İnsan özgür doğar, ama her yanı zincire vurulmuştur. -Rouesseau |
|
||||||||||
|
Kapıya yaslanmış gelişini bekliyordum. Sonunda gözlerimin yığıldığı köşeden beliriverdi. Montunu sırtına almıştı, dosyası elindeydi. Yorgun görünüyordu. İçeri girdi, herkese selam verdi, yanıma sessizce gelip elindekileri masaya bıraktı. Usulca önüne doğru uzattığım torbaya şöyle bir baktı; bir kitap, iki film CD’si… Gülümsedi. Öyle yorgun ve uzaktı ki, gülümseyişini ancak gözlerindeki dalgalanmadan anlayabildim. “Teşekkür ederim”, dedi, “daha öbürlerini bitiremedim bile!”. “Günün nasıl geçti?”, diye sordum, yanlış bir soru sormamış olmayı umarak. “İyi”, diye kestirip attı. “Yemekte ne var?”, diye sordu. “Dolma”, dedim, “Acıktıysan hemen eve çıkalım.” “Biliyor musun,” dedi, “bugün dışarıda yemek istiyorum.” Gülümsedim, montunu ve dosyasını aldım, çantasını o aldı; sarıldık ve dükkândan çıktık. Yabancısı olmadığımız bir restoranda, iştahsızca yemek yiyişini seyrettim.”Neden öyle bakıyorsun?”, diye sordu… “Senin”, dedim, “her halini ne kadar sorgusuzca ve ne kadar çok sevdiğimi düşünüyordum; yorgun ve sevimsizken bile seninle birlikte vakit geçirmekten ne kadar zevk aldığımı…” Bu sefer gerçekten gülümsedi sanırım, kısa bir an; sonra yemeğine devam etti. “Ben de seni seviyorum”, dedi kendisinin bile duyamayacağı bir tonla, ama ben duydum. Son lokmasını ağzına götürürken, “Hesabı isteyelim mi?”, diye sordu. Ağır adımlarla çıktık restorandan, eve doğru yürümeye başladık. Fazla konuşmuyordu, ben de soru sormuyordum; nasılsa anlatırdı. Rutindi konuşmalar. Eve girdik, aşağı kata inerken,”Bugün çok az çalışacağım, sonra aldığın filmlerden birini izleyelim mi?”, diye sordu. “Sen yiyecek ve içecek abur cubur bir şeyler hazırla, ben biraz sonra yanındayım; dizlerine yatıp film seyredeceğim”, dedi. Konuşmadan onayladım. Üstümü değiştirdim, sabah ona hazırladığım kahvaltının bulaşıklarını yıkadım. İçecekleri onun sevdiği bardaklara koydum, koca bir tabak dolusu abur cubur… derken, geldi. Saçları birbirine karışmış, pijamalarını giymiş, elinde kâğıtlar… “Düzgün yapıp yapmadığıma bir bakar mısın, bugün pek kendimi veremedim.”, dedi. Özenle kontrol ettim, gerçekten dikkatsizlikten gözden kaçan bir-iki ufak hatayı ona fark ettirmeden, yazısını taklit ederek düzelttim. “Her zamanki gibi kusursuzsun!”, diyerek burnuna minik bir öpücük kondurdum. Rahatladığını hissettim. Televizyonun karşısındaki kanepeye oturdu ve, dizlerime uzandı. O uyur uyanık film seyrediyordu, ben hayatımda ilk ve son kez görüyormuşçasına onun her tür devinimini gözlüyordum. Derken gözkapakları tamamen indi. Uyurken bile sabit duramazdı, yine kıpırdanıp duruyordu ama yanağımı tersiyle usul usul okşayan eli hiç yorulmadı. Film arasındaki sessizliğe araladı gözlerini, devamını seyretmek istediğini söyledi. İkinci diski koymak için yerimden kalkmışken, “Hafta sonu bir işin var mı?” dedi. Çok hızlı bir düşünce anından sonra “yok”, dedim. Aslında vardı.. ama sesindeki ricadan olmaması gerektiğini anlamıştım. “Ne Cumartesi, ne de Pazar çalışmayacağım; koca bir hafta sonu yalnızca bizim olabilir”, dedim. Boynuma sarıldı, “O halde”, dedi, “yarını daha kolay atlatabilirim.” “Burada uyuyabilir miyim?”, diye sordu. Mecburen kabullenen bir anne edasıyla, “Peki”, dedim, “bir süreliğine…” O, kanepeye tüm mutluluğuyla yerleşmeye çalışırken kalktım, bir pike ve yastıkla geri döndüm. “Yanımda kal”, dedi, “Mutfağı yarın toplarsın.” Yanına oturdum, her zaman yaptığı gibi kafasını boynumun altına yasladı. “Ben rüya görmeye başlayana kadar sakın gitme tamam mı?”, dedi, ricadan çok emrediyor gibiydi. Gözlerimle yanıtladım, sevgiyle okşadım saçlarını. Az sonra derin derin nefes almaya başladı. Usulca elini tuttum, saçlarını kokladım, gözkapaklarından öptüm, boynunu okşadım. Doya doya seyrettim ve dinledim uykuya teslimiyetini. Gözlerimdeki neme hava aldırmak için balkona çıkıp bir sigara yaktığımda… Tanrının bana sunmuş olduğu bu en gerçek, en içten, en… sevgi için… Teşekkür ettim. Adı Eylül, benim biricik yeğenim. Henüz 7 yaşında ve çocuk olmanın ona sağladığı bütün avantajları inanılmaz bir olgunlukla sonuna kadar kullanıyor. Gerektiği zaman en yakın arkadaşım, bazı zaman en azılı düşmanım, hayata en sıkı bağlanışım oluyor. Bana öğrettiği bir şey var: Gerçek sevginin acabaları, nedenleri, bahaneleri yok! Ve o bunu hepimizden daha iyi biliyor. * Yukarıdaki yazıyı yazdığımda, aynı şehirde, aynı evde hayatı paylaşıyorduk. Şimdi 8 yaşında, ilkokul üçe gidiyor; artık ondan çok uzaktayım ve ben onu ifadesi olmayan duygularla çok özlüyorum.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ÖzgeCân GÜNDOĞDU, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |