Bilmek kadar kuşku duymaktan da zevk alıyorum. -Dante |
|
||||||||||
|
Anneannemin o kadar yolu yüirüyerek, sırf beni görmek için nasıl geldiğini yıllar sonra birbirimizle arkadaş gibi olduğumuzda daha iyi anlayacaktım. Beni yıkamaya gelirdi ve o yıkadığı zaman gözlerim asla yanmazdı, mis mis kokardım, saçlarımı taradığında da canım hiç acımazdı. Yanakları hep kıpkırmızıydı, fedakar ve güçlü eski kadınlar gibi. Tüm sıkıntıları o küçücük bedeninin içine nasıl sakladığını hep merak ettim. Annem henüz çok gençti. 17 yaşında. Belki de ilk gençlik yıllarının baharında. Daha kendi çocukken bir de ellerine bebek verildigi anda gözlerinden akan "aman Allahim bu benim bebeğim mi şimdi?" ifadesini, resimlere baktıkça gülümseyerek seyrederim. Babam da kırılacak bir nesne gibi tutuyor beni. "Bu bizim mi şimdi?" diye soruyor o da. Yaş 23, tabii ki soracak. Çünkü kendi çocukluğunu yaşayamamış, erken yaşta büyükbabamı kaybedince kendisinin de büyümesi gerektiğine karar vermiş, ama yanılacağını hiç düşünmemiş. Hala gözlerinde her an bir çılgınlık yapabileceğini belirten pırıltılar dolaşıyor. Bu arada babamla gözlerimizin rengi ve pınltılan aynı ve bütün huylarımız birbirine benziyor. Annem bundan pek memnun olmasa da elden birşey gelmiyor tabii ki. İkimizden de vazgeçemiyor. Büyükbabamı ben hiç görmedim. Ama bazen aklıma geldiğinde ağlarım. Nedenini hala bilmem. Büyükannem kuzenime, dedemi kaybettiğinde kendinin de onunla gittiğini söylemiş. Galiba imkansiz ve uzun süreli sevgileri, aşkları aramam da bu konuşmalan duymamdan itibaren başladı. Kesin tarihini hatırlamıyorum. Gerçekten de bu dünyada değilmiş gibi bir tarzı vardı babaannemin; koltuğunun altında yünü, elinde şişleri dalgın dalgın bütün torunlarına kazak örerdi. Sonra elinde bastonu çiftliğin içinde dolaşmaya çıkar, tarlalarda yürür, tepelere tırmanırdı. Saçları kıpkırmızı kına kaplıydı. Banyodan sonra saçlarını sırayla tüm torunlarına taratırdı. Babama çok düşkündü; son çocuk olması ve çok erken yaşta yetim kalması galiba bağlarını kopmaz kılıyordu. Sabah erkenden kalkar, büyük tencerelerle yemekleri ocağa koyar, uyuyanlara da kızardı. Ne de olsa erken kalkılmalı, evler temizlenmeli, yemekler pişirilmeli ve gün yakalanmalıydı. Babaannemle anneannemi güçlülük konusunda birbirlerine cok benzetirdim. Gerçi şimdi bizler de hayatın ne kadar zor olduğu konusunda hemfikiriz ama, sıkıntılar şekil değiştirip hayatın içine farklı şekillerde dağıldığı için ve biz onları yaşam mücadelesi ile modern çağın getirdikleri olarak algıladığımız için tepkilerimiz de ona göre farklı oluyor genellikle. Amcamın kızlarıyla ki hepsinin elinde büyüdüm; radyomuzu alıp, bahçeye iner, çapa yapar, domates toplar, onları dizer ertesi gün pazara çıkacak işçilere yardım ederdik. En çok "yaylalar" şarkısını sever ve onlara zorla söyletirdim. On iki yaşıma kadar çiftlikte yaşadım. Doğanın doğallığı bedenime en ufaktan işledi yani. Kendimi bu konuda hep şanslı hissetmişimdir. Toprak kokusunu bilen, ineklerin sıcacık memelerinden süt sağan, yeni çıkmış sebzeleri dallarından toplayan ben, hayatım boyunca da hep doğal olanı istedim yanımda. Geçen gün can dostumla neden bu kadar içten ve doğal olduğum, etrafımda dönen kötülükleri neden anlayamadığım üzerine tartışırken "e tabii böyle olursun, etrafin o kadar doğal ki, öyle bir çocukluk geçirmişsin ki, sen istesen de anlayamazsın, boşuna yorma kendini" dedi. Yengemleri çok severim. Annem kendini büyütme ve olgunlaşmaya başlama işleriyle uğraşırken cici annem, yani büyük yengem ilgilenirdi benimle. Aynı çatı altında dört kardeşin çocukları hep beraberdik. Yaşlanmız da birbirine yakındı. Komşuculuk oynar, küçük aileler kurar ve birbirimizle kan kardeşi olurduk. En çok konuşan, durmadan şarkı söyleyen hep bendim. Annem yalvarırdı "ne olur biraz sus" derdi. Hepimiz büyüdük şimdi. Çoğu evlendi hatta kendi çocuklan bile oldu. Evcilik oyunları oynarken gerçekten evlenmeleri ilginç geldi bana önce. Aslında değişen sadece, hayal edilen eşlerle, plastik bebeklerin yerini, canlılarının almış olmasıydı. Kucaklarında çocukları, kollannda eşlerini gördükçe hoş bir duygu kaplıyor içimi. Ne de olsa onlarda benim bir parçam, Önceden hayallerini bildiğim insanlann yavaşca umduklarına doğru ulaşmaları bana gurur veriyor. Hepsi hatırlatıyor bana "sıra sende artık" diye. Annem çok güzeldi, hala da herkes benden daha güzel olduğunu söyler. Bence de doğru. Gençlik resimlerine baktığımda, gözlerinde hep birşeyleri yarım bıraktığına dair izler bulurum. Belki de yanm bıraktıklannı, bulduklarıyla ya da elde ettikleriyle tamamlamayı öğrendi artık. Herkes bu konuda başarılı olamaz. Örneğin ben, kendi kızı, Babamın görevi yüzünden yaz aylannı îstanbul dışında geçirirdik. Türkiye'nin çoğu yerini bu vesile ile dolaştım ve çok insan tanıdım. Ama hala kimden iyilik kimden kötülük geleceğini bilemem. Galiba kalbim o kadar temiz ki kötülüğün gelişini hatta nereden ve ne şekilde geldiğini bile anlayamam. Her şehrin bir kokusu olduğunu, insanlarımn o şehrin kokusunu taşıdığını ve gittiği yerlere o kokuyu götürdüklerini gördüm. Sonra yurtdışına çıktığımda ülkelerin kendisine ait kokuları olduğunu öğrendim. Örneğin Roma'nın aşk ve tarih, îngiltere'nin mesafe ve soğukluk, Fransa'nın kalite ve seviye, Afrika'mn fakirlik ve açlık kokuları gibi. Ama gezmek ayrı bir kültür katıyor gerçekten insana. Hayata bakışınız, değer yargılarınız, beklentileriniz yön değiştiriyor. Gerçi bu yön değişiklikleri bende biraz sancılı oluyor ama. Bir yerde okumuştum, "însanların kişilikleri kaderleridir" diye ne kadar doğru olduğunu yeni yeni öğreniyorum. Öğrendikçe de artık kendimi değiştirmeye zorlamaktan vazgeçtim. Madem hayatım kişiliğimle birlikte gelişiyor, o zaman kişiliğimdeki renkleri zaman içinde görecek; üzülecek, sevinecek, gülecek ve ağlayacaktım. Herşeye hazır olmalıydım. Çok sevgi dolu büyüdüm. Sevgimi hiç hesapsız vermem bundan kaynaklanıyor galiba. Hiç yalan söylenmezdi bizim ailemizde. Herşeyin doğrusu, ne olursa olsun doğrusu. Dostluğu ve sevgiyi ben bu ocakta öğrendim. Bu bana bir lütuftu. Yaramaz mıydım bilmiyorum ama çok mızmızdım. Annemse beni hayatın gerçeklerine alıştırmaya çalışmaktan artık bitap düşmüştü. Ama yılmadı önce herşeyin olumsuzunu düşünerek, heyecanla ve umutla baktığım şeylerin aslında başka amaçlı olarak söylendiğini veya yapıldığı savundu hep. Devamlı hasta olurdum. Annem ilaç şişesi sallayarak büyüttü beni bile denilebilir. Şimdi de pek birşey değişmedi aslında. Bu seferde kansızlık problemim olduğu için elinde pekmez şişesi koşturuyor peşimde. Hakkını nasıl ödeyeceğim bilmiyorum. Sobanın etrafında toplanıp, ekmek kızartmak, yağı eritip kahvaltı yapmak harika şeylerdi. Günler yapılırdı, pastalar, börekler, çaylar, el işleri. Anneannem çay bardaklan kanşmasın diye herkese minicik rengarenk mandallar verirdi, herkes bardağına onlardan takardı. Gülsuyuyla yüzümü, gözümü siler, saçlanmı tarar gezmeye giderdik. Hala işimden ayrılıp, günlere katılmak ve pastalarla böreklerle evde bir hayat sürsem daha mı mutlu olurdum diye düşünüyorum. Evet düşünüyorum ama sadece düşünüyorum. Çok güzel giydirirdi anneannem beni. En pahalı yerlerden kıyafet alırdı, ne de olsa ilk göz ağrısıydım. Hala da bir sürü şey alır ama; tercihler biraz değişti tabii şimdi. Çeyiz hazırlıkları yapılıyor, danteller, beyaz iş ortüler. Gülümseyerek seyrediyorum bazen ondaki hevesi. Oysa henüz evlenmem gibi bir durum yok ortada. Hayal ediyorum ben de onunla beraber yeni güzel evimi ve hani hiç bitmeyecek bir aşkla seveceğim eşimi, yarımı. Hala mutlu evliliklerin olabileceğine veya olduklarına inanıyorum. Renkli fıncanlarda çayların içildiği, arkadaşlarla partilerinin yapıldığı, sohbetlerin bol olduğu evler. Gerçi can dostumun dediği gibi bunlar için evlenmeye gerek olmadığını da öğrenmiş bulunuyorum. Sonra gerçek hayata dönüp ne kadar çok şey istediğimi düşünüyorum. Neyse... Dayılarıma çok düşkünüm hatta bir ara küçük dayımla evlenmek istediğimi herkesin içinde bağırarak söylemiştim. Çünkü o sıralar sevdiğin herkesle evlenilebileceğini sanıyordum. Dayımlara olan bağlılığım oldukça fazla. Belki de teyzem olmadığı için annemin yerine zaman zaman koyduğumdan. Halalanmın yerleri de farklıydı. Küçük halamın bakkal dükkanı vardı ve bize gelirken hep çikolata, şeker, sakız getirirdi Onlara gidip kalırdım; evlenmesinde katkılarım olan kuzenimle elbise modelleri çizer, kağıt bebeklere giydirir ve halamın moda dergilerini kanştırarak birbirimize hava atardık. "Hayatım geçen hafta Paris'teydim ve şu paltoyu yeni sezondan aldım" der arkasından da halimize bakıp saatlerce gülerdik. 0 zaman her yer bize çok uzak geliyordu. Yıllar sonra Paris'e gittiğimde kuzenimi anarak kendi kendime gülümsemiş ve dergilerde gördüğüm yerleri dönüşte ona anlatmak üzere içime kopyalamıştım. Herkes yavaş yavaş büyüyordu. Büyük olanlann da zamanla aklar düşmeye başlıyordu saçlarına. Kimbilir ne umutlar yanıyordu sobalarda, kimselerin haberi olmadan. Evlatlannın hep daha iyi bir gelecekleri olsun diye dualar ediliyordu. Gene de kimse hayatından şikayetçi değildi. Düşünüyorum da aşık olmuşlar mıydı acaba? Geçmişte erken yaşta evlenmeleri acaba onlara neler getirmişti veya bizlerin daha olgun yaşta evlenmek istemeleri bizlerden neler götürmüştü bilmiyorum. Kardeşim doğdu. Ufacık, kapkara birşeyi bembeyaz battaniyeye sarılmış olarak kariar içinde getirdiler. Hep uyuyordu ve hiç ağlamıyordu. Kıskançlığımdan hasta oldum. Anneanneme "onu sevme" diye gizlice yalvardığımı hatırlıyorum. Sonra baktım şirin birşeymiş. Küçükken çok kavga ederdik. Hatta bir keresinde zavallı anneanneciğim aramızda kalıp yumruk bile yemişti. Arada bir hala atışırız. Huylanmız hiç birbirine benzemediği için çatışmalarımız devam eder. Ama gene de insanın bir kardeşinin olması apayrı bir duygu. Ben ne kadar tüm ilgi benim üzerinde olsun istesem de. Zaman zaman "hayır işte beni daha çok seviyorlar" diye bağınşınz. îlkokula başlamıştım bu sırada. Okumayı öğrenmemle bareber, çeşit çeşit kitaplar alınmaya başlandı eve. Biriktirdiğim harçlıklarla hemen kitapçıya gider, kitap alırdım. Annem çok okuduğum için öğretmenime şikayet bile etmişti beni. Hala da çok okurum. Farklı dünyalara girmek, onlarla düşünüp, onlarla yaşamak ve hissetmek kadar bana zevk veren az şey vardır bu dünyada. Küçük de olsa ayn bir okuma odam olmasını istiyorum Çünkü, kitapların içinden çıkan hayatlar ve umutlann etrafta dolaşması için bir mekan gerekmekte. Unutmadan bir de ekmek ve parfüm hastalığım da sözkonusudur. Belki zayıfbelki de en güçlü noktamdır; güzel olan herşeye düşkünlüğüm. 0 sıcacık ekmek kokusunu içime çekmek, yürüdükten sonra arkamda hoş bir parfüm kokusu bırakmak tam bana göre şeyler. Ortaokulu denize karşı okumak müthiş bir duyguydu. Ders sıralannda bazen dalar giderdim uzaklara. Hayal kurmak, yeni senaryolar üretmek, değişik hayatlan düşünmek derslerden daha cazip gelirdi. Gene de başarılı bir öğrenciydim. Çalışmayı, sorumluluk almayı, önderlik etmeyi ve yeni şeyler üretmeyi hep çok sevmişimdir. Oturduğum yerde hiçbirşey yokken birden bir sürü yeni şey aklıma gelir ve hemen bir organizasyonla uygulamaya geçerim. Sonuna kadar bekleme konusunda sabırsız olsam da arkadaşlarım sağolsunlar sonuçlandırıyorlar. Derken Ankara'ya geldik. Zor ama uygulanması gereken bir karardı. Ailenin diğer fertlerinden aynlmak çok ağır gelmişti bana. Önceleri küçük bir köy gibi kabul ettiğim bu şehir daha sonra sıcaklığı ile sardı beni. Gene de bazen buralara ait olmadığım hissine kapılıyorum. Buyükannem öldü. Ölü görmekten korkan ben yanında oturdum. Dedemin yanına gittiği, ona kavuştuğu için mutlu bir ifade vardı yuzünde Babam çok ağladı. Ailenin en büyüğü gitmişti. Şimdi bayram sabahı kahvaltıları kimin başkanlığında yapılacaktı, önce kimin eli öpülecek ve kimden harçlık alınacaktı? Onu hala özlüyorum. Annemle karşılıklı birer sigara yakıp kahve içtikleri günler geliyor aklıma. Ve insanda umudun yok olmasının herşeyin kaybı anlamına geldiğini bir kez daha anlıyorum. Büyüyorum ama sadece bedenen. Hala isteklerim ve beklentilerim çocuk gibi. Gerçi geçen gün bir doktor arkadaşıma sordum bunun bir hastalık olup olmadığını gülerek “Hayır” dedi. Lise bitti, üniversite bitti ben hala aynıyım. Belki işe girince değişirim diye düşündüm. Ama nafile. Babamdan harçlık alıyormuşum gibi geliyor maaşım bana hala. Bu bir hastalık olmalı. Büyüyememe, olgunlaşamama hastalığı. Yaşadıklarımdan hiç ders alamıyorum. Bir yerde okumuştum. Çocuklar hata yapmaktan korkmazlar ve hep zamanları olduğunu bilirler kaybetseler bile. Büyükler ise vakit kaybetmeyi göze alamazlar çünkü hayata dair kredileri azalmıştır. Ne kadar da bana uygun bir ifade. İçimden sevgi taşıyor. Herkese hiç kötü birşey düşünmeden güvenebiliyorum. Bir sır vereyim, annem hedefine ulaşamadı. Mesleğim yapıma oldukça uygun. Hem güzel sanatlarla ilgili hem de doğal yaşamla. Çevreyi de kötülüklerden korumayı hedefliyorum aslında. Gerçi kötülüklerin olmadığı bir dünyanın da çekilebilirliği konusunda endişelerim de var. Kötülük güzelliği ortaya çıkanyor galiba. Ama gene de çok kötülük olmasın. Ben dayanamıyorum. Hem çevrenin kirletilmesi ve doğaya karşı verilen bu kadar zarar bir gün öcünü alacak ve insanlar kendi yaptıklarının cezasını çekecekler. Aslında hayal genel anlamda böyle değil mi? Yaptığımız herşeyin karşılığını bir şekilde göreccğiz. Doğa farklı bir deney tahtası. Ne ekerseniz onu alıyorsunuz. Insanlar gibi nankör de değildi son zamana kadar. Ama artık onunda canına tak etti ve vermemeye başladı. Insanların içlerinde hep yalnız oldukları konusu beni çok korkutuyor. Paylaşmayı çok erken ve çok kolay öğrendiğim için yalnızlığa asla tahammül edemiyomm. Yeni insanlar tanımak, yeni yerler keşfetmek, yeni olan herşeyi denemek bana göre. İçimde hiç bitip tükenmeyen bir merak sözkonusu. Bunun zaman zaman zarar getirdiğini görsem de, bu huyumdan asla vazgeçemiyorum. Hayat devam ediyor. Acısı ve tatlısıyla yaşamdan gerçekten de vazgeçmek çok zor. îlk aşık olduğumda ki genelde hep birşeylere aşığımdır; tüm dünyayı kaplayabilecek bir sevgim vardı. Ayrıldığımda ise gene tüm dünyayı kaplayacağını düşündüğüm büyük bir acım. Bir daha kimseyi sevemeyeceğimi düşünmüş, onsuz nasıl nefes aldığıma şaşırmıştım. Önce ölmeyi düşündüm ama annem çok üzülür diye vazgeçtim. Sonra aşk acısının öldürmediğini öğrendim. Gerçekten hayatın her alanında olgunlaşmak oldukça sancılı oluyordu. Gerçi inanmıyorum olgunlaşabildiğime, çünkü sorunları çocuklar gibi surat asarak karşılıyorum hala. Sonraki aşklarımda da aynı yıkıntılara uğradım. Demek hatalı olan birşey vardı yaptığım. Özetlersek: Beklenti. Evet her açıdan beklenti. Hayal etmek, hayallerinin yıkılması, Ümit etmek, ümitlerinin tükenmesi. Ve beklemek, beklediklerinin gelmemesi. Ama ben hala umduklarıyla karşılaşan ve beklentilerine cevap alan insanların varlığına inanıyorum. Belki ben de onlardan biriyimdir diye düşünüyorum aslında. Gerçi geleceğin hayalini kurarak bugünü unuttuğumun da farkındayım ama elden ne gelir. Dediğim gibi kişiliğim benim kaderim. Sonuçta değiştirmek istemezsem karşılaşacaklarım hep aynı olacak ve ben bu yıkıntıları hep göreceğim. Gerçi yeni bir slogan bulabilirim. Herkes doğru ben yanlışım bu hayatta ve benim gibi yanlış olanı arıyorum. Yani yanlışımı… Keşke çok güçlü ve kararlı olsam. Yıldırmasa beni zorluklar, hatta daha bir hırsla sarılsam bu hayata. Ama nerede. Duyarlı ve hassas olunca olmuyor işte. Bu devirde kadınların işinin oldukça zor olduğuna inanıyorum. Hele bizim dönemin. Bizden öncekilerin hayatları daha belirgindi; beklentileri, istekleri, azla yetinebilme kapasiteleri. Başlarını sokabilecek bir veleri olsun, onlara değer veren vermese de çok önemli olmayan, çocuklarına iyi bir baba olabilecek ve aile reisi imajına uygun bir eş, hayatlarını adabilecekleri çocuklar. Bizden sonrakilerin daha şanslı olduklarını düşünüyorum. Özgür, ayakları üzerinde durabileb ve istekleri daha da belirginleşmiş genç bayanlar. Bizlerse tam ara kesim; annelerimiz gibi mi olmalıyız ya da kızkardeşlerimiz gibi mi? Okuyoruz, çalışıyoruz, kendimizi yetiştiriyoruz, para kazanıyoruz. Ama gene de tam olarak özgür değiliz. Bir erkeğin güveninin hissetmek isityoruz, bağımlılık istiyoruz. Ne geleneklerimizden tam olarak sıyrılabiliyoruz, ne de tam olarak uygulayabiliyoruz. Kısacası karmaşık bir durum. Ama bu, ciddi ciddi geçirilmesi gereken bir süreç. Ailemin hanımlarına bakıyorum. Tüm örnekleri sergiliyoruz galiba. Ben hepsini kendi süzgeçimden geçirip yorumlamaya çalışıyorum. Galiba herkezden aldığım bir parçam var. Hepimiz öyle değil miyiz sonuçta?Farklı olduğumuz düşünüp, birbirimize ne kadar çok benzediğimizin farkına varamıyoruz. Ya da farkındayız ama hiçbirimiz bunu kabul etmeyerek, ayrı olduğumuzu iddia ediyoruz. Hayatın süprizlerle dolu olduğuna birkez daha inandım. Tam bitti artık dedğin anda hiç ummadığın bir şekilde küçük bir mum ışığı sızıyor bir yerlerden ve sen gene umutlanıyorsun, yaşama sarılıyorsun sıkıca. Galiba güzel olan da bu. Kopamama duygusu. Kendime hep herşeyin daha güzel olacağını tekrarlardım. Haklı da çıktım. Yeni bir dönem başlıyor hayatımda. Ömrüme yeni bir ömür eklendi. Ailemin ve toplumun kadınları arasındaki yerimi almaya başladım yavaşça. Zor ama zevkli olacak. Bilirsiniz bayanlar zoru severler ve bu toplumun, hatta bu dünyanın, bayanların içindeki sevgi, güçlülük, sorumluluk ve en önemlisi aşka ihtiyaçları var. Kolay gelsin…….
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Suna Gurler, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |