini söylüyor kuşlar. Toprağın ıslanmış hali ayağımı gıdıklıyor yürüdükçe. Çocukluğumda betonların üstünde koştuğum aklıma geliyor ve çocukluğumun acısını çıkarmak için koşma isteği içimi kemiriyor. Denize doğru koşmaya başlıyorum. Kuşlar tempo tutarak “Koş, koş! Denize doğru… İstediğin orada.” diyormuşçasına şakıyorlardı. Koşarken, rüzgarın da bana doğru koştuğunu hissetmek ne kadar güzelmiş. Bağrıma çarptıkça, ruhuma ulaştığını ve ruhumun çocuk tarafını kucaklayarak sardığını, iliklerime kadar serinliğini hissediyordum. Ah bu yorgun bacaklar!… Hani kısacık bir yürüyüşte yorulurdunuz. Şimdi bu güzel yerlerde nasıl da koşarsınız? Bu orman sizleri de çok etkilemiş. Ya şimdi o yerlerde olsak yine böyle koşar mısınız? Yoksa… Yoksa iki adımdan sonra yorulur, otobüse doğru yolunuzu mu değiştirirdiniz? Denize yaklaştıkça, denizin kayalara yüklenişinin sesi kuş şakımalarını bastırır gibi oluyor. Olsun… Denizin dalgalarının sesi, rüzgarın ıslığı da güzel. Denizin kenarında, kayaların üzerinde, denizin gökyüzüyle birleşmesini izlemek: izlerken de ayaklarıma suların değmesini hissetmek ne kadar hoşmuş. Kayaların yanında başlayan kumsalın gerisindeki ağaçlar sanki rüzgarla beraber, bir melodiyle dans ediyorlar. Bu melodiyi kulaklarım değil yüreğim duyuyor. Sonra denizde yüzmek istiyor canım. Kayalardan bırakıyorum serin sulara kendimi. Suyla kardeş gibi sarmaş dolaş oluyoruz. Kumsalın sığ kısmında uzanıyorum boylu boyunca. Denizin her yanımı kuşatmasını ilk kez bu kadar sıcak buluyor tenim. Birden biri peyda oluyor karşımda. Güneşle aramıza kara kedi gibi giriyor. Bir de bakıyorum ki en sevdiğim dostum… Elinde demir çarıklar… Bana bakıp gülümsüyor ve: -“Bak, bunlar sana… Ellerimle yaptım. Haydi giy de geri dönelim” diyor. Dönmek mi? Daha doymadım ki… Kendimi elindeki elma şekerini yere düşürmüş çocuklar gibi hissettim. ‘Nasıl olur da en sevdiğim arkadaşım beni bu güzelliklerden ayırmaya çalışır.’diye düşünürken arkadaşım: - “Sen şehirde doğdun, büyüdün. Orada her istediğin çok yakınındaydı. Bir restorana gidip karnını doyuruyordun. Gittiğin markette dünyanın öbür ucundaki malları, yiyeceği, giyeceği bulabiliyordun. Dünyanın öbür ucuna gidip almayı hiç denemedin. Her şeyini planlamış programlamıştın. Belki duygularını da programlamıştın. Tıpkı bilgisayarlar gibi.” Bunları söyleyen arkadaşım mı? Nasıl, nasıl olur da… - “Hayvanları ancak üç beş metrekarelik kafeslerde görmeye alışkınsın. Şöyle bir düşün; onlar gibi değil mi yaşamın?” - “Hayır, hayır… dur bir dakika ben özgür…” - “Emin misin? Burada nasıl yaşayacaksın? Evin yok, sokağı dönünce az ilerideki marketin de elbiselerini diktirdiğin terzin de. Yiyeceğini kendin bulacak, giyeceğini kendin dikeceksin. İşte şimdi tam anlamıyla hür olacaksın” - “………” - “Şimdi yine sor kendine ‘Ben hür müyüm?’ ya da ‘Hür müydüm?’” - “Beni dinle de giy şu çarıkları. Buralar senin harcın değil.” - “Olsun… Ben artık buralıyım. O çarıkları geri götür…. * * * “Zırrrrrrrrrr, zırrrrrrrrrrr, zııııııııııırrrrrrrrrr” - “Geldim, tamam açıyorum!... Kim o?” Bu ses bana mı ait? Bu kadar uyku dolu ve buğulu ses benim mi? Kapıdan gelen ses… Ne tuhaf? Rüyada mıyım, rüya mıydı?... - “Oooooo! Günaydın uyuyan prens. Biz beyimizi bekliyoruz ama beyimiz…. Ne ala memleket!...” - “Saat kaç? Geciktim mi? Garip… Çok garip bir rüya gördüm. Sen de vardın biliyor musun?” - “Kötüyse ben değilimdir ona göre…” - “Rüyamda bana demir çarıklar yapmıştın ve giydirmeye uğraşıyordun. Sonra… - “Sonra… Merak ettim şimdi. Giydirebildim mi ondan bahset.” - “Evet… Hem de kapıyı çalınca…”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Erdem Asıbostan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |