..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Değişim dışında hiçbir şey sürekli değildir. -Heraklitos
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Yaşam > Şenol Kalfa




18 Mart 2002
Gökteki Yıldızlar  
Şenol Kalfa
...buradaki her kelime benim hayatımdan bir kesit. Bu yüzden de tek başlarına ancak sözlüklerde kendine yer teşkil eden bu kelimeler bu yazıdaki konumlarıyla benim adıma muazzam değerlere sahipler...


:BFGF:
Ey önümde üzeri bembeyaz duran kendisi de esasında başıboş olan güzel sayfa! Senin kaderin de temelinde yalnızlık hissinin yattığı sözlerin kafanın üzerinde dolanmasına katlanmakmış. Elbette sen bunu istemedin bu durumu, tıpkı şu anda senin üzerinde yazılmaya çalışılan sözlerin sahibinin oturup da bunları yazmak istemediği gibi... Ama o da mecbur kaldı be güzelim! Yoksa bu satırları yazan da paslanıp gidecekti; daha dünya üzerine parlaklığını yansıtamadan yokolup giden yıldızlardan biri olacaktı. Belki dünyanın üzerine parlayamamış olmak onun yıldız kimliğine halel getirmez ama işte böyle bir durumda faniliğine de set çekememiş olacaktı . Ne zaman ki onun parlaklığını biri farkeder de o parlaklıktan bir şekilde etkilenir; işte o an en azından o farkeden şahıs ölene kadar, onun ruhunda bir yaşam sürdürmeye devam ederdim. Hele bir de gerçekten o şahsı etkilediysem ve o şahıs da bu etkiyi başkalarına da aktarabilirse ve bu silsile böyle devam ederse... Kaldı ki ben, benim parlaklığımın sadece belli bir zümrece değil herkesçe farkedilmesini istiyorsam, herkes beni benimsemese de beni benimseyemeyenlerin de en azından benim varlığımdan haberdar olmasını istiyorsam... Ama bunun gerçekleşebilmesi de benim bu yazılarıma bağlı bir ölçüde. Ne de olsa herkesin belli yetenekleri vardır ve kişinin başarısı bu yeteneklerini tanıyıp onları mümkün mertebe geliştirmesinden geçer. Ben de kendi kabiliyetimin sözsel nitelik taşıdığını biliyorum ve bunların da ancak irili ufaklı yazılarla gelişip bir karakter kazanabileceğinin ve de bu kazanılacak karakterin benim reklam aracım olup ulaşmak istediğim noktalara ulaşmamı sağlayacağının da farkındayım. Hal böyleyken benim üretkenliği elden bırakmamam gerekiyor elbette ki. Ancak ben ne yapıyordum son dönemde? Yani bunu itiraf etmek biraz acı belki ama mevsimin etkisiyle olsa gerek yan gelip yatıyor kendimi hayat nasıl devam ederse ona kaptırıp gitmeye çalışıyordum. Şimdi bu yazı tek başına benim direksiyonu elime almamı sağlamayacak, ancak en azından bunun için gerekli mücadeleye beni hazırlayacak bir antreman, bir kondüsyon çalışması olacaktır. Fakat ben tatil boyunca sadece vücudumu değil bütün ruhumu ikiseksen yatırınca bir anda sıkıntılar girdabında buluverdim kendimi ve anladım ki ben kendime haksızlık etmekteyim. Bu gidişin sonu beni ancak kafasını sallayıp maaşını almaya razı memurluğa götürür ki böyle bir durumda sanırım kaybeden sadece ben olmam. Peki başka kim kaybedecektir ki? O yukarda bahsettiğim yıldızı görmek nasip olmayan dolayısıyla onun getirisi olan müthiş etkilerden de nasibini alamamış insan güruhu da en az parlayamayan yıldız kadar kayıptadır. Hatta yıldız kendi yıldızlığının kısıtlı yaşam süresi boyunca azbuçuk bilincindedir, bundan ötürü ara sıra da olsa kendi kendine avunmasını sağlayacak bir koz mevcuttur elinde. Ya konumu itibariyle yıldızlaşması mümkün olamayacak, hayatın gerçekten ne olduğunu tanıması farkedebildiği yıldız adediyle oranlı olan şahsın kaybı ne olacak? İşte ben bu kaybın sorumluluğunu da ödeyemeyeceğimi bildiğimden bir eskiz maiyetindeki bu satırları karalayaraktan senin de huzurunu bozmaktayım, sen de helal ediver hakkını be güzel sayfa! Gerçi sen görev bilinciyle bunları düşünmüyorsun şu anda karşımda işini yapıyorsun ama daha işimin başında ben de kimsenin hakkının vebalini üzerimde hissetmeyeyim değil mi?
     Bir ek paragrafı bu yazıya ilave etmeden edemeyeceğim. O ek bölümün hülasası da şudur ki: Ruhsal kondüsyonumun da diplerde dolaşmasının büyük etkisiyle bu yazıya nasıl başlayacağımdan ilk satır sona erinceye dek kendim de bihaberdim. Piyasada pek irdelenecek türden olayın da mevcut olmadığı bir dönem içinde bulunduğumdan (Bana kimse ekonomik kriz filan demesin bu ekonomikten de öte sosyal bir krizdir millet adına ve zaten kriz içerisinde olduğumuzdan da üretkenliğimiz yok olmuş durumda herkes başıboş bir hale büründü, ben de bundan nasibimi aldım açıkçası. Hayattaki bütün değerleri paraya endekslemiş olmamız ve para olmaması halinde diğer bütün değerleri gözardı edecek bir konuma hep beraber gelmiş olmamız ise apayrı bir trajedidir, fakat ben de bu duruma karşı şu anki halimle çözüm bile üretemeyecek kadar aciz olduğumdan ancak parantez içinde buna değinebiliyorum. Parantez bir dilek, hatta bir dua ile kendini sonlandıracaktır: Allah sonumuzu hayır etsin!!!) onu bahane ederek bir yazıya da girişemedim. Yaz mahmurluğu ile benim üşengeçliğim birleşiverince hayatımın hem süresel hem de içerik bakımından en boş zamanı geçip gidiverdi farkında olmadan. Öyle ki ben her zaman olayları kendi insiyatifime almaya çalışıp bu çabamdan ötürü kendime karşı sevgi ve güven hissederken iplerin tamamen bana ait olduğu bir zamanı kaderci bir yaklaşımla heder eder olmuştum. Ve yine böyle gecelerin biriydi bu gece de ve yine her zamanki gibi geçse de gitse diye yaklaşıyordum ben ona ve bu yüzden de fiziksel ihtiyaçtan değil sırf zamanın daha hızlı geçmesi adına bir uyku sürecine sokmaya çalışıyordum kendimi. Ikına sıkına başardım da bunu lakin uyumak adına kısa sayılabilecek bir zaman içerisinde bir şırıltı münasebetiyle yeniden uyanık buldum kendimi. Hasbinallah diye diye tuvalete yönlenip işimi gördükten sonra pencereye doğru baktığımda ise anladım ki bu şırıltı, gaipten gelme bir ses filan değilmiş. Sağanak yağmurun sesiyle uyanmışım meğerse. Normalde her ne şartta olursa olsun insan, uykusu bölündüğünde henüz uyumaya başlayalı çok olmadıysa ve de uyumasına mani bir durum yoksa yeniden yatağa girip uykusunu sürdürme eğiliminde olur. Güya benim kafamdaki plan da tuvalet yolu boyunca bu şekildeydi ta ki pencerenin başına dikilinceye kadar. Sen hiç yağmurun sesiyle uyanıp toprağın kokusuyla ayıldın mı? Ayıldıysan ne ala, bu dünyada bu yaşamın her şeye rağmen niçin vazgeçilmez olduğunun biraz da olsa farkına varabilmişşin demektir. Yok ayılmadıysan darısı senin de başına, çünkü bunu yaşayamadıkça sen bedenen de ruhen de derin uyku halinde kalmaya mahkumsun demektir ne yazık ki.
Sanırım ben asla bu ülkede mesleki anlamda bir yazar olamayacağım, olsam da bu durumda bu meslekten para kazanamayacağım için aç kalacağım. Sanmayın bu ülke insanı beni anlamaz şeklinde ucuz ayaklara yatıp entel imajı çizmeye kalkacağımı. Tam tersine ben onlardan, yani halkın içinden biri olarak sözümü elit tabakaya dinletemeyeceğimin, gariban halkımın ise kitap,gazete gibi şeyleri kendi masraf listesinde fuzuli harcama olarak gördüğünün bilincindeyim. (Ha seri halinde kitap çıkarabilir ve seri boyunca kupon yayınlayıp kuponları biriktirene tabak-çanak hediye etmemi sağlayacak bir sermaye ile bu işe girişebilirsem o zaman iş değişir tabii...) Fakat yukarıda saydıklarımdan daha vahim bir sorun var benim adıma: Ben üretkenim belki kendi adıma ama bu üretimi gerçekleştirebilmem için illaki birtakım şartların yerine gelebilmesi gerekiyor. Örneğin ben geveze olarak bilinirim fakat kimsenin dikkatini çekmez benim kendisinden bir elektrik hissetmediğim kişilerin karşısında suspus kaldığım. Yani benim konuşkanlığım, kendisinden feyiz alabildiğim insanlara karşı ortaya çıkan bir durumdur. O insandan ben ne kadar çok şey alabiliyorsam o oranda kendisine sözsel aktarımlarım oluyordur. Bir diğer deyişle söylediğim her sözde benim düşünce mekanizmam kadar sözlerin o anki muhatabının da payı vardır. İyi de burada karşımda somut bir varlık da yok şimdi. Kendi kendimeyken yazılıyor bu yazılar. (Zaten birisiyle birlikte olsaydım şu anda onla olan diyaloglarımız kesinlikle şu aptalca satırlardan daha kıymetli olurdu ama ben olayın akışına kendimi kaptırıp gideceğimden ve tabii bilhassa kahrolasıca üşengeçliğimin de etkisiyle bunların geleceğe saklanabilmesi mümkün olamayacaktı.) Bunlar nasıl ortaya çıkabiliyor hal böyleyken diyecek olursa cevabım şudur ki: Çıkabilmesi için illaki günün alacakaranlık kuşağı olarak tabir edilen diliminde olmam gerekiyor. Normal şartlarda günün en pasif zamanıdır halbuki bu periyot. Sokağa çıkıp etrafa bakındığınızda hiç bir yaşamsal ize bile rastlayamazsınız. Ben de herhalde bu vakitte artık yaşamın içindeki rolümden tamamen sıyrılabildiğimi hissedip bireyliğimi doyasıya yaşıyor olsam gerek bu zaman dilimi içinde uykumdan ödün vererekten bütün bunları karalıyorum işte. Ne de olsa bir şeylerin elde edilebilmesi onun için fedakarlıkta bulunmaya bağlıdır. Vermiş olduğum ödünden ötürü asla pişman değilim ve umarım bunun karşılığını almak da bir zaman nasip olur...Ama yazı yazması böyle şartlara bağlı bir insanın o yazılardan gün gelip de ekmek yemesi zor gözüküyor hani.
     "Yağmurun sesine bak, aşka davet ediyor..." Haklısın Erkin Baba, lakin davet edildiğim aşkın muhatabı kim ki? Daha da mühimi o aşk hep gelip geçici olmak durumunda mı benim adıma? Ben de bir yere davet edildiğimi hissettim işte sabah sabah ve şu anda o davete icabet etmiş durumdayım. Davetin kuralı ise bu boş sayfaları işlevsel hale getirmek. Bu işlevi belirlemekte ise özgürüm tıpkı yaşamım gibi. Dünyaya da kendi ebeveynim tarafından davet edilerek geliyorum ve yaşamsal sınırlar içerisinde bir şekilde yaşam sayfalarını dolduruyorum. Bu doldurmadaki insiyatifi çoğu zaman dilediğimce olmasa bile kendime en uygun gördüğüm biçimde değerlendiriyorum. Mesela şu anda ben evimde oturuyor olmak yerine bir tatil yöresinde bulunuyor olmayı tercih ederdim ama şu anki şartlar itibariyle insiyatifimi bu yazıyı yazmak yönünde kullanmış durumdayım. Zaten bu yazı benim için aslında bu açıdan benim karışık hayatımın bir yansıması. Yani buradaki her kelime benim hayatımdan bir kesit. Bu yüzden de tek başlarına ancak sözlüklerde kendine yer teşkil eden bu kelimeler bu yazıdaki konumlarıyla benim adıma muazzam değerlere sahipler. Aşk kelimesi tek başına hiç bir şeydir. Ne zaman ki o kelime, benim hissettiğim aşkı ifade etmek için kullanılır işte o zaman öylesi anlamlara bulanır ki, belki kendisi bile sıyrılmak ister o anlamlardan. Tek başına bütün o yükü taşıyamayacak durumdadır çünkü esasında ama ben o yoğunluğu parçalara ayıramadığımdan ne var ne yoksa ona bindiriveririm. İyi de kime karşı duyulacak böylesi bir aşk? Bunun muhatabı var mıdır ki? Hele ki benim gibi her uyandığında dokunacak varlık aradığında müstakbel yarinin göğsü diye yastığına baş koyan, tutacak el aradığında iki elini birleştiren biri için? İşte ne yazık ki aşkın muhatabı sadece bir karşı cins (yazıyı okuyacaklar arasında bir eşcinsel olmayacağını varsayarak yazıyorum bunları aslında gelecekte her kitleye hitap edip bu yazma hadisesinde bir meslek erbabı olmayı tasarlayan biri adına son derece vahim bir durumdur ama şimdilik affediverin ne de olsa çaylağız daha) değildir. Yağmur beni de çağırmıştır aşka hem de uykumun ortasında daha henüz hülyaya bile dalmamışken ancak bu öylesine yoğun bir davetti ki reddedemedim ve aşkımla başbaşa kaldım. Neydi aşkım? İşte bütün bu yazdıklarımı somut hale dönüştürebilmek, bu sayede gerek geriye dönüş yapmak istediğimde güdük hafızama mahkum kalmaktan kurtulmak gerekse bu kafamdakileri mümkün mertebe doğru insanlarla paylaşabilmek. Bir diğer aşkım ise elleriminin ve zihnimin yorulduğu ya da seri halde yazmaktan bezdiği anlarda pencerenin karşısına geçip sıcak nescafeyi yudumlamak. Bütün bunlar o aşk-şevk olmadığı zamanlarda da yapılır elbet ama o zaman bu affedersiniz sevgilinizle değil de bir fahişe (ya da jigolo) ile sevişmenizle eşdeğer hale gelecektir. Yine alacağınız bir zevk olacaktır ama bu zevk ne kadar insanidir o tartışılır.
     Peki bu yazının bir sonu gelmeyecek midir? Elbette gelecektir hatta şu anda kendileri bitmek üzeredir. Müjdeler olsun sana ey güzel sayfa! Başındaki insan insafa geldi de seni rahat bırakma kararını aldı. Huzura kavuşmak üzeresin sonunda. Ne o? Hiç bir tepki vermiyorsun. Ahh ahh iş ahlakı değil mi? Neyse sevincini ben başından defolduğum zaman doyasıya yaşarsın artık. Ne de olsa dışarıdaki yağmur ve yağmurun getirisi olan o hoş koku kesildi. Fincandaki nescafe de soğuduğundan artık eskisi gibi keskin ve çekici değil. "Her aşk bitermiş bir gün bildim..." İnsan farkında olmadan en büyük aşkı kendi yaşamına karşı hissediyor. Ama biliniyor ki o yaşamın kendisi de er ya da geç bitecek bir gün. O aşkı hissedebilmekten yoksun kişilerse bir sabah yağmur sesiyle uyanabilmeyi denesinler. Uykuyu bile sadece ihtiyacı karşılamaktan ibaret hale getirmemek gerek. Bakınız simdi de uykuya karşı bir aşk duymaya başladım ben ve bu aşkımı icra edeceğim az sonra. Kendime ve yazı boyunca benle birlikte olan cefakar bilgisayarıma başta olmak üzere bu yazıyı okuyan okumayan hayatımı bir şekilde paylaştığım, dolayısıyla az ya da çok bana tahammül etme saygınlığını göstermiş olan herkese sonsuz teşekkürler. Son söz: Bir yerlere çarpıp çarptığı yerlere hasar vermeyi kendine marifet bilen göktaşlarının çokça bulunduğu bir uzayda "Ben yıldızım" demek her ne kadar ukalalık olarak nitelendirilse de o yıldızlar kendilerini bilir, kendilerine güvenirler. Onların varlığını insanlar gökyüzünü özel olarak incelemedikleri müddetçe bilmeseler bile...



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Aşka Aşık Olmak
Büyüme Sendromu
Hangimiz Temizpak Bir Dünyada Yaşadığını Sanıyordu Acaba?
Çorba

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Üretkenlik üzerine... [Eleştiri]
Ben=Sen=O (mu acaba?) [Eleştiri]
Piyango [Eleştiri]


Şenol Kalfa kimdir?

En büyük nefretler en büyük sevgilerden doğarlar. Bu yüzden olsa gerek zaman içinde en büyük nefreti de kendime karşı hissediyorum. Ama neyse ki kendime karşı olan bu menfi hissim ortadan kaybolabiliyor ve ben yine kendime ve hatta eskisinden daha da güçlü bir biçimde bağlanabiliyorum. Kendime karşı olan bu büyük sevgi bağının getirisi olan gelgitler sonucunda da doğurgan bir yapı ediniyorum. Doğurduğum çocuklarımın yazıya dökülmüş olanlarını buraya aktarmaya özen göstereceğim. Umarım sağlıklı doğumlar gerçekleştirebilmişimdir; bunun gerçekleşip gerçekleşmediğine ilişkin kararı benim dışımdaki şahıslarca yani onları okuyacak olanlar verecekler. Saygılarımla. . .

Etkilendiği Yazarlar:
Engin Ardıç


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Şenol Kalfa, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.