Bütün sanatlarda insanı şaşırtan bir yan vardır. -Alain |
|
||||||||||
|
Bir polis memuru elinde bir poşetle kapının zilini çalmaktaydı aceleyle. Henüz birkaç defa çalmış olmasına rağmen söylenmeye başlamıştı içten içe. İçeriden kısık bir ses duyuldu; __Kim O? __Polis hanımefendi, lütfen kapıyı açar mısınız? Demesiyle ağırca açıldı kapı. Kapıyı açan kadın kan çanağını andıran gözleri, taranmamış saçları ve yüzündeki yorgun ifadeyle anlamsızca baktı memurun yüzüne. __Derya Hanım öyle değil mi? __Evet, memur bey buyurun? Dedi kadın kendisini zorlarcasına. __Başınız sağ olsun, hanımefendi. __Sağ olun memur bey, ne istemiştiniz? __Kardeşiniz Kerim Bey’e ait birkaç eşyaya el koymuştuk, inceleme için. Şu an incelemeler bittiği için size teslim etmem gerekiyor. Şurayı imzalayıp alabilirsiniz diyerek elindeki poşeti ve bir kâğıdı uzattı zoraki bir gülümsemeyle. Kadının hareketleri oldukça yavaştı, sanki nefes almak bile zor geliyordu. Kaskatı kesilen bakışlarıyla poşeti alıp kâğıdı imzaladıktan sonra teşekkür ederek kapıyı kapattı adamın yüzüne. Öteki ise ilgisizce kâğıda bakıp uzaklaştı kapının önünden. Derya kapıyı kapatır kapatmaz, olduğu yere diz çökerek ağlamaya başladı. Biraz sakinleştikten sonra yerden kalkarak oturma odasındaki kanepelerden birisine bıraktı ağır bir nesneyi andırırcasına bedenini. Elindeki poşeti de önünde duran sehpanın üzerine koyarak kardeşini düşünmeye başladı. Bir hafta öncesine kadar Onunla telefonda konuşmuştu. O da her zamanki gibi hep aynı diye cevap vermişti. Ama hiçbir şey aynı değildi, O yoktu yanında. Boynuna geçirdiği kalın bir iple, kimsenin ne olup bittiğini anlamadan asmıştı kendisini. Hep kendi halinde, sessiz, yalnız bir hayat süren kardeşi niye bu yolu seçmişti. “Hazinem” dediği kitapları kalmıştı ondan geriye sadece, onun dışında hiçbir şey yoktu. Derya ıslak gözlerini elinin tersiyle silerek, poşeti sehpanın üzerine boşalttığında gözlerine ilk takılan ona yirminci yaş gününde aldığı ve hiç çıkartmayacağını söylediği gri saatti. İncitmekten korkarcasına eline alarak, okşamaya başladı, sanki kardeşini duyumsamaya çalışıyordu. Bir kalem, camının teki kırılmış bir gözlük, cüzdanı ve bir defterdi poşetin içinden çıkan ve ondan geriye kalanlar. Derya açtığı cüzdanın içinde onunla oniki yaşındayken çektirdiği, sağ alt ucu sararmış, fotağrafı görünce hafif bir tebessüm belirdi yüzünde. Sonra eskice defteri aldı eline. Ön sayfaları yırtılan defterin, geri kalan kısmında, kardeşinin elyazısıyla yazılan birkaç sayfa kalmıştı. Defterin kalan sayfalarının içinden bir fotoğraf düştü Derya’nın kucağına, kumların üzerinde kanatlarını açmış, etrafına kum fırlatan bir serçe fotoğrafı vardı. Arkasında yazılı cümleyi okudu seslice; “ Bir serçe olsam ne çıkar sanki kime zararı dokunur bunun, oradan oraya uçup taklalar atsam gökyüzünde ve gülsem tüm dünyaya neşeyle.” 15 MAYIS Her zamankinden daha huzursuzum. Sokakta yürümek, nefes almak, konuşmak, özellikle çevremdeki insanları hissetmek zor geliyor, hatta daha bir ağırlaştırıyor omzumdaki yükü. İşten gelirken gözüme, elbiseleri oldukça eski ve pis olan bir kadın takıldı. Öylece çöpleri karıştırıyor, umutla bir şeyler arıyordu. Uzaktan onu izlemeye başladım kımıldamadan. Çöpten çıkardığı kâğıtları, tenekeleri, plastikleri ayrı ayrı poşetlere yerleştiriyordu ustaca, ardından da bunları eski demir arabasının kenarlarındaki kancalarına takıyordu. Bu işi yaparken kendisinden o kadar emindi ki ne etrafına bakıyor nede kendisine çevrilen iğreti bakışları umursuyordu. Bir ara yakındaki lokantalardan birisinden bir kova çöple iki komi çocuk geldiler yanına. Kadın onlara bakıp; __Ağabeyler bir bakayım, belki içinde yiyecek bir şeyler vardır dedi. Çocuklar önce birbirlerine bakıp güldüler ve olmaz deyip boşalttılar çöpü. __Al şimdi hepsi senin olsun diyerek uzaklaştılar oradan. Birkaç kez arkalarına dönüp tiksintiyle karışık bir bakışla güldüler ona. Kadın hiç umursamadan –ne onları, ne de bakışlarını- dökülen çöpü elleriyle karıştırarak, bir şeyler aramaya başladı. Birkaç marul çıkarttı önce, elleriyle üstteki bir iki yaprağı koparıp attıktan sonra arabasındaki beyaz poşetlerden birisinin içine koydu. Daha sonra bir et parçası –belli ki ısmarlayan bitirememişti veya beğenmemişti- çıkararak eliyle sildiği yeri ısırdı ve zevkle yemeye başladı. Bu sırada iki aile grubu ki oldukça iyi giyimlilerdi, yavaş ve ağır adımlarla sohbet ederek geliyorlardı o yöne. Önde koşturan iki çocuk çöpü karıştıran kadını görünce, durup onu izlemeye başladılar, şaşkın bakışları umursamayan kadın işine devam ediyordu, belki de hiç fark etmemişti onları. Sonra arkadan gelen kadınlardan birisi; __Çocuklar buraya gelin çabuk dedi. Bunun üzerine çocuklar korkuyla gittiler sesin sahibine. __Anne o kim öyle ne yapıyor orada? __Hiç yavrum sadece çöpleri karıştırıyor diye cevap verdi kadın kayıtsızca. __Ama niye anne? __Küçükken anne ve babasının sözünü dinlemediği için yalnız kalmış, Allah’ta onu böyle cezalandırmış, işte sen de beni dinlemezsen böyle olursun dedi kadın gülümseyerek. __O zaman babam ona biraz para versin, babamda bir sürü var zaten, hem de bu kadar diyerek ellerini açtı çocuk, göstermek isteyerek. Bu sırada diğer çocuk da bağırarak yerinde zıplıyordu. __Anne biz eve götürelim onu, hadi anne ne olur. __Çocuk işte her şeyi ne kadar kolay zannediyor dedi saçlarına yer yer ak düşmüş, sağlık fışkıran yüzünde beliren inci gibi dişlerini gösterircesine gülerek. __Biliyor musun bazen keşke çocuk olsam diyorum, dert yok tasa yok, alırsın eline bir oyuncak her şey oldubitti dedi bir ötekisi diğerine katıldığını belli eden bir tavırla. Çocuklar birbirleriyle yarışırcasına bağırıyorlardı, bu garip canlıyı evlerine götürmek isteyerek. __Bak eğer böyle devam ederseniz sizleri ona veririm diyerek susturdu kadınlardan birisi. Çocuklar birbirlerine bakarak susmuş, yanından geçtikleri kadına dönüp dönüp bakarak korkuyla daha bir sıkı tuttular annelerinin ellerini ve babalarının sesleri arasında geride bıraktılar onu. Bende yürümeye başladım, aldırmadan, karışmadan kimseye. Çocukları susturmak ne kadar kolay olmuştu, ona vereceklerdi eğer susmasalardı. Belli ki karşılarında bir insan yoktu. Pis, tehlikeli, kötü bir şeydi sadece. Bin yıl öncesinin ejderhaları, cinleri, yılanları, devleri beden değiştirmiş insan olmuşlardı şimdi. Ne koca dilleri, ne de keskin dişleri vardı, sadece aç, yalnız ve çaresizlerdi. Ama daha tehlikeliydi şimdikiler, her an her şeyi yapabilirlerdi, mesela küçük çocukları kaçırır, onların kollarını, ayaklarını koparır sokaklara atarlardı hiç acımadan. Eski canavarlar bunu sadece eğlence ve kötü oldukları için yaparlardı, şimdikiler ise açtılar ve bunun için ne yapacakları hiç belli olmazdı. En kötüsü ise hızla çoğalmalarıydı. Ne garip insan olmak, ne garip yüz yıl öncesinin hayalperestlerinin dünyasını şimdi başka şekillerde yaşamak ve ne tuhaf ki yaşananlara anlam verememek. 19 MAYIS Yine yalnızım. Bazen hiçbir şey düşünemiyor, kendimi dünyadan ve var olandan ayrı hissediyorum ya da öyle arzuluyorum. Odamın penceresinin kenarında oturup öylece dışarıya bakıyorum. Bir şeyler görmek veya bir şeylere, birilerine bakmak için değil, sadece bir camın arkasından görünen dünyayı, belki de Tanrı’nın neler düşündüğünü, hissettiğini anlamak için bakıyorum. Elini yağmur damlalarını tutmak için uzattığında, fark etmediğin bir cama çarpıp canın yandığında, artık o damlayı tutamadığına veya yanan canına acınmak yersizdir, çünkü damla diğerleriyle bir olmuştur ve sen onların dışında, onlardan farklı bir damlasındır artık. Saçmalıyorum yine. 21 MAYIS Parklardan birisine oturup çocukları seyrettim tüm gün. Kimi zaman çocuk gibiydiler, arada sırada ise yırtıyorlardı çocuk bedenlerini, ben yetişkinim diye. Hiç enerjileri tükenmeyecekmiş gibi geliyordu bana. Bir serçe gibi oradan oraya koşuşturuyorlar, uçuyorlardı, şen şakrak. Bir ara uzakta gördüğüm, bir adam tarafından tekmelenen küçük, kahverengi, kulaklarının birisi sarkık diğeri ise yukarıda olan, kemikleri sayılabilecek kadar zayıf bir köpek geldi kuyruğunu sallayarak. Onlarsa aralarına aldılar, hiç düşünmeden yeni arkadaşlarını. Onunla konuşuyor, koşturuyorlardı, hepsi bir olmuştu sanki köpek mi daha şefkatliydi yoksa çocuklar mı bilemiyorum. Ama hepsi memnundu hallerinden, oynayan da oynatanda. Sonra bir kadın yaklaştı öfkeyle, çocuklardan birisinin annesiydi sanırım. Elinde kocaman bir sopayla uzaklaştırdı köpeği. Ne buluyordu bu pis köpekte çocuklar. Merak ediyorum hangisi daha korkak, kaçan köpek mi, yoksa kovalayan kadın mı? Çocuklardan birisi el salladı dostuna ağlamaklı gözlerle, diğeri de havlayarak karşılık verdi. Keşke çocuk olsam ya da bir köpek ama ne fark eder bir oyunbozan olmaz mı nasıl olsa? 29 MAYIS Uzun zaman oldu bir şeyler yazmayalı. Ama ne yapabilirim bilemiyorum hep aynı olanın farklı nesini görebilir ya da duyumsayabilirim ki. Kendimi korkunun elinde iplerle bağlanmış bir kukla gibi hissediyorum. Umutsuzluğum her an biraz daha depreşiyor ve her seferinde daha da büyüyor sanki. İnsanların yüzlerine bakamıyor, gözlerini göremiyorum artık. Sokaklar her zamanki gibi kalabalık ama yalnızda bir o kadar. Birbirlerini görmek istemeyen insanlar bir boşluğa doğru dikmişler gözlerini, hiç ama hiçbir şeyi umursamıyorlar. Hepsi farklı olduğunu düşünüyor diğerlerinden, birisi ya da ötekisi, saçları, elbiseleri, sesleri bile aynı, farklı olmaya çalışırken farkı kaldırmışlar ortadan. Bir ayna gibi gözüküyor tüm dünya, sadece yazıları ters tarafta. 12 HAZİRAN Artık sıcak havalar iyice hissettiriyor kendisini bedenlerde, ama yüz yıl öncede böyleydi bu. Ondan öncede sokaklar yine dolu, güneş yine sıcaktı. Belki gözler bu kadar hayal dolu değildi ya da sadece benimkiler öyledir. Bazen insanların bu kadar mutlu olmalarına akıl erdiremiyorum, belki de mutlu bile değiller, sadece kötü bir oyunun iyi, maskeli kahraman oyuncuları her biri. Sıcak havadan yakınanlar, yanlarından geçen aç, yalnız figüranların acı çığlıklarını duymuyorlar, aldırış etmiyorlar, bir gün kendilerinin de figüran olabileceklerini düşünmeden Tanrı kayıtsızlığıyla. Hepsinin gözlerinde bir arayış, bir hayal saklı gibi. Bakışlar hep kendilerini görüyor, hayaller ise başkalarında buldukları kendilerini izliyor hayranlıkla. Bir çocuk vitrindeki oyuncakları izliyor hiç kavuşamayacakmış gibi. İçeri girip daha yakından bakmak istiyor, belki de dokunmak bir kere bile olsa. Ama kapıda bir adam tutuyor küçük kolundan çünkü bu kılıkta ve de boya sandığıyla girmemeli içeri. Sessizce üzüntüyle ıslak ıslak bakarak çıkıyor dışarı ve kayboluyor sıcak kalabalığın, soğuk dünyasında. Koştum peşinden umutsuzca çocuğun, nasıl kayboldu kalabalığın arasında, nereye gitti. Sadece üzgün küçük bir çocuk arıyorum, gözleri ıslaktı, gören yok mu? Diye bağırdım bir an. Ardından onlarca belki de yüzlerce itilmiş, dışlanmış, ıslak gözlü çocuk baktı yüzüme yardım ister gibi. Bir adam belki otuzunda, bir başkası kırkında, bir kadın bu ve bir başkası ve diğerleri. Hepsi bir şeyler istiyorlar, korkuyorum. 24 HAZİRAN Tüm günümü işime verdim tam anlamıyla. Dosyaları tekrar elden geçirdim, sonra sıralarını tekrardan yaptım. Saatin bu kadar hızlı geçebileceğini ama bir o kadar da boş olacağını hiç düşünmemiştim. Her şeyi bitirmeme rağmen elinde bir şey olmaması, benliğimin duyduğu boşluk ve kendime karşı olan ilgisizliğim çevremin gariplikleri benim bir şeylerden zevk almamı sağlayacak olan o ateşi çiğ damlalarıyla söndürüyor hiç acımadan. İçimde o koca boşluk, omuzlarımda adını koyamadığım bir yük bunlarla nereye kadar gidebileceğim, çok yakın görünen yıldızlara mı, yoksa soğuk tan güneşine mi? 26 HAZİRAN Eve dönüyordum, karşıdan gelen bir çift, kadının kolunda üç yaşlarında bir çocuk, adamın ise tek elinde bir bayan çantası diğerinde de ağır ağır içine çektiği sigarası var. Kadın uyuyan çocuğun ağırlığından soluk soluğa, çocuk ise belki yatağında olmadığı kadar rahat uyuyor ana kucağında. Kadının bakışlarında bir eksiklik var sanki çocuğunu tutarken, kocasına bakarken bir şeylerin olmayışlığını arıyor, kızıyor gibi geldi bana. Yalnız gibiydi. Kocası bir ara dönüp çocuğu almak istediyse de o tüm yorgunluk belirtilerine rağmen daha bir sıkı sarılarak, kaybetmekten korkarcasına “Hayır” dedi buruk sesiyle. Adam hoyratça başını sallayarak sigarasından derin bir nefes daha aldı. Kadının buğulu bakışları, adamın hoyratlığı ve çocuğun uysallığı bana garip bir tesadüf eseri meydana gelmiş gibi gözüktü bir an. Söylenmemiş sözler, umulmadık bir hayat, ulaşılamadık hayaller vardı sanki kadının gözlerinde ya da yine ben abartıyor, inandığım gibi görmek istiyordum. Kadınla yan yana geçerken bir an takıldı ikimizin gözleri birbirine sadece bir an sonra indirdi utanarak yere, güzel miydi, yoksa çirkin mi hatırlamıyorum genç yüzünü ama unutmayacağım özlemle, aşkla yanan gözleri. 3 TEMMUZ Bir film aldım bu gün, herkes tarafından çok beğenilen, ödüller alan, her karesiyle söz ettiren, tüm yayın organlarında kendisinden söz ettiren bir film. Bir savaş filmiydi bu. Ama gördüğüm tek şey ölümdü. Ölmeyi, öldürmeyi kutsallaştıran, insanların maddi amaçları, çıkarları uğruna öldüren, öldürülen birer araç gibi kullanıldığı bir filmdi. Ama bunun tam tersini söyleyip tüm yapılanları ululaştırıyorlardı. Merak ediyorum toprak mı insana yoksa insanlar mı toprağa hayat veriyor? Belki de hiç birisi. Film de kendisine ait olmayan söz hakkı bulunmayan bir toprak parçasına, başka bir ülkeden bu toprağı ve orada yaşayan insanların iyiliği için korumaya gelen ve yine bu toprak için bu toprağın çocuklarını öldürenler anlatılıyor. Sonra ekinlerin tohumları toprağın üzerinde, ölen çocukların altında büyüyor kan çiçeği açarak ve merhaba diyor dünyaya öfkeyle. Bu mu, böyle mi olmalı, özgürlük, toprak, Tanrı aşkı yoksa bu sadece bir hırsın, gücün ve farklılığı kabul etmeyen acımasız, vahşi bir isteğin ürünümü. Şimdi daha umutsuzum, insanların kendilerine olan yabancılığı, kolayca kandırılan beyinleri, duyguların zıtlığı, şekilciliği bir kat daha yoruyor beni. Acaba dünyanın böyle olmadığı doğanın egemen olduğu o güçlü günler var mıydı? Uyumak istiyorum şimdi, belki de uyanmak, hep uyuyanlar arasında. Derya sayfayı bitirince arka sayfalardan birçoğunun koparıldığını gördü. Gözlerinden akan damlalara karışan bir defter hayat onu hiç tanımadığı birisiyle karşılaştırmıştı. Üst tarafı yırtılmış bir sayfayı okumaya başladı. … hayat eskisinden daha karmaşık daha zor şimdi. Çocukken insan çevresini, nesneleri tanırken tamamıyla açık ve yalın edinimler elde ederken şaşkınlığını, neşesini gizlemez. Ama ben şimdi çevremin olan bitenlerin arkasında hep göremediğim bir şeyler arıyorum. İnsanlar istemediklerini söylüyor, duyuyor ve seviyor. Bense hala açık ve yalın, dokunmak istiyorum dünyaya ve seslenmek istiyorum Tanrı’ya, neden böyle diye. 2 EYLÜL Mezarlıktaydım bu gün. Mezarları gezerek üzerindeki isimleri okudum. Kadınları, adamları, çocukları tanıdım sıcak mermer taşında. Hiç tanımadığım insanlarla, hiç tanımadığım insanlar için dua ettim, hatta bir çocuk için ağladım. On yaşında trafik kazasında ölen bir çocuk için. Ama ben annesi gibi ölüm için ağlamadım, dünyaya geldiği için kısa da olsa acıyı tattığı için. Belki de onun için sevinmek kahkahalarla gülmek gerekiyordu. Ya diğer insanlar gibi bu dünyaya alışıp bir parçası olacak ya da dışında kalıp şimdi başına geleni ileride binlerce acıyla kendisi yapacaktı. Hem nasıl olsa her doğum her başlangıç bir ölümün bir sonun habercisi değilmidir. Ama yine de onun için konuşmam doğru olmaz, acı da olsa yaşamı bırakmak istemeyeceğinden eminim. 7 EYLÜL Artık dayanamıyorum. Ölüm düşüncesi tüm benliğimi sarmış durumda. Her an aklımda bu var. Nasıl acılar içinde kıvranan bir hasta ilaç alınca sakinleşiyorsa bu da benim için bir tür ilaç olacak düşüncesindeyim. Dünyanın tüm acılarından, öfkesinden, hayallerinden uzak kalacağım, böylece kurtulacağım Atlas gibi omuzlarımdaki bu yükten. Yoksa yanılıyor muyum? 10 EYLÜL Şu gün ölümü ensemde hissetmekteyim. Her geçen saniye biraz daha yaklaşıyoruz birbirimize. Ölümümün ne kendime ne de bir başkasına zarar vereceğini düşünmüyorum. Belki Derya’yı kızdırabilirim ama ne yapabilirim ki her günümü uçan kuşların yerinde olma isteğiyle geçireceğime bir kere bunu denerim, belki de Tanrı izin verir ve ben bir serçe olarak gelirim dünyaya. Doğu inançlarında ölen insanların öldükten sonra yaptıklarına göre bir yılan, köpek veya sinek olarak tekrar yaşam bulduklarına, sadece Yaradan’ın istencine boyun eğenlerin tekrar insan olarak doğduğuna inanılır. Ne kadar garip acaba insanı yüceltiyorlar mı, yoksa aşağılıyorlar mı? Her neyse eğer böyleyse ben serçe olmak istiyorum. Doğanın kucağında ana şefkatini tatmak istiyorum. Özgür ve neşeli Gök Tanrısına sunmak istiyorum kendimi küçük kanatlarımla. 12 EYLÜL Okuduğum kitabın bitmesine çok az kaldı. Bu benimle hayat arasındaki saklandığım kendimle hesaplaştığım tek dayanak. Bazen korkup kitabı yavaş okuduğumu düşünüyorum. Yaşamımın başkasının elindeymiş ve ben onu bundan vazgeçirmeye çalışır gibi davranıyorum belki de. Ama ne fayda o hiç acele etmiyor, olması gerektiği gibi davranıyor ve zamanı geldiğinde oda benim gibi orada olacak. 14 EYLÜL saat:23.10 Kitabım bitti. Artık söyleyebileceğim, söyleyeceğim hiçbir şey yok. Sadece bir serçe olup geleceğim veya gelmek istiyorum dünyaya ama bu kez dünyayı değil kendimi yaşamak için. Aslında neyse… Defter burada son buluyordu. Derya amaçsızca deftere bakıyor kardeşini düşünüyordu. Sonra yavaşça yerinden kalkarak mutfağa yöneldi. Bir kap su alarak içine doğradığı ekmeklerle birlikte balkona çıktı ve masanın üzerine bırakarak gökyüzüne yöneltti nemli gözlerini; __Bu senin için Kerim nasıl olsa sabahın ilk ışıklarıyla burada olup benim için, kendin için şarkı söyleyeceksin şen şakrak diyerek kapattı balkonun kapısını.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © çetin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |