Gençliğinde müzik öğrenen, felsefeyi daha iyi anlar. -Platon |
|
||||||||||
|
Yürüyorum bir hortlak olarak! Kar taneleri korkuyla kaçışıyorlar etrafımda. 11 yıl önce bu zamanlar, yine şimdiki gibi beyazdı doğduğum kasaba. Aslında daha beyazdı: Ne binalar bu kadar yüksek ve renkli; ne de bacaların ağıtları bu denli yoğun ve kirliydi. Asfalt yollar ve kaldırımlar giydirilmiş toprak pek üşümüyordu eskisi gibi. Fakat biraz susuzdu sanki. Oturduğum mahallenin en kısa boylu ve en genç ağacı aradan geçen yıllardan sonra görülen tek ağaç olmuştu. Adımlarım yavaşlıyor galiba. Karda bıraktığım ayak izlerim, gittikçe belirginliğini yitiriyor. Emin değil miydim yürümek istediğimden? Evet yürümeliyim ona doğru. "Ey iki küçük çocuğun aşkına tanıklık eden ağaç! Yarı ölmüş bedeninle korkutuyorsun anılarımı." Eskiden sen böyle miydin? Üçümüzün de boyları aynıydı o yıllar. Sen, ben ve Ayla. Şirin dallarının altında buluştururdun kimsecikler görmeden. Bir keresinde okulda bir çocuktan özenip üzerine bıçakla "AYLA" yazısı kazımaya kalktığımda nasıl küsüştüğümüzü hatırlıyorsun değil mi? Peki o karlı geceyi? Ayla' ma bu kasabadan göç edeceğimizi anlattığım, ne kadar uzun uzun anlattıysam da bir türlü inandıramadığım; doymamışcasına ağlaştığımız gece. Göz yaşlarımın kar taneleriyle karışık yüzüme inişini, yanaklarımda bıraktığı ılıklığı özledim sevgili ağaç. Haklısın, içinden gülümsüyorsun hatırlayınca nişanımızı. İnan ben de unutmadım. O gece nişanımızın tek davetlisi sendin. Evden çıkarken anneannemin Mekke' den getirdiği yüzüklerden gizlice iki tanesini atmıştım cebime. Tamam, ikimizin de minicik yüzük parmakları için çok büyüktüler ama olsun... Biz de baş parmaklarımıza takmıştık yüzükleri. O zamanlar gittiğimiz düğünlerde gördüğümüz gibi, birbirimize söz verdik ayrılmamak için. Ben tekrar ağlamaya başlamıştım; ardından Ayla da. Soğuk gece ilerliyordu. Hayatımda ilk kez küfretmiştim güneşin doğacak olmasına, bir erkek gibi... Erkektim artık: Bir nişanlım vardı, küfredebilmiştim diğer çocuklar gibi. Bundan sonra asker olmalıydım ve nişanlımı kaçırabilmeliydim; bir erkek sözü verdim Ayla' ya o gece. "Seni bi gün gelip gaçıracam. Dayım gibi bi asker olarak hem de. Böyük memleketlerin birinde yaşarız, bizi kimsecikler bulamaz." Ayla: "Bekle!" diyerek gözden kayboldu. Bir kaç saniye sonra bana doğru koşuyordu soluk soluğa; elinde bir şey vardı. Karanlıkta tam seçememiştim ne olduğunu. " Al bunu beni hatırlarsın!" diyerek elime yumuşak bir şey tutuşturuverdi. Ardından Halit Dayı' nın çatallı sesini duydum: "Aylaaa...Aylaaa...Ne yapıyon gız bu saatte!" Son kez elimi tuttuktan sonra gece yutuverdi onu ve gölgesini. Yürüyorum bir hortlak olarak; kararsız adımlarıma bakmadan. Aniden bir çocuk beliriveriyor hemen yanıbaşımda. Tanıdım onu: Terzi Rıza' nın oğlu. Yolu tüketmeye birlikte devam ediyoruz ağr adımlarımızla. Ufacık kalbi aşktan patlayacak! Yumruğum büyüklüğünde bir boşluk hissediyorum kalbimin olması gereken yerinde. Su geçirmiş lastik ayakkabılarına, soğuktan çatlamış ellerine umarsız. Cebinde sevdiğine götürdüğü bir avuç çekirdeği var ne de olsa. Ayaklarım bir el memleketinden alınma botların içinde güvende, ellerim cebimde... Cebimdeyse, sevdiğimin gitmeden önce elime tutuşturuverdiği yumuşak şey. Aynı evin kapısında duruyoruz küçük çocukla. O, eliyle uzanıyor kapıya doğru; ben de uzanıyorum. Uyandığım için -belki de uyandırıldığı için- yarım kalan düşümün sonunu görmeye ne kadar istekli olduğumu soruyorum kendime son bir kez. Çocuk kapıyı çalmadan hemen davranıyorum. Bir zil düğmesi görmemem rağmen, nedenini bilmediğim bir korkuyla kapıyı tıklatmayı tercih ediyorum. İşte kapı açılmaya başlıyor. Kapı açıldıkça yoğun bir ışık geliyor içeriden. Gözlerim aydınlıktan göremez halde. Uyumalıyım hemen şimdi. Beni görmezler belki...Yerde yatan bir dilenci deyip, yüzüme bile bakmazlar. Yatmalıyım annemin yüzü kadar beyaz karın içine. Zevcan Yenge sesleniyor o an içeriden: "Buyrun?" Ona "Terzi Rıza' nın oğlu" dememle bastırıyor göğsüne beni. Üzerine sinmiş süt kokusunu tanıyorum. Benimkinden büyük, tombul elini öpüyorum. Hemen içeri doğru, sobanın sıcaklığına yol alıyoruz birlikte. İşte Ayla tam 11 yıl saklandığı divanın altından çıkıyor "sobe" demek için. Suratıma bakıyor garip garip; ta ki annesi değişmez kimliğimi açıklayana dek: "Terzi Rıza'nın oğlu" Onu daha sıkı sarabilmek için kollarımı açıyorum açabildiğim kadar. Tam bana sarılacakken gülümsüyor ve elini uzatıyor; hüsranımı belli etmemek için ben de toparlanarak elimi uzatıyorum. Tokalaşıyoruz iki kasabalıdan çok iki kentli gibi. Ayla' mın eline bir kez daha dokunmamak için sanki yemin etmiş gibi, günahkar duygularla hızla elimi çekiyorum. Eskisi kadar sert sedirin üzerine oturuyorum. Bir yandan odayı ve Ayla' yı süzerken, diğer yandan isyanımı, densiz haykırışı bastırmak için onlara 11 yılın özetini yapıyorum hızlıca. Bunun üzerine babamın toplu işçi alımı zamanında Avusturalya' ya göçmekle iyi yaptığını anlatıyorlar bana. Gözüm duvara asılmış Halit Dayı' nın kızgın ve somurtgan fotoğrafına takılıyor. Kocaman ve siyah beyaz suratın bir zamanlar Ayla yüzünden bana bağırırken aldığı şekiller düşüyor aklıma. "Pek severdi rahmetli seni..." sözü anlamsız ve biraz komik geliyor. "Başınız sağolsun!" demenin garip kaçacağına karar veriyorum. Resmin çerçevesine sıkıştırılmış bir kaç renkli fotoğraf kuşatmış dört yanını Halit Dayı' nın; neredeyse kapatacaklar adamcağızın yüzünü. Yıllar insanları anılardan çalacak kadar arsız... Fotoğraflardan bir uğultu geliyor kulaklarıma. Davul ve zurna, beyaz gelinlik, siyah damatlık, halay çeken insanlar. Tam o sırada, uzaktan ağlayan bir bebek sesi karışıyor uğultuya. İçimden o düğün fotoğraflarını, bebeği, ağacımızı, kendimle birlikte sönmeye yüz tutmuş sobanın közünde yakmak geçiyor. Yanmak ve kaybolmak... Mahallenin yoluna kül olarak serpilmek. Ayla fırlıyor oturduğu sandalyeden sesin geldiği odaya doğru, koşup getiriyor bebeği. Onu kucağıma alıyorum. Ayla' mın kokusunu nefesimin gidebildiği kadar derinlere taşıyorum içimde. Uzunca kokluyorum; yeniden, yeniden... Bebeğin uykulu masmavi gözleri, Ayla' nın yüzüne dönüyor. Annesine özlemle bakıyor bir yabancının kucağından. Annenin mavi gözlerinin görüntüsü düşüyor bebeğin gözlerine. Mavilik uyuşturuyor; yıllar çekiyor gözlerinden içeri beni. Boğuluyorum; sürükleniyorum denizlere doğru, oradan okyanuslara... Ayla atılıyor: "Elvan ne kadar da şirin di mi amcası?" Ancak başımı sallayarak tebessüm eder gibi yapıyorum. Elvan' ı bir kez öptükten sonra annesine teslim ediyor ve onlara artık gitmem gerektiğini söylüyorum. En azından bir bardak çay içtikten sonra gitmemi istiyorlar. Fakat ben çoktan ayağa kalkmışım; hatta kapıya doğru yürüyorum. Çıkmadan Ayla' ya cebimden içi pamukla doldurulmuş; ince ve uzun burnu, kalın dudakları, siyah ve uzun saçları boya kalemleriyle çizilmiş bez bebeği çıkartıp uzatıyorum. Bez bebeğe şöyle bir bakıyor ve gülümsüyor. Yüreğim parlıyor bir umutla. "Belki...Belki tanır" diyorum içimden. Oyuncağı narin eline alıp şöyle diyor kucağındaki Elvana bakarak: "Bak amca sana ne getirmiş! Hiç gerek yoktu, zahmet etmişsin taa Avusturalya' lardan. Pek de güzel..." ... ... Yaşlı ağacın bir dalına takıyorum parmağımdaki gümüş yüzüğü. Arkama bakmadan hızla yürüyorum. Son kez terkediyorum eski mahallemi. Bir hortlak olarak...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Çağrı Küçükyıldız, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |