Herkes aynı notayı söylediğinde uyum elde edilmiş olunmuyor. -Doug Floyd |
|
||||||||||
|
Hoş, bırakın reyting sayaçlarını, gişelerde kırması beklenen hasılat rekoru bile "kitle"den "kesim"e düşüş aşamasında olan bir modanın hala revaçta olduğunun en iyi göstergesi... Bir modayı sona erdiren diğer bir modadır, bunu gündelik hayattan, çarşıdan-pazardan az çok bilirsiniz. Çarşıdan pazardan diyorum, çünkü modayı takip etmenin en kolay yolu çoğunlukla vitrinleri takip etmektir. Aslında, bu durum ülke gündemi ya da “kitle modası” için de çok farklı değil. Burada tek fark yaratılan bir modayı talep etmek için seçme özgürlüğünüzün cebinizden değil bundan bilmem kaç yıl önce kullandığınız oy pusulasından geçmesidir. Arz-talep dengesinin iktisadi kavram olmaktan çıkıp “nabza göre şerbet” esasıyla politikaya uyarlandığı böyle bir dönemde, tüm bu olup bitene “moda” deyişim sizleri yanıltmasın. O sadece bir tabir. Bu kadar hızlı değişen ve gelişen bir gündemi betimleyecek daha “yerinde” bir tanımlama bulamadığımdan belki. E onu da cehaletime verin. Tüm bu örneklemeler bugünün modası ya da bu yazının ana teması hakkında bir fikir sahibi olmanız konusunda size yardımcı olamadıysa, lütfen televizyonunuzu, radyonuzu ya da gazetenizi, yani “bu boyuttaki vitrininizi” şöyle bir karıştırın. Hemen hemen hepsinde farklı başlıklar altında gündeme yansıtılan aynı ana temayı görmeniz mümkün. Yok, hala göremediyseniz, ben size gündemden bir kaç başlık taşımayı zevkle görev edinebilirim; Öncelikle “Türban”, hemen ardından “Cuma namazında başı açık kadınlar”, “Bilmem nerde bilmem ne tarikatı”,”Bilmem hangi hocanın bilmem nerdeki konuşmasında bilmem ne anlattığı” ve son olarak 30 Eylül’de meydana geldiği halde ülke gündemine yeni giren taptaze(!) bir mevzu , “Basın özgürlüğü ve Hz. Muhammed karikatürleri”.. Şimdi yüksek müsadenizle konuyu bambaşka bir yere taşıyıp yine bu noktayla birleştirecek geniş bir zik-zak çizmek istiyorum; “Medeniyetler Çatışması” teorisini eminim az çok biliyorsunuz. Bilmeyenler için küçük bir paragraf da ben açayım; Samuel P. Huntington’un Medeniyetler Çatışması isimli makalesinden yola çıkarak kaleme aldığı bu kitap, günümüz medeniyetlerini birbirinden ayıran temel ilkelerin kültürleri ve geçmiş değerleri olduğunu iddia ederek; “süper güç”lerin, batı özenticiliğinin ve bu özenticilikten istifade eden sömürgeciliğin tarihe karıştığını öne sürüyor. Bu görüşe göre medeniyetler artık gelişmişlik düzeylerine göre değil, aralarındaki kültür ve yaşayış farklılıklarına göre gruplandırılıyor ve kitabın başından sonuna tek bir cümlenin altını çiziyor Huntington ; “Potansiyel olarak en tehlikeli düşmanlıklar dünyanın en büyük medeniyetleri arasındaki fay çizgisinde yer almaktadır.” Şimdi gelelim gündeme; 30 Eylül 2005’de Danimarka’nın Jyllands-Posten gazetesinde yayınlanan Hz. Muhammed karikatürlerine tepkiler hızla büyürken, elbette ki tepkilerin büyük çoğunluğu İslam alemine ait. İslam alemi, yani “İslam Medeniyeti”. Tarih 5 Şubat 2006. Neredeyse tüm basın gündemini bu olay üzerinde yoğunlaştırmış, yerelinden ulusalına tüm medya karikatürlerden ve tepkilerden bahsediyor. Aradaki büyük zaman boşluğu neyle doldurulmuş, gündem neyle meşgul edilmiş o dönem, bilmiyorum. Benim tam da bu noktada dikkatimi çeken bambaşka bir konu var; “İslam Medeniyeti” ve bu medeniyeti bir arada tutmaya yarayan ortak payda hakkında. “Din nedir?” “İslamiyeti diğer dinlerden ayıran özellikler nelerdir?” gibi sorularla aklınızı dağıtmak gibi bir amacım yok. Ama şimdi soracağım soru ilginç; İslam aleminin tamamı batıya karşı söyleyebilecek iyi kötü birkaç cümle bulabilirken, bizim söyleyecek hiç mi sözümüz yok? Adı Müslüman, kitabi Kur’an, Resulü Muhammed olan bir ulustaki, Türkiye Cumhuriyeti’ndeki bu sessizlik, bu sakinlik neden? Türbanla uğraşmaktan, başı açık namaz kılanlarla gündem yaratmaktan, kendi içimizde dini farklı farklı kalıplara sokup modernize etmek adına aslolanı yok saymaktan, Ezan’a en uygun dil aramaktan, İslam dininin esaslarından, Kur’an`dan çok, hacı-hocaların sözlerine göre tavır almaktan içinde bulunduğumuzu iddia ettiğimiz medeniyetin ve bu medeniyete yapılan böylesi bir hakaretin cevabını veremeyecek kadar “modernleştik” mi yoksa? Oysa Michael Dibdin “Gerçek düşmanlar olmadan gerçek dostlar olmaz. Ne olmadığımızdan nefret etmediğimiz sürece ne olduğumuzu sevemeyiz.” diyor Ölü Lâgün adlı romanında. Öyle ya, düşman olunan tarafın zıddı bizim olduğumuz taraftır. “Tarafsızlığını” bu kadar net ortaya koyabilen bir ulusun ne dostu ne düşmanı, zannımca ne de kimliği vardır...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Beste Sultan K., 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |