..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Şiir, seçmek ve gizlemek sanatıdır. -Chateaubriand
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Bireysel > ÖzgeCan




15 Şubat 2005
Beş Yaş Öznesi  
Not bile bırakmadı...

ÖzgeCan


...Ötenazinin hoş görülmediği bir kara parçası üzerinde konuçlandığımızı biliyorum ama bazen, fişi çekmek en iyi karardır...


:HGAB:

Dün, içimdeki çocuk öldü…
     
Genel görüş onu benim öldürdüğüm üstüne. Doğrudur. Eğer sadece bardağı taşıran o son damladaysa kabahat, bardağın içindeki onca suya karşın, suçluyum.

     
Dün.. İçimdeki çocuk.. Öldü!
     
Evet, belki de onu ben öldürdüm. Ama sanıldığı gibi umarsız bir acımasızlıkla değil, aksine içim parçalanarak! Ötenazinin hoş görülmediği bir kara parçası üzerinde konuçlandığımızı biliyorum ama bazen, fişi çekmek en iyi karardır...
     
Dışarıdan sızan kötülük hasta etmişti onu. Mutsuzdu, yalnızdı ve acı çekiyordu... İkiyüzlülükten, çıkar dünyasının kağıt üstü hesaplarından, kurallarını alış-veriş dünyasına indirgeyen insanlardan nasibini almıştı ya o, bir daha iflah olmazdı. Bilmiyor muydum sanki! Her gün birçok kez ölüp ölüp dirilmesindense, onu bir kere ve gerçekten öldürmek daha insaflıca geldi.
     
Artık daha fazla hırpalanıp yaralanamayacağı, hor görülemeyeceği bir yerde... Bundan sonra yıldızlardan medet ummayacak, yastıklara sarılıp uyumayacak, dertleşmek için ay ışığını beklemek zorunda kalmayacak...


Sabah sağduyum tarafından kelepçelenerek vicdanıma hapsedildim. Öğleden sonra beni yüreğimin yargıcının karşısına çıkardılar. Duruşmada birkaç görgü tanığı, birkaç düzmece şahit vardı, bir-iki de, içimdeki çocuğu tanıyabilecek kadar ben olan dost.. Yani o aynı yalnızlık birkaç kişi eksikle yanıbaşımdaydı.
     
Önce karşı tarafı dinledi genç yüreğimin erken yaşlanmış yargıcı. ‘Ne zamandır hastaydı’, dediler, ‘arada bir kendine gelir gibi oluyor, bir şeyler istiyor, ama bu katil -ki buyrun, bizzat ben kendim!- onun hiçbir isteğini yerine getirmeyerek onu daha da mutsuz ve hasta ediyordu’, diye eklediler. Sonra bana döndü yargıç yüzünde bir husum fırtınasıyla; ‘sen ne diyorsun peki’ diye sordu, ‘bu duruma?’.
     
‘Hastaydı’, dedim, ‘çok hastaydı. Öyle Akinetonlarla, kemoterapilerle, organ nakilleriyle falan iyileşecek gibi değildi. Başkaydı onun hastalığı. Eskisi gibi sığ suların mavisi bakamıyordu gözleri, uykularını bölen kabuslardı gözbebeklerindeki, unutmuştu bahanesiz gülmeyi. Gücü yoktu, hiç yoktu; neşesi kalmamıştı, hep mutsuzdu.. en mutlu sahnelerde bile melankoli kostümüydü sırtında taşıdığı. Yalnızca acı çekmek nedir bilir misiniz? Maskelerin arkasındaki gerçekliği olduğu gibi algılayıp da görmemiş gibi yapmanın ne kadar kanattığını insanı ve nasıl sinsi sinsi kemirdiğini umutlarını?!’. Sonra sustum.. oysa, avazı çıktığı kadar bağırıyordu suskunluğum.
     
-Öncelikle içimdeki çocuğun- ve benim dostum olanlar, derin bir keder ama sarsılmaz bir güçle bakıyorlardı bana, yo yo bana değil, gözlerimin tam içine; kalbime belki... Onların verdiği güvenle ve daha sâkin, devam ettim: ‘Evet’, dedim, ‘arada bir canlanır gibi oluyor, hayat belirtileri gösteriyor, bir şeyler yapmak için çabalıyor ama başaramıyordu. Çünkü ne zaman gülümseyecek olsa, karabasanlar çöküyordu dudaklarının kenarına, çünkü acımasızdı tecrübeleri, onu en zayıf anında yakalamaktan memnun.. Ben, onu yeniden hayata döndürmek için bir şeyler yapmaya, sevgi, umut, insanlık adına, hayat adına iyi-güzel ve anlamlı olan ne varsa vermeye çalışıyordum ama, kötülük her yere sinmişti bir kere.. ve benim her iyi niyetli çabam, onu daha da kötürüm yapıyordu. Sonunda, onun için hiçbir şey yapmamaya karar verdim.......” Son sözler, genzimi parçalayarak çıkmıştı, bir yumruk bastırmıştı boğazıma, yutkunamadım bile..

‘ Kendisini neyin hasta ettiğini bile bilmiyordu o, iyimserliği kötücül tüm tahminleri karşısında her şeye rağmen galip geliyordu. O, sokaklardaki çocuklarla futbol oynamak, tanımasa bile insanlara “günaydın, nasılsınız?” demek istiyordu. Oysa sokaktaki çocuklar bile alışmıştı yabancıları sevmemeye ve deli gözüyle bakılıyordu artık, yolda yürürken etrafına gülümseyenlere. Uzun zamandır görmediğimiz ya da -yine- hayata yenilip görüşmeye cesaret edemediğimiz insanları aramamızı, ziyaret etmemizi istiyordu. Diyelim ki yaptım, aradım istediği birini; “amacın ne?” diye bir küstahlıkla karşılaştığında kim toplayacaktı canındaki cam kırıklarını? Nasıl anlatacaktım ona nefreti! Ne sınırlarda, ne insan yüreklerinde cephelerin açılmadığı, yalnızca su tabancalarının olduğu, paranın insanı daha mutlu ve güçlü kıldığı değil, daha rahat ve daha insan kıldığı bir hayata; dostlukların aşkla, aşkların dostlukla dayanıştığı ilişkilere inanıyordu... Peki söyler misiniz bana; gerçekler sizi de acıtmaz mı bazen? Güneş’i dost sanan bir çocuğun karanlık çöktüğündeki hayal kırıklığı dolu mutsuzluğunu teselli edebilir misiniz? Ben edemedim, edemezdim! Ne gerçeklerin onu delik deşik etmesine izin verebilirdim, ne de bu hayatı, insanları ve insanlığı farklı bir pencereden seyrettirebilirdim ona. İşte bu yüzden, evet, tam da bu yüzden.. onun yaşadığı, yaşamakta olduğu ve yaşayacağı tüm acılara bir anda son verdim. Öldürmekse, kabul, katilim; suçluyum, o benim. Ya hayat, ya insanlar, ya her tarafımızı kaplayan duygusuzluk.. otomatikleşmiş beyinler, matematiksel zihniyetler, makineleşmiş yürekler, neredeyse noter huzurunda takas edilen sevgiler, sanatların en zoru ikiyüzlülük??...

Diyelim, önünüzdeki kalemi kırdınız benim için, peki onların defterini kim dürecek?!!”,


Demedim haykırdım. Tuzlandı yanaklarım, iyot kokusu sardı içimi o uzaklardaki martıların kanat çırpışlarından gelen esintiyle, denizi hissettim yüreğimde ve anladım ki o an.. denizlerde bir damla gözyaşıydın sen!

Yani artık o kırmızı tokaların gölgesi bile düşmüyor yaşantımın üzerine; maviler kara pastellere bulandı kaldı, ne kadar beyaz katarsam katayım o kara mavilere.. Fırtınalı gökleri aydınlatamıyorum...

Özledim, yedi harfe hiçbir duygunun, hiçbir yüreğin, hiçbir yaşamın sığdıralamayacağını bile bile... Sevgiyse sadece beş harf, ya da eş anlamlı daha birkaç kelime. Ne özleyerek, ne yürekten sevgileyerek dokunabilirim denizlerde yosun bağlamakta olan aşkla sırılsıklam-aşksız yüreğine!



.Eleştiriler & Yorumlar

:: kutluyorum
Gönderen: seçkin gündüz / /Türkiye
16 Şubat 2014
Beklentiyle, heyecanla okudum; tebrikler. Kısaltılırsa daha çarpıcı olabilir belki. Sözcükler azıcık savruk geldi,daha özenli seçilebilirdi. Vurucu bir son umuyordum,bence gerilim sonlara doğru gevşedi. Belki de yinelemelerden ötürü. Güzel bir paylaşım, tekrar kutluyorum. Başarılar...

:: ben yapamıyorum
Gönderen: Nihan Şentürk / İstanbul/Türkiye
4 Şubat 2006
Benim içimdeki çocuğun da can çekiştiği zamanlar çok oldu ama ben onu bir türlü öldüremedim. Bazen düşünüyorum da acaba bencillik mi ediyorum. Ben onunla mutluyum ama peki ya o benimle? Bu yazıdan sonra bunu biraz düşünsem iyi olacak ;)

:: Bir soru...
Gönderen: Var Samsa / İstanbul/Türkiye
11 Mart 2005
Bu yazılanlar bana bir Oriana Fallaci'nin Doğmamış Çocuğa Mektup isimli kitabını çağrıştırdı. Yargıcıyla, tartışmalarıyla. Bu ölçüde bir benzerliğin neden ortaya çıktığını sorabilir miyim?

:: içimdeki paranoyak
Gönderen: didem akın / Adana/Türkiye
9 Mart 2005
benim içimde bağırıp duran bir paranoyak çocuk var... neden bilmiyorum, 6 yaşında... ve hiç büyümüyor, hiç küçülmüyor... ona iyi bakıyorum, onu yok etmekten korkuyorum...

:: belkide
Gönderen: Boran Kalay / /
4 Mart 2005
gidenler değil kalanlardır acı veren ya da gitmeyi beceremeyenler en çok... sen kırmızı tokalarınla fırtınaları seyret sadece hiçbir fırtına bizi biz yapanlardan kuvvetli değil cancan unutma onları beyaz yapmak bize düşmüyor artık ne yazık ki rengini açmak öte tarafta dursun, belki de biz fırtınaları körüklüyoruz yaralı yüreklerimizle... sen yine olduğun gibi olduğun yerde kal yeni fırtınalar gelip seni bulana kadar az yağmurlu lodos günlerinin tadını çıkar... sevgiyle...

:: ...
Gönderen: yeşim kırlı / İzmir/Türkiye
1 Mart 2005
ÖzgeCan yine titrettin içimi...yok etmek yitirmek değil her zaman...yeniden kavuşabilmen dileğiyle...sevgilerimle...yeşim kırlı

:: Bence hala yaşıyor…
Gönderen: Burcu Yıldızer / Ankara/Türkiye
25 Şubat 2005
Neden duygularını bu kadar samimiyetle yazan sana inanamıyorum bir türlü? Günlerdir bunu sorguluyorum içimde. Tuhaf belki ama insan hiç tanımadığı birini bile, böyle günlerce sorgulayıp kendi içinde ‘anlamlı’ bir anlama büründürmek istiyor. O çocuğun öldüğüne inanmak zor; çünkü aynı çocuktan bende de var(dı). Bir zamanlar tıpkı ben de senin gibi, öldüğünü düşünmüştüm. Oysa hiç gitmemiş. Gittiğine öyle çok inandırmışım ki kendimi; gitmediğini fark ettiğimde bir an yabancılık duydum O’na karşı. Sanki bir başkasının emanetini taşıyormuşum gibi hissettim belli bir süre. Yanılmışım… Meğer, asıl öldüğünü, öldürdüğümüzü düşündüğümüz duygularmış bizi asıl ayakta tutan. Acıyla karışık direnç sağlayan… İşte o nedenle samimi değil yazdıkların. Yanlış anlaşılmasın; aslında güzel bir şey söylüyorum ve kesinlikle yargılamıyorum. Umarım anlatabilmişimdir, yüreği yazdıklarından büyük kız:) Sevgi ve ışıkla…




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Üvey Sevgili
Cevabı Yok Sorular
Ölü - M - Cül
İki Kere İki Kaç (K) Eder?

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Via Crusis [Şiir]
Trajikomedramik Otologlar [Deneme]
Cam"dan Çocuğa Can"dan Satırlar… [Deneme]
Son Yazı (N) [Deneme]
Advaita Vedanta* [Deneme]
Bütün Suç Mevsimlerde * [Deneme]
Agrutra Mirva* [Deneme]
Sn 2 (Bin) +v [Deneme]
Hepimizden İyi Biliyor [Deneme]


ÖzgeCan kimdir?

Sürgünü akvaryum olan bir okyanus balığı. . .

Etkilendiği Yazarlar:
. . .


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © ÖzgeCan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.