Ben bir dünya yurttaşıyım. -Sokrates |
|
||||||||||
|
Bir ev, tek odalı ama oldukça geniş olan odanın yerden yüksekliği iki metreyi bulmakta ve dışarıdan bakılınca küçük şirin olarak göze çarpan bu yer şehrin tüm acı çığlıklarını, yalnızlıklarını dışarıda bırakan garip bir havaya sahip. Çatısındaki birkaç kırık kiremidin, yer yer çatlayan bir duvarın dışında oldukça sağlam, utkuyla ayakta duran bu odanın çevresinde bulunan birisi oldukça yaşlı olan bir dut diğeri de kavak olan iki ağaç vakur ama güzel bir görünüm sunuyor onu ilk görenlere. Evin arka ve yan taraflarını kaplayan oldukça büyük ve geniş bir gül ağacı eski, kendisini yer yer pisliğe ve pasa bırakan demir çitlerle örülü olarak hoş kokular yayıyordu etrafına her görünen insana merhaba dercesine. Ama paslı çitlerle çevrili bu güzellik akşam güneşi kadar kırmızı çiçekleriyle insanları büyülerken genç bir kız kadar öfkeli dikenleriyle her misafirine pek de hoş görünmüyor ve kendisinden bir parça koparmak isteyenlere tüm gücüyle karşı koyarak, o da onlardan bir parça alıyordu. Tüm bu güzelliklerin dışın da insanları oraya çeken o küçük odanın içindekilerdi. Kapıdan içeri girişte sizi yerde boydan boya serili, silik renkleri ve sökülen yerleriyle oldukça eski olan bir halı karşılıyor. Bu halıya basabilmek için ayakkabılarınız temiz olmalı ve daha önemlisi besmele çekmeden asla içeri girmemelisiniz.Evin iç duvarları dış tarafa kıyasla temiz ve yeni boyasıyla içerinin farklı olduğunu kanıtlar gibi.Evin tam ortasında üzeri yeşil ama yer yer işlemelerin ve Arapça yazıların bulunduğu bir örtüyle örtülü ,baş tarafın da yine yeşil bir kavuğun durduğu bir tabut yandaki pencereden vuran sabahın ilk ışıklarıyla ona bakanların gözlerini kamaştırırcasına yükseliyor tek başına.Başucundaki bir duvarda asılı Kutsal Kitap yanındaki çerçevelenmiş Arapça dualarla tamamlıyor bu tapınağı. Bu tapınağı sabahın ilk ışıklarıyla ziyaret eden erkek ve kadınlar yanlarında çocuklarıyla hastalıkları, umutları ve gelecekleri için yakarıyorlar günün geç saatlerine kadar. Sonra bu dilekler için adaklarını sunuyorlar O’na ve ayrılıyorlar ardından yeni dileklere gebe olan bu yerden. Doğmasından biraz önce getirdiği kızıllıkla güneş, erkenden gelen ve bedenleri soğuktan titreyen birkaç kişinin üzerine hücum ederek onları ısıtıyor ve bir ağırlık çöktürüyor bedenlerine, ardından karışıyor ziyaretçilerin konuşmaları sarı ışık parçacıklarına. __Anne sence de çok erken gelmedik mi? Diye sordu yirmili yaşlarda, siyah saçları başörtüsünün sağ tarafından hafif kendisini gösteren, küçük bir burnu, ince kaşları, yuvarlak hoş bir çenenin üzerinde yine küçük bir ağza ve tüm bunları tamamlarcasına özenle yaratılmış ela gözlere sahip Leyla. __Bırak şimdi konuşmayı ben işimi bilirim. Gözlüğümü de unutmuşum tam göremiyorum zaten tut kolumdan da oturalım şuraya diyerek oturdular biraz ileride ki banka. Leyla’nın yanındaki kayınvalidesi Rabia kınalı saçları, geceyi anımsatan simsiyah gözleri, iri ve basık burnuyla uyuşan büyükçe bir ağızla yaşlılığın tüm belirtilerini taşıyordu üzerinde. __Ama anne çok soğuk üşüyorum diyerek sokuluyor Leyla annesine. __Tamam, yavrum merak etme birazdan gideceğiz, bu saatte çok tenha olu burası ama birazdan adım atacak yer bulamazsın şimdi duamızı edelim, adağımızı adayıp gideriz dedi Rabia bilgiççe çevresini süzerek. __Bak kızım eksik etme duanı burada, eğer kalbin temizse Abdullah Hz. kabul eyler de istediğin olur Allah’ın izniyle. Bak bizim Ayşe oğlu için ne kadar dua etti de oğlu şimdi doktor olacak dedi Rabia kendisine has bir üslupla. __Ama anne ben Ayşe ablanın oğlu Ali’yle aynı sınıftaydım lisedeyken, O hep çalışkandı ve hep doktor olacağını söylerdi. __Sus yavrum, aman öyle konuşma sonra Abdullah Hazretleri’nin gücüne giderde uğraşır seninle. O ne demekmiş Allah yürü ya kulum demeyecek sen de bir işte başarılı olacaksın öyle mi, kader kızım kader, olacaksa olur. Leyla’yı bir titreme almıştı ama bu vücuduna işleyen soğuktan ziyade bulunduğu ortamdan duyduğu korkudandı. Korkan gözlerle süzdü çevresini sonra annesinin yanında olduğunu bilmenin rahatlığıyla tekrar dinlemeye başladı O’nu. __Biliyor musun kızım, Ayşe her gün buraya gelerek hiç duasını eksik etmiyordu. Oğlunun sınavından iki gün önce rüyasında adının Abdullah olduğunu söyleyen bir adam oğlunun ellerinden tutarak göklere çıkarmış, sence bu kadın yalan mı söylüyor? Diyerek karşısındakinin yüzüne bakarak korku ve şaşkınlık ifadesi aradı ama diğerinde böyle bir şey görünmüyordu ya da O’na öyle gelmişti. Bu sırada güneş iyice yükselmiş, ortalığı saran soğuk havanın üzerine sıcak bir esinti çarşaf gibi serilmeye başlamıştı. Sıcak hava ile gelen serçeler fütursuzca binanın saygınlığını önemsemeyerek ötüşüyor, oradan oraya uçuşuyorlardı. Yavaş yavaş gelen insanlarla kalabalıklaşan çevreyi büyük bir ses kalabalığının saracağının habercisi olan bir uğultu kaplamıştı. Bu sırada Rabia’nın yanına ve arkasına oturmuş birkaç kişi O’nu dinliyorlardı. Orta yaşta bir kadın; __Selam ün aleyküm teyze diye seslendi O’na. Rabia ise anlattığı hikâyenin ardından gözlerini türbeye dikmiş, korku ve saygıyla ağzında bir dua mırıldanıyor; arkasından kendisine seslenenleri ise duasını bitirdikten sonra yanıtlamak için konuşmuyordu. __Aleyküm selam yavrum dedi duasını bitirince. Kadın heyecanlı bir ses tonuyla Rabia’ya bakarak; __Demek komşunuz da görmüş teyze? __Neyi görmüş yavrum? Dedi öteki anlamadığını belirterek. __Neyi olacak teyze Abdullah Hz. bende gördüm O’nu. Dedi ve bir yandan etrafını süzerken, diğer taraftan da dinlenip dinlenmediğini kontrol ediyordu. Sonra izlendiğinden emin olarak konuşmaya başladı. __Ah teyzeciğim nereden başlasam bilmem ki benim biricik yavrum Kenan’ım çok hastaydı diyerek çantasından çıkardığı bir fotoğrafı yanındaki Rabia’ya uzattı, işte bu teyze inanın çok hastaydı. Doktorlar, ilaçlar hiçbir fayda etmiyordu. Oğlum yavrum eriyordu gözlerimin önünde. Bunları söylerken dolan gözleriyle resme bakıyor, bir yandan da kah göğsünde kah kucağında birleştirdiği elleriyle resmi dudaklarına yaklaştırıp öpüyordu. Rabia’da her anne gibi kadının annelik haykırışlarını anlayabiliyor ve O’da dolan gözleriyle, arada içinden gelen hafif ahlarla O’na eşlik ediyordu. Sonra burayı söylediler, biz de neredeyse her gün buraya gelmeye başladık. İlk geldiğimiz zamanlar bir kadın vardı burada iyileşen oğlu için adağını getirmişti. Sonra bana şu dut ağacından biraz dut alıp Yasin suresiyle her sabah oğluma yedirmemi, ardından da güllerden birisini alıp kaynatarak yine üç defa İhlas okuyarak içirmemi tembihledi. Bir hafta sonra da gelip kurban kesmemi söyledi. Bu sırada Rabia anlatılanların etkisiyle heyecanlanmış, bazen kısılan bazen de açılan gözleri ile kadını izliyordu. Kimi zaman da Leyla’ya bakıyor O’nun gözlerindeki şaşkınlık ve korkuyla keyifleniyordu. Kadın bu sırada eliyle gülleri, dut ağacını ve kurban kesilen yeri göstermişti onlara. Çantasından çıkardığı şişeden su içtikten sonra Elhamdülillah diyerek soluklandı bir an. __Teyzenin söylediklerini aynen yaptım. Bir hafta sonra rüyamda yaşlı bir adam bana oğlumu getirdi, sonra da gitti. Ardından oğlum yavaş yavaş düzelmeye başladı Allah’ın izniyle, neyse benim gitmem gerek diyerek derin bir nefes aldı, yerinden kalktı tekrar esenlik dileyerek türbeye doğru yöneldi hızla. Rabia kadının ardından bakarak gelinine döndü __Bak inanmıyordun, bu ne öyleyse tövbe tövbe diyerek ekşi bir şeyler yemişçesine büzdü suratını diğeri gözlerinden okunan korkuyla; __Anne ben öyle bir şey söylemedim ki. __Bak inanmada gör Abdullah Efendi ne yapacak sana dedi Rabia küçük bir çocuğu korkutur gibi. Leyla ürkmüş titreyen bedeniyle; __Anne böyle söyleme korkuyorum dedi ve daha bir sıkı sarıldı kadının koluna. Yerlerinden kalkarak türbeye yöneldiler. İlk geldiklerine kıyasla artan kalabalık etrafı kaplıyordu neredeyse. Koluna sarıldığı annesiyle Leyla uzaktan bakılınca, gençlikle yaşlılık arasındaki bedensel uçurumu sergiliyordu sanki. Rabia yürürken zorlanan bedenine rağmen azimle türbeye yaklaşıyor, kendisini her adımda daha güçlü hissediyordu. Türbenin önüne geldiklerin de birçok insanın oluşturduğu sırada dualar ediyordu. Sıra Rabia’lara gelince besmeleyle içeri girmişler, tabutun yanına sokulmuşlardı. Leyla kaybetmekten korkarcasına Rabia’nın kolunu tutuyor, O’nun dualarına eşlik etmeye çalışıyordu. Rabia askerdeki oğlunu düşünerek sağ salim eve gelmesi için yalvarıyordu. Leyla ise annesinin rahatlığıyla gevşemiş üzerine çöken garip bir güven duygusuyla eşi için dua ediyordu. İki kişinin duaları farkında olmadan aynı kişi için çıkıyordu ateşle kavrulan bir ananın, bir yârin kalbinden ve de ona eşlik eden dudaklardan. Onların yanı sıra içeri girenlerde kendi istek ve dualarıyla mırıldanıyor, bu da içeride birbirine karışarak bestesiz bir melodiyi andırıyordu. İnsanların yüzlerindeki o garip huzur ise ne daha fazla ne de eksik bir biçimde kendisini hissettiriyordu. Duası biten Rabia Leyla’nın yardımıyla yavaşça olduğu yerde doğrularak tabutun etrafında dolaşmaya bir yandan da yeşil örtüyü öperek dualarıyla kapıya yaklaştı. Son kez tabutun örtüsünü öperek dualarıyla kapıya yaklaştı. Son kez tabutun örtüsünü öperek yüzüne sürdü, bu sırada O’nu takip eden Leyla’da annesinin yaptıklarını tekrarlamış onun ardından dışarı çıkmıştı. Rabia bir anlık itiş kakışın ardından kaybetmişti gelinini. Saatine bakarak; __OO öğlen olmuş nereye kayboldu bu kız diyerek çevresine bakınıyordu. O’nu biraz ileride demir çubukların arasından uzattığı elleriyle bir gül dalını koparmaya çalışırken gördü. Kendisine has adımlarıyla O’na yaklaşarak; __Ne yapıyorsun kızım orada? Öteki ürkerek baktı annesine. __Şey anne hani kadın anlatmıştı ya ben de düşündüm de Remzi için bir tane alsak iyi olur dedi ürkek bir sesle. Rabia hafif bir tebessümle kızın omzuna dokunarak; __Tabi tabi iyi düşünmüşsün hadi acele ette eve gidelim dedi. Annesinden cesaret alan Leyla az önce dikkat ettiği dikenlere aldırmadan kopardı gülü ve çantasına koydu incitmekten korkarcasına, geride ise ağacın üzerin de birkaç damla kan bırakarak. Annesinin koluna girerek yürümeye başladılar, yüzlerinde hafif bir tebessümle. Onlar ayrılırken birçok insanda buraya geliyor, çevrede oluşan insan kalabalığı bin bir umutla çevresini doldurduğu türbenin etrafında dualar okuyor, birbirlerine hikâyeler anlatıyor ya da cesaret ve umut veriyorlardı ihtiyacı olanlara. Kesilen kurbanlar etrafında toplanan insanlar daha bir şevkle dua ediyor sabah güneşinin tüm sıcaklığıyla üzerlerine vurmasına aldırış bile etmiyorlardı. Ardından biraz ilerden gelen bir ezan sesi sıcağı ve kalabalığın uğultusunu yırtarcasına bastırarak, kendisine katılan birçok AZİZ ALLAH sesiyle umuda karışarak büyük binaların duvarlarına çarpa çarpa devleşen mabedin etrafında yankılandı.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © çetin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |