Yanlış sayısız şekillere girebilir, doğru ise yalnız bir türlü olabilir. -Rouesseau |
|
||||||||||
|
Nesneler karanlığı üzerlerine örtmüşçesine kendi dünyalarını yaşıyorlar mumun alevinden çekinen bir edayla dalmışlar kendi sessizliklerine Adam giriş kapısının yanındaki bezi eskimiş yer yer kumaşı yırtılmış kanepesinde oturuyor başı öne düşmüş almış kafasını avuçlarına sallanırda sallanır bir ileri bir geri üzerinde siyah ellerini bileklerine kadar saran bir kazak… Bir şey düşer ya insanın aklına çıkamaz derinliğinden o düşüncenin. Adam sallanırda sallanır bir ileri bir geri. Yalnızlık ansızın gelip yapışmıştı yakasına adamın hareketiyle ortaya çıkan seslerin dışında odada tek bir ses yoktu düşünceleri düşündükleri sanki onun hareketlendiriyor düşünceler arttıkça daha fazla sallanıyor sanki bir şeyi kovalar bir şeyi yakalamaya çalışır gibi bir ileri bir geri Ansızın sakinleşiyor nefes alış verişleri düzene giriyor Ama neden sonra başlıyor yine bir ileri bir geri sanki uzun bir koşuda tıkanmış nefessiz kalmışçasına nefes alışı hızlanıyor soluğunun sesi tüm nesneleri irkiltiyor. Tam o sırada saçlarını avuçluyor sanki koparıp atarcasına! Düşünceler düşünceler sarıyor etrafını Sanki karanlıkta kalan tüm düşler tüm hayaller gelip ona değiyor ve yer buluyorlar onun bedeninde kendilerine…. Anılar, yitirilmişlikler, ilk acılar ilk kayıplar Sonra ilk aşklar ve ilk ayrılıklar… Zaman karanlığı alıp avuçlarına, anıları ve acıları içine katıp getirmişti onun kapısına Bir ileri bir geri sallanıyordu adam. Bahçedeydi. İnsanların altı ay eve tıkındığı, evlerin çoğunun tek gözlü olduğu köylerden birindeydi ufacık sıska bir çocuktu üzerinde yırtık yeşil ve siyah karışımı bir kazak vardı ayaklarında yeni olduğu belli olan küçük iki lastik ayakkabı vardı ne sevinmişti babası onları aldığında. Uzun süre giymemişti onları her akşam yatarken alıp başının yanına koymuştu sonra babasının kızmasıyla giymeye başlamıştı. O lastik pabuçlarının ne kadar değerli olduğunu bu köyde ve buna benzer köylerde yaşayan çocuklar kadar kimse bilemezdi herhalde. Toprak damlı taş evlerinde abisi ve babasıyla yaşıyordu. Evleri üç gözden oluşuyordu. Girişte ufak bir hol, sağ tarafta oturma odası olarak kullanılan fakat kışın çoğu zaman bir köşesinin koyun yavruları için ayrıldığı bir oda vardı; odanın ortasında fırınlı bir tezek sobası vardı. Odanın içerisinde ki tahta pencereden içeri giren ışıklar odada adeta gökkuşağı misali süzülüyorlardı pencerenin yanında bütün duvarı kaplayacak büyüklükte bir divan vardı çoğu zaman bu divanın üzerinde abisiyle battaniyeleri alıp kendilerine ev kurar saatlerce beraber oynarlardı. Holün sağ tarafında aşhane bulunmaktaydı Aşhanenin de büyük bölümü hayvanlar için yazın bin bir emekle toplanıp hazırlanmış samanlar bulunuyordu aşhanenin sağ köşesinin tavanında baca için ayrılmış bir boşluk vardı altında ise kara düzen bir sac vardı sac altına bir iki tane büyük taş konularak sabitleştirilmişti ekmeklerini orada yapıyorlardı Holün sonu ise çoğu zaman irkilerek ve korkarak girdiği ahır vardı. Bazen orada tuhaf sesler duyardı çok küçüktü aklı kesmiyordu o yüzden bir anlam veremiyor yalnızken oraya giremiyordu. Bir ileri bir geri parmaklarıyla avuçlamıştı saçlarını durmadan sallanıyordu adam nefes alış verişi yarasanın geceyi yırtan tiz sesi gibi yırtıyordu odanın karanlığını. Kış henüz bitmişti bahar tüm yüreğindeki cevheri yere vermiş toprak yeşillenmiş kuşlar tekrar o mucizevî sesleriyle şakırdamaya başlamışlardı İnsanlar kardan açamadıkları kapılarını aralamış baharı kucaklıyorlardı. Babası evlerinin önünde ki tezeklerin piramit gibi yığılı olduğu bahçelerinde sabırla uğraşıp sardığı bir tütünü yakmış bakışlarında ve yüzünde keder ciğerlerini parçalamak istercesine içine çekiyordu. çocukkapının ağzında kendi eliyle yaptığı Öküz arabasına benzer bir oyuncakla oynuyordu. —Deniz oğlum getir şu makineyi -¬efendim baba —oğlum tıraş makinesini getir saçların keseyim yoksa bit girecek kafana. Deniz koşturdu odaya kapıyı açıp kapı arkasındaki poşetten eski elle çalışan tıraş makinesini alıp koştu babasına Yitirilecek o kadar az şey kalmıştı ki deniz için babası bunlardan biriydi. Babası tütünü yarılamıştı kederli yüzünde tek bir gülüş olsun yer bulamamıştı sanki. Denizin koşuşturmasını görünce sanki yüzüne bir bahar gelmiş, öylesine içten ve öylesine derinden gülümsemişti babasını gülümserken gören deniz daha büyük bir mutlulukla dolmuştu. Babası uzun zamandır sadece susuyor ve düşünüyordu —Deniz olum bir de tabure ve bez getir Deniz evden bir örtü aldı kapı önündeki tabureyi de kucaklayıp babasının yanına götürdü babası tabureye oturan denizin omuzlarına örtüyü yerleştirdi sonra saçlarını kesmeye başladı arada denizin saçlarını seviyor —oğlum denizim diyordu keşke annende görebilseydi bu günleri Zaten o gideli babası hiç mutlu olamamıştı sanki onun yanına gitmek için elinden geleni yapıyor, çoğu zaman yemek bile yemiyordu. Deniz babasıyla geçireceği bu dakikaların onun hayatında bu kadar önemli olacağını nerden bilebilirdi ki Zaten aklı ne kadarını kesebiliyordu ki hayatın! Bir ileri bir geri deniz sallanıyordu ufacık bir mum yetmiyordu odayı aydınlatmaya uzun zamandır ne kimseyi görmüş ne bir ses duymuştu. O ve kendi sessizliği yaşayan nesneler… Soğuk bir gün. Öğlene doğru yükselen güneşle insanlar evlerinden çıkmış kapı önlerine biriken karı hep beraber Atmaya çalışıyorlar. Güneş tepeye yükseldikçe hava biraz daha ısınıyor; evlerin damlarından aşağı sarkan buz parçaları düşüp yeri öpecekmişçesine küçücük damlalar halinde eriyordu. Deniz arkadaşı aynı zamanda kapı komşusu kazım görmek için dışarı çıktı. Kazım onun en sevdiği oyun arkadaşıydı Beraber karı oyar ev yapar içine girerlerdi. Deniz kazımın kapısına gelip küçücük elleriyle tahta kapıyı yumrukladı ama bir ses yoktu Bir iki kez daha deneyip büyük bir hayal kırıklığıyla kendi evine doğru yürümeye başladı. Evlerinin yanında küçük yıkık bir oda vardı içerisine tuvalet amaçlı birde küçük kulübe yapmışlardı evin önünden geçerken bu tuvaletin içinde babasını gördü karlar tuvaletin içine kadar dolmuşlardı babası karların üstüne işiyordu ama çişi Denizin ki gibi değildi sanki babası idrar yerine kanını döküyordu karlar üstüne kar kıp kırmızı kesilmişti. Bir ileri bir geri sallanıyordu deniz ev soğuktu küçükken elektriksiz kaldıkları günlere benziyordu ama bu sefer yalnızdı hem de uzun zamandır ve hiç olmadığı kadar yalnız. Zaten uzun zamandır yalnızlığını bozacak hiçbir şey girmemişti odasına. Ne kadardır oradaydı saat kaçtı hangi gündeydi… Hiç birinin cevabı yoktu bir ileri bir geri sallanıyordu Deniz… Babası hastaydı sonunda yatağa düşmeyi başarmıştı Zaten yaşayamam diyip duruyordu geceleri kadınını düşünüm ağlıyordu durmadan. Geceleri onun kadar kimse tanıyamazdı. Geceyi sabaha bağlar; seher yıldızına seslenir, kadınına şarkılar ağıtlar dökerdi. —Deniz oğlum geçecek bunlar, geçecek diyordu Deniz ne yapacağını bilmeyen bir tavırla sarılıyordu babasının göğsüne ama bu seferki farklıydı. Herkes, tüm akrabalar eve toplanmıştı herkes kendi arasında konuşuyor Deniz tüm bu olanlara bir anlam veremiyordu. Babası mavi beyaz çizgili pijamalarıyla yatakta bitkin bir şekilde uzanıyordu ara sıra gözlerini açıp denize bakıyor denizin küçücük ellerin avuçlarının içine alıp sıkıca sarıyor. Deniz babasını ilk defa bu kadar kötü görmüştü Babası denizin ellerini bir an ayırmasına müsaade etmiyordu avucunda sürekli onları ovalıyor seviyordu. Bir ileri bir geri sallanıyordu Deniz. Zaman akıp gidiyordu. Zaman tüm sınırları bir kenara atmıştı. Nefes alış verişi hızlanıyor sanki düşünceleri onu boğmaya çalışıyorlardı. Deniz sallanıyordu. Durmadan hiç durmadan… Sanki bir çığlık alıp götürecekti onu Sonra bir ses —Deniz canım dükkâna git babanın sevdiği ekmekten al Deniz verilen bozuk paraları alıp koştu bakkala. Babası son zamanlarda lavaş ekmeğini çiğneyemiyordu o yüzden eve bir haftadır şehir ekmeği alınıyordu. Ama babası öyle kötüydü ki bu ekmeği bile çiğneyemeyecek haldeydi. Deniz kafasında bin bir düşünceyle ekmeği alıp evin yolunu tuttu küçücük dünyasında neredeyse hiç kimse kalmamıştı birden bir korku düştü yüreğine o an koşturmaya başladı. Eve vardığında evden çığlıklar, ağıtlar yükseliyordu. Deniz ne olduğunu anlamaya çalışıyordu içindeki korku gittikçe arttı babasının kapısının önündeki ağlayan kalabalığı gördüğünde sanki içinden bir yıldız kayıp düştü. Elindeki ekmek yere düştü. Deniz kapıya doğru koştu o an orda bulunanlardan bir kaçı ona sarılıp odaya bırakmadılar neden sonra babasının yattığı odanın kapısı açıldı kapının aralığından Deniz babasının başının bir bezle örtüldüğünü gördü işte o an… O an… İşte Bir ileri bir geri zaman yıktı duvarlarını deniz birden bir hıçkırığa boğuldu. Bir hıçkırık bozdu hasta nesnelerin ağır uykusunu. Denizin gözlerinden sanki bir yağmur boşaldı. Bir ileri bir geri deniz tutunamadı zamanı Mum söndü bir karanlık aldı onu. Bir karanlık bir karanlık yıktı zamanın duvarlarını zaman aldı denizi soğuk karanlık odadan Can Erdem
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © can erdem, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |