Hiçbir kış sonsuza dek sürmüyor, hiçbir ilkbahar uğramadan geçmiyor. -Hal Borland |
|
||||||||||
|
Lodos gün boyunca saçlarımla dalga geçip uyuyan sinüzitimin kuyruğuna basmıştı ama elektrik tellerine de kast edebileceğine pek ihtimal vermemiştim açıkçası. Mum ışığında yazıyorum size bu satırları Sinyor Federico; isminize kafiye, cappucino içiyorum ve sobanın ilkel tınısıyla, titrek, dans ediyor kalemimin uzun bacaklı gölgesi… Jacques Brel dinliyor olacaktım lodosun bu tatsız şakası olmasa. Şimdi rüzgârın tokatladığı ağaçların sözsüz isyanı uğulduyor kulaklarımda. Adınız girmişti hayatıma kendinizden önce. Belleğimde bir hayli fluydunuz anlayacağınız. Ne zamanki isminizle siz beraberdiniz Café Classic’e tesadüf eden karşılaşmamızda.. netleşiverdi resminiz. Yaza ve kendimi yine yollara vurmama az vardı. Geceydi ama biz kararmamıştık daha. ‘Beyefendi’ kostümü yakışmıştı çapkınlığınıza ve ‘can’ ithafı önisminizin sonuna… Gözleriniz muzip bir hüzün bakıyordu; gülüşünüz çocuksu biraz, en çok derin. Sanki gizleniyordu bir yanınız… Konuşacak fazla bir şeyimiz yoktu, zamanımız da, ama ikimiz de bakmayı biliyorduk sanırım. Anlaştık. Maskesizdik. Vedalaştık… Şimdi adınız ya da varlığınız ne şekilde belirirse yaşantımın ufkunda, o sahne, kısa metraj, canlanıyor göz kapaklarımın ardında. Ceres’e benzetmiştiniz beni, Roma’nın Demeter’i… Antik bir yanım olduğunu nasıl (da) anlamıştınız… Kaç yılı ıskaladık bilmiyorum; sesiniz, kelimeleriniz, haberiniz hep geldi bana ama biz sizinle bir daha hiç karşılaşmadık. Şimdi bir buluşma gibi (mi) yazılarımız… Hakkınızda ne az şey biliyorum Fernandes ama ne çok şey hissediyorum… Hüznünüzün iyotlu kokusuna yabancı değil sezilerim, ellerinizin mavisine ve karabasanlarca heba olan gecelerinize… Aysız gecelerde pusuya düşürür pişmanlıklar ve umutlar hep yalnız ve apansız çöker hesapsızlığınızdan. Matemler hep tek başına tutulur, en az değeri bilinen yalnızken en çok ve bir tek özlenendir; ya en keyifli kadehlerinizi kimlerle kaldırıyordu elleriniz, kimlere? Neydi niyetiniz, kime kısmet ettiniz?! Düşündünüz mü hiç; neden mavi derin(lik)ler yalnızlar ve yalnızlıkları emziriyor göğsünde ve sahip çıkıl(a)mayan düşlere ne olur?... Biliyor musunuz Fernandes; ağlamak, gözyaşını yüreğinden damıtanlara yakışır yalnızca. Bir gün ağlamak ya da ağlatmak isterseniz diye söylüyorum, yanaklardan akıtanlara inan(dır)mayınız… Anlamış gibi yapmayın… Cevapları da boşverin… Sorun kendinize, sorun… anlarsınız! “Bir adam, vitrininden ne dükkânı olduğunu anlayamadığı bir dükkâna girer ve tezgâhtaki yaşlı adama ne satıldığını sorar. ‘Biz düş satarız’, der adam. Müşteri ilgilenir. Satıcı adama üç düş gösterir. Müşteri, en sonuncusunu ve en güzelini beğenir. O düşte kendini görmektedir: Gerçek yaşamda, ilişkilerini doğru dürüst yaşayamayan biridir. Ama gördüğü düşte, başta kendi kişiliği olmak üzere, her yaşadığının ahlâkını savunmakta kararlı biri olup çıkmıştır… Beğendiği düşün fiyatını sorar. Satıcı, ‘yaşamınızın birkaç yılı’, diye yanıtlat. ‘Anlamadım’, der müşteri, ‘parayla değil mi?’. ‘Hayır, biz düşlerimizi, müşterilerimizin hayatlarının bir bölümü karşılığında satarız’. ‘Peki şu birkaç yıl.. biraz fazla değil mi?’. ‘Hayır. Bizde öyle düşler vardır ki, karşılığında bütün bir hayatı isteriz!’… Müşteri, düşü almadan dükkândan çıkar ve eski yaşamına döner. Düşlerine lâyık olmayı göze alamamıştır.” Gerçeğin ta kendisine tam onikiden dokunduran, Ingebor Bergmann’ın bir radyo oyunu bu; sorduruyor, gıcığına, kendimize o yanıtı yok soruyu. Biz nerede hata yapıyoruz peki kuzen(i)… Shatzi ömrünü vermedi mi, hayatına yüksek dozda enjekte ettiği düşer uğruna? Ne kadar ütopik olabilir ki bizim gündelik düşlerimiz? Daha kaç yılımızı feda etmeliyiz, aşka kalan zamanımızdan, kimseyi ortak edemediğimiz düşlerimize… Yazılarımı sever gibi tuhaf bir keyif ve gizli bir hayretle sev beni… Kalemine sarıl, sıkı sarıl; yazamazsan… akıtamazsan içindeki zehri…düşlemezsen… umudu bırakırsan elden… Kurtulamazsın ölümsüz cesedinden.. Sevgi ve saygılarımla Fernandes, ‘neden 55?’ merakıma, sizin nasıl bir hikâyeniz var?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ÖzgeCan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |