Dünyayı tanıma çabalarımda vurdum duymaz çocukluğumun yegane misillemesiydi hayata karşı yaptıklarım. O an resmedilmiş pırıl pırıl günleri yaşıyordum. Geleceğe inat çocukluğuma çocukluk ekliyordum. ardından serüvenlerim geliverdi. Her saniyesini, her karesini bilgisayar remi gibi takır takır açıklayabilirim size. Birden oyun çağımın en hakiki subayları yani arkadaşlarım aklımda şekillendi. Tek adresimiz mahallemizdi. Benjamin yatarken, yemek yerken, uyurken, nasıl topu yanında oluyorsa aynen bizimde yanımızda belirlenen cisim "topumuzdu". Ayrıca futbol dışında bir çok etkinlikte de geri kalmazdık tabi. İstanbul’da bahçeli, ağaçlı ev bulunmazken betonarme yapılara kasıtlı meyve ağaçlarına dalardık. Kızlarla nedense aramız pek iyi değildi ama hep bir ukde bizi bugünlere getirdi. Aramızda değişik tipte oyunlar oynardık. Mesela delta force misali biraz kodaman olan bahçelere top atıp operasyon adında gizli giriş çıkışlar düzenleyip yakalanmama çabasına girerdik. Çoğu kez yakalanırdık. O zamanki yaşantımızın en manalı hareketi gülmekti. Çünkü her şeye gülerdik. Çocuktuk. Bizim sokak bizce bernabau stadı görünümünde çim olarak İngiltere kadar zengin taraftar olarak İtalyan soğukluğunda bir yapıya sahipti. Ve her gün maç keyfimize denilecek bir söz bulunamazdı. Oysa şimdi sokağa bakınca yıkılmış hayatların toplamını ortaya koyan bir çöp yığını görüyorum. Üzerinden sandığınız gibi çok vakitler, seneler geçmişte değil. Nedense bazı şeylerin farkına sonradan varılması bir sonuç kazandırıyor. Kısa zamana rağmen hatıraların tükenmesi.