Herkes cennete gitmek ister ama kimse ölmek istemez. -Joe Louis |
|
||||||||||
|
Uyandım. Saatime baktım. 08:32’ yi gösteriyordu. Bir cumartesi günü sabahın bu vaktinde beni uyandıran şey neydi ki? Yatağımla bir türlü bütünleşemediğim uykusuz bir gecenin ardından neden uyanmıştım… Etrafımda beni uyandıran hiçbir belirti yoktu: ne annem, kardeşim; ne de bir çalar saat sesi. Birkaç saniye sonra kelimeleri tane tane söyleyen, metalik ve cızırtılı bir ses konuşurken fark ettim aslında beni uyandıran şeyin bir anons olduğunu. O an hayatımda daha önce kaç kez belediye anonsunun beni uyandırdığını düşündüm. Hiç… Bu sefer ne farklıydı ki, çevresinde olan bitenden çok uzak benim gibi bir denizci için bu kentte neler olduğundan bana neydi. Gittiğim her yere bir göçmen olarak gidiyordum zaten. Anonsun tekrar etmesi için bekledim; ne pahasına olursa olsun duymalıydım; nefes almıyordum. Nihayet “İlan:” diye başlayan o ses… Olsa olsa sular kesilecekti, elektrik verilemeyecekti ya da Karacabey Spor’un maçı şu saatte başlardı stadyumda. “Emekli öğretmen Sadık Can,”… Gözlerimi tavana doğru diktim. Ne kadar da uzaktı beyaz, odanın içinde küçük bir çocuk olmak ürkütücüydü. Boyum yatağın yarısı kadardı. Odanın keskin hatları bir bıçak gibi acıtıyordu gözlerimi. Tavandaki renk ve duvarlardaki renk birbirine hiç karışmıyordu. Başımda tonlarca ağırlık varken nasıl yerimden doğrulabilirdim… Kim bilir nasıl bir gün olacaktı benim için. Neden beni okula yolluyorlardı? Annem babam yetmiyor muydu ki birer öğretmen olarak? Tamam, herkesi oyaladığım bir yalanım vardı:” Büyüyünce doktor olmak istiyorum.” Ama bu okul kâbusu daha başlamadan bitmeliydi. Kim bilir sınıf arkadaşlarım nasıl da gürültücü ve şımarık kimselerdi. Onlarla gazoz kapaklarımı paylaşmaya hiç niyetim yoktu. Derken babam odamın kapısında dikilmiş bir gardiyan gibi seslendi ellerini bağlamış arkasında: “Hadi küçük bey, okula gitme zamanı…” Bize gösterilen sınıfa girdik diğer arkadaşlarla. Arkamı döndüğümde tanıdığım iki insanın da beni terk ettiğini fark ettim… Birkaç dakika içerisinde siyah önlüklüler dışında sınıfta kimse kalmamıştı. Mavi boyalı kapı bir dilsizmiş gibi sessizce açıldı. Birkaç kişinin hıçkırıkları dışında hiçbir ses kalmamıştı ortalıkta. İçeri bir adam girdi. Siyahları beyazlarına, beyazları siyahlarına karışmış saçları ve ince bıyığıyla iri cüssesine bakılırsa bu adam bizi çok dövecek gibi görünüyordu. Sanırım diğer arkadaşlarım da bunları düşünmüş olacak ki, sanki bir şef bize emretmişcesine ayağa kalktık aynı anda. Kulaklarıma bir sızı uğradı: Dedemin kulaklarımı çekmesine hiç katlanamazdım. Bu büyük adam bize gülümseyerek: “Günaydın çocuklar, ben sizin yeni öğretmeninizim. Adım Sadık, soyadım Can “ dedi. Aslında bu kadar korkmak için pek neden yoktu belki de. … Bahar gelmiş, zemin kattaki sınıfımızın penceresinden bizi merakla seyreden anne babaların sayısı artmıştı. Öğretmenimiz tahtanın üst kısmında karşıdan karşıya gerili ipin üzerine hece fişlerini asıyordu, artık heceleri okuyordum yavaş yavaş. Öğretmene göre tek yapmamız gereken bir trenin bir vagonundan diğer vagonuna zıplamak ve sonunda trenin tamamını görmekti. Nedense trene hiç binmemiştim ve bu oyundan hiç zevk almıyordum. Bir gün öğretmenimiz bu sefer hece yerine iki kelimeden oluşan bir cümle astı ipe. Bize “Okuyun çocuklar,” dediğinde arkadaşlarımın dudaklarının aynı anda şekilden şekilde girerek yüzlerindeki zafer coşkusunun eşliğinde kelimeyi bir şarkı edasıyla okuduklarını gördüm: “ Yaaaaşaaaasıııın…” Çevremdeki bütün o insanlar benim konuşmasını beceremediğim bir dille konuşuyorlardı o an. Benimse ağzım kapalı, okulun bana göre olmadığına emindim artık. Bir şeyler ters gidiyordu. Zil çalmıştı. Benden başka herkes çıkmıştı teneffüse. O güne kadar gördüğüm en uzun trenin karşısında dikildim, tekrar tekrar okumaya çalıştım diğer kelimeyi. O sırada Sadık öğretmen içeri geldi elinde yarı dolu çay bardağıyla. Yanıma dikildi. Gölgelerimiz birleşti ve kara tahtadan dökülen bir ırmak oldu. Birlikte tahtaya baktık uzunca bir zaman. Belliydi; benden birkaç hece, ses; hiç olmazsa harf bekliyordu. Başımı okşayarak: “Ne o Çağrı, anlayamadığın bir şey mi var?” dedi. Bu soruyu en kolay şekilde cevapladım. Bana cebinden çıkardığı mendilini uzattı, yanaklarımı sildi ve şöyle dedi: “ Zorlukları yenmelisin! Sadece biraz daha sabırlı ol.” Buğulu gözlerimle bu büyük adamı izliyordum. Sihirden başka hiçbir şeye ihtiyacım yoktu o an. Elindeki değneği tahtaya uzattı ve gözlerimi bir kez açıp kapattığımda artık kelimeyi okuyabiliyordum. Yüksek sesle bağırdım: “Cumhuriyet!” … Şimdi de telefon çalıyordu. “Alo, oğlum?” “Evet biliyorum baba, öğlen namazını müteakip.” Sadık Hoca’yla yaptığımız son dersin üstünden tam on sekiz yıl geçmişti. Bugün bir ders daha yapmak istiyordu ve bu yüzden çağırıyordu beni. Hazırlandım, yola çıktım. Önce caminin avlusunda buluştuk. Sonra bir zamanlar yaptığımız gibi yürüdük onun eli omzumda. Derken yüksek sedir ağaçlarının bulunduğu bir bahçeye daldık. Bugünkü dersimizin son ders olduğunu ve bütün son derslerin konusunun vedalaşmak olduğunu anlattı. Bir süreliğine çok uzak bir ülkedeki başka çocuklara ders vermeye gidecekti, onu çok özlersem bu bahçedeki saklı bir kapıdan o ülkeye geçebilecektim. Başımı okşadı son kez büyük adam, elime bir yaprak beyaz kağıt tutuşturduktan sonra gözden kayboldu ağaçların arasından. İşte o kağıda yazıyorum bunları; bana öğrettiği harflerle, hecelerle, cesaretle ve yaşamla yazıyorum.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Çağrı Küçükyıldız, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |