Doğru şeritte olsanız bile, olduğunuz yerde kalırsanız er geç ezilirsiniz. -Will Rogers |
|
||||||||||
|
Marketten çıkaraken çarpıştık Melek’le. Ben o sıralar hala öyle bir güzelliğin ve her yanına renk renk ışıltılar saçan, kısa saçlı, fındık burunlu, çimen gözlü bu ilahenin adının Melek olduğunun bilincinde değilken yani. Marketin kapısında, hem de çoğu yerden hatırlayabileceğiniz bir sahne gibi sahiden, paketlerimizi düşürürken karşılaştık ilk kez. Fonda bir müzik çalmıyordu ama. Yalnızca araba sesleri ve trafik ışıklarının sessizliği vardı o an. O vitrin ışıklarının altında devleşen bir ilahe, bense saçma sapan para hesabı yapmakla meşgul ve allak bullak bir delikanlıydım. Birdenbire oluverdi herşey, Orhan Veli’nin kulaklarını çınlatırcasına, garip ve birdenbire... Affedersiniz, dedim kekeleyerek. Çok özür dilerim, yanlışlıkla oldu, görmedim.. Hay allah, ilkokuldan beri öğrendiğim bütün özür cümlelerini unutmuştum sanki, saçmaladım herhalde o ara. Ben konuştuğum dille cebelleşirken o gülümseyerek, önemli değil dedi. Üzülmeyin lütfen... Sustum. Hiç bir kelime çıkamıyordu ağızımdan, iki dudağımı birbirine dikmişlerdi sanki. Ben paketleri toplamaya çalışırken, “ yardım edeyim” dedi, gözlerinin içinden. Buz gibi terliyordum. Allah benim belamı versin. Benim söylemem gereken lafları o ediyor. Ben angut gibi duruyorum. Allah benim bin türlü belamı versin! **** Gözlerimi açtığımda marketin içindeydim. Nasıl yani? Ne oldu, ne oluyor? İyi misiniz, dedi kasiyer. Bayılmışım herhalde. Rezil oldum. Her yanım da kolonya kokuyor. Allah kahretsin, kolonyadan nefret ederim! Peki o? O nerede? Başımı zorlukla yana çevirdim. Bir de ne göreyim, o anda sağ bileğimi ovan sıcacık ellerin sahibi ta kendisi! Aman allahım ,dedim cennetteyim herhalde. O sırada aptalca sırıtmış olmalıyım ki, “ ne oldu? ” dedi bana o da gülerek. O, çimen gözleriyle güldükçe, üzerime nurlar yağıyordu sanki. Ne oldu bana, dedim. Tansiyonunuz düştü herhalde bayıldınız, dedi kasiyer. Sonra yavaşça doğruldum, iyiyim şimdi dedim. Oysa hiç iyi değildim, binlerce voltluk elektiriğe tutulmuş gibiydim. Sersemlemiş bir haldeydim. Sağolun, çok teşekkür ederim, size de zahmet verdim, dedim etraftakilere. Ama ona başka bir şey demeliydim, türkçede yan yana nadiren gelebilecek kelimelerle kurulmuş, zarif bir minnet cümlesi... Tesadüfen de olsa, bir kere de olsa onunla karşılaştığım için belki de... Adım Melek, dedi gözlerinde çimen kokusu. Memnun oldum, dedim adımı söylemeyi unutup. Anlamış olacak ki, sizin de bir isminiz olsa gerek, dedi esrarlı bir tebessümle. Ne önemi var ki, bir kulum işte; bu anın hiç bitmemesi için yer çekimine bir an durması için yalvaran bir kum! **** Sonrasını hatırlamıyorum şimdi. Bir taksinin içinde buldum kendimi, evi tarif ettim. Taksi ilerledikçe ben geriye dönmeye çalışıyordum. O ana. Hep orada, o zamanda kalmak istiyordum. Unutmamak için hep başa sarıyordum zihinimde o görüntüleri. Yeni baştan hatırlıyordum. O an yeniden rahatlıyor, huzur doluyordum. Taksi durmuş meğer. Eve gelmişiz. Yarım ağız bir özür dileyerek elimi cüzdanıma attım, cüzdanım yok! Kahretsin! O hengamede düşürdüm herhalde. İyi de taksi parası ne olacak? Çok özür dileyerek, biraz beklemesini istedim taksiciden. Alt komşudan borç alıp verdim parasını. Hay allah! Neden renk değiştirdiki şimdi düşler? **** Ertesi gün hala sarhoştum. Her yanımda o vardı. Melek.... melek.... melek.... Ah! Kainattaki tüm meleklerin piri, perilerin ilahesi neredesin? Seni bir daha nasıl göreceğim? İçim acıyor... Bu böyle olmaz dedim kendi kendime. Bir çözüm bulmalıyım. Akşam olunca, evde zulaladığım son paralarla bir ufak rakı, biraz da mezelik alıp evde demlenmeye başladım. Fonda Müzeyyen Senar. “ Yeter ki gel bana senede bir gün...” Dertlendikçe dertleniyorum ama bir çare yok. Şu kuş beynime bir çözüm gelmiyor işte! Sonra Samime Sanay, “ Bak yeşil yeşil...” Ölür müyüm acaba? Türk filimlerinde oluyor ya işte. İnce hastalık.... Şak diye ölünüyor! Ne yani ölmeden bir kez olsun göremeyecek miyim onu. Ulan, son isteğim işte.... Gece bir buçuk, “ Yıldızlara baktırdım fallarda çıkmıyorsun, seni görmem imkansız imkansız, imkansız, rüyalarım olmasa.....” **** Sabahın köründe telefona uyandım. Kafam kazan gibi. Karakoldan arıyorlar, cüzdanım ve cüzdanımı çalan hırsız bulunmuş. Demek ki düşürmemişim, çalınmış... Ne cüzdan görmek istiyorum ne de hırsız aslında. Ben tüm vaktimi onun yanında, gözlerinin buhurunda, dizinin dibinde geçirmek istiyorum. Tüm ömrümü ona adamak istiyor, o eşsiz tebessümün gölgesinde yaşlanmak istiyorum... Hiç olmazsa bırakın da düşlerimde yaşayayım, hep o anı sayıklayıp dursun nabzım. Şimdi ne karakolu, ne tutanağı! Saat on mu neydi vardım karakola. Büyük bir bok yapmışlar gibi sırıtan polisler, cüzdanımı ve cüzdanımı çalan o adi hırsızı bulmanın hazzıyla birbirlerine yapışacaklar neredeyse... Sıkıyorsa Melek’i bulun da görelim! Şurada üç günlük ömrüm kaldı diyorum kimsenin umurunda değil. Şuraya imza buraya imza.... ( ....... ) Tamam özür dilerim. Ağızımdan şey yaptı. Aşk insanı saçmalatıyor işte... Neyse... Ne diyordum? Hah, karakola geldim, gerekli işlemleri yaptım, imzalanacakları imzaladım ve cüzdanıma kavuştum. İçinden yalnızca para alınmış, gerisi olduğu gibi duruyor... Sevinsem mi onu da bilemedim. Adi herif vicdanlıymış, yalnızca parayı almış. Kredi kartlarım bile duruyor. Fakat kalbim durmuyor. Her an o çimen kokusunu alır gibiydim. O biricik ilahenin tılsımından kurtulamamıştım hala. Kurtulmak gibi bir niyetim de yoktu aslında. Neyse... Karakoldan tam çıkarken, arka merdivenlerden cüzdanımı çalan hırsızı indiriyorlarmış. Polisin biri, beyfendinin cüzdanını çalan bu mu, deyince şöyle bir bakayım dedim. Demez olaydım! O... Evet, bal gibi o! Vallahi de billahi de... Melek! Uğuruna üç günlük ömrüm kalan Melek, cüzdanımı çalan hırsızın ta kendisiymiş meğer! Aman allahım... Bir yanlışlık olmasın dedim ama marketteki kamera kayıtları da onun çaldığını ispatlıyormuş, zaten Melek iki buçuk yıldır aranan bir hırsızmış meğer. Vay başıma gelenler, dedim, ölmeden bunları da mı görecektik! Böyle işte, bütün söyleyeceklerim bu kadar. Ne biliyorsam söyledim. Marketten çıkaraken çarpıştık Melek’le, yoksa tanımam kendisini... Evet ifademi doğrularım. İmza buraya mı? FATİH PESTİL ./ kasım’ 05 ankara
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Fatih PESTİL, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |