"Ne elbiseler gördüm, içinde adam yok, ne adamlar gördüm sırtında elbise yok." -Mevlana |
|
||||||||||
|
Tütsü kokularıyla yanan mum kokuları birbirine karışmış havada yan yana yavaş bir tempo tutturmuş koşuyordu,karanlık,derinden gelen hafif bir müzik,mutluyum. Şimdi ellerinizi bana doğru uzatın,gözlerinizi kapatın Ruhunuzu serbest bırakın. Elinizi başınızın üstüne koyun hissedin,serinlik mi gelen yoksa sıcak mı?Tek hissettiğim elimin ağrıdığı;başka herhangi bir şey değil. Şimdi diğer elinizle deneyin. Sıcak hem de çok sıcak. Serinse herkesi affettiğiniz için ruhunuz kuşlar gibi hafiflemiş sıcaksa lütfen affedin. Saatlerden beri buradayım hala sıcak ve elim çok ağrıdı bırakın gideyim. Daha sonra tekrar denemenizi öneririm,ruhunuzu özgür bırakın,herkesi affedin... Beliren flu anılar,geçici hafıza kaybı,perde çekilmiş,çekmeceye bir daha hiç çıkarılmamak üzere kaldırılmış ben Ruhum,kalbim,düşüncelerim. Ilık bir bahar günü babamla birlikte yürüyorum. Elinde hiç bırakmadığı sigarası, uzağı göremeyen,görmeye çalışan gözleri, meltemde titreyen yaprak gibi elleri, düşünceli sözleri anımsıyorum bir;bir. Onu son defa gördüğümü, beni karşı kaldırımda bıraktığını, arkasından şaşkın gözlerle baktığımı anımsıyorum. Kambur sırtını, üzerinde eprimiş kahverengi hırkasını, darmadağın olmuş kıvırcık saçları,şimdi bana o kadar uzak ki. Oysa ben küçük bir çocukken babam gibi, babam gibi güçlü, babam gibi baba, babam gibi eş olmak isterdim. Ben o gün asla babam olamayacağımın farkına vardım. Hala fluydum. Aynada yoktum, yerde yoktum, havada yoktum,hiçbir yerdeydim. Salondan gelen saat sesini dinledim. On kere çaldı. Çocukken korktuğum saat. Gece ansızın çalmaya başladığında bana yorganımın altında korkunç dakikalar geçirten o saat. Ne yapacaktım?Ne yapabilirdim? Yüzüme dokundum,daha yeni çıkmaya başlayan sakallarımı hissettim. Her şey olması gerektiği yerde duruyordu. Sadece ben kaybolmuştum, zaman atlamıştım ve o zamana bir türlü ayak uyduramıyordum. Evi gezmeye başladım. Tablolar duvardaki, her zaman asılı durdukları yerdeydiler, kitaplar ,yemek masası, televizyon, müzik seti, cdlerim. Panjurlara vuran yağmur damlalarının sesini duyuyorum .Güneşin her zaman parladığı uzun iskelelerin olduğu sıcacık kumların üstünde güneşleniyorum. Yanımda sevdiklerim, hiçbir zaman gitmeyeceklerini bildiğim. Yapılması gereken, mutlaka, şimdi , olmazsa olmaz diye bir şeyin olmadığı, hiçbir şeyin olduğu, her şeyin olmadığı bir yerdeyim. Uzaktan tanıdık bir ses geliyor kulağıma. I taste death ın every kiss we share every sundown seems to be the last we have your breath on my skin has the scent of our end ı am drunk on your tears can’t you see ıt’s hurting every tıme we touch we get closer to heaven at every sunrise our sins are forgiven the only way u can love me is to hurt me again and again your love is razorblade kiss the sweetest is the taste from your lips(Him-razorblade romance) Başımda davullar çalıyor. Yavaş,yavaş,isteksizce gözlerimi aralıyorum. Neredeyim? Buraya nasıl geldim? Kiminle,ne için geldim bu lanet olası yere? Düşünceler kafamda fır dönerken,yattığım kanepenin karşısındaki kapısı çıkarılmış kapıda(delikte)kız arkadaşımı görüyorum. Güzel bulduğum kahverengi gözleri hüzün dolu bana bakıyor. Sabah olduğunu düşündüğüm geceye kalkıyorum. Evimde miyim?diye düşünmeye başladım,Her şey ilk bakışta tanıdık geliyor,her zaman oturduğum kanepe,bardağımı koyduğum sehpa, yemek yediğimiz masa. Unutuyorum. Tüm anılar hafızamdan yavaş ve emin adımlarla siliniyor. Başımı yere eğiyorum, ellerimi görmeye çalışıyorum. Görebildiğim tek şey hiç .Dokunmaya, yerini değiştirmeye çalıştığım vazo bana inat ederek olduğu yerde durmaya devam ediyor. Evde sinir bozucu bir sessizlik var. Saatin sıkıcı, sürekli tik takları beynimin içinde yankılanıyor. Buharlaşıp yok oldum. Geri dönmek istiyorum evime,anneme,arkadaşlarıma... _Arka sokakta güzel bir cafe var orada konuşabiliriz Ama artık ağlama kermit!Sonuçta Tanrı bir kapıyı açmadan diğerini kapamaz! _Öyle... Yavaş adımlarla, yağmura aldırış etmeden yan yana;çocukluğumu,düşlerimi, yalnızlıklarımı paylaştığım,arka bahçemizde her zaman beraber olacağımıza kardeş sözü verdiğimiz dostum, kardeşimle yürüyorduk. Onun isteği dışında gelişmiş olaylar, bir yerlerdeki herhangi insanlar ,küçük bir bakış, saçma sapan bir söz onun canını sıkmıştı ve o gün onu daha önce hiç bu kadar canı sıkkın görmemiştim. İlk bakışta evim gibi görünen,gitgide bir hücreyi andıran dört duvar arasında gidip geliyordum. Sıkılmaya başlamıştım. Annemi, arkadaşlarımı, dünyayı özlemiştim. Kendimden sıkılmıştım. Kendimi dinlemekten, sessizlikle konuşmaktan, tek başıma düşünmekten. Ne olmuştu da ben bu kadar kendim(le) olmuştum (kalmıştım)... _Selam!İki sprite, içine limon koyarsanız çok sevinirim,,başka bir şey ister misin kermit? Gözleri yaşlarla doluydu, konuşamayacağını biliyordum, sesini duymak istiyordum, sessizlik sinirlerimi bozmaya başlamıştı. Elleri titriyordu, elleri titremezdi. Saçları darmadağın olmuştu, üzerinde en sevdiği siyah üzerinde kardan adamlar olan kazağı vardı, ayakkabıları çamurluydu. Makyaj yapmazdı, ama o gün sürdüğü siyah göz kalemi akmıştı .Konuşmasını bekliyordum. _Lütfen bir de su.... Titreyen, çatlak sesi sessizlikte birden patladı. Onu çok seviyordum, ona aşık mıydım? Kafam karmakarışıktı. Onu çok uzun zamandan beri tanıyordum, hastalandığında yanındaydım, erkek arkadaşlarını konuşurduk, ona ilk öpüştüğüm kızı anlatmıştım, bozulan bilgisayarını yapardım, çok kötü yaptığı makarnaları zorla yemiştim, annesiyle babası ayrılacağı zaman ona moral verebilmek için elimden geleni yapmıştım. O kadar çok beraber, o kadar çok aynıydık ki ona aşık olamazdım, aşkı onunla birlikte hiç düşünmemiştim. Fluyum. <<<<<<>>>>> Kalbimi birden kutuplardan gelen buz gibi bir hava akımı kaplamıştı, şimdi benim de ellerim titriyordu. Gözlerinin içine bakmaya çalışıyordum, onunkiler benimle ilgilenmiyordu. Ne yapıyordum ben? Karşımda oturan insan benim en yakın dostum, o benim kardeşim. Onu çok uzun süreden beri tanıyorum, ona aşık olamayacak kadar uzun. Yavaş ve emin adımlarla mı aşık olmuştum? Ona en başından beri mi aşıktım? Düşünmemeye çalışmalıyım. Aşkı düşünme aşkı düşünme aşkı düşünme aşkı düşünme aşkı düşünme aşkı düşünme aşkı düşünme aşkı düşünme, düşünme ,düşünme , düşünme . . . _Seni seviyorum _Ben de seni seviyorum... Bütün gökyüzü benimse neden her yerde uçmayayım, ölene kadar yaşayacağım. Hahahaha! Hala fluyum. Yaşayıp yaşamadığımı bilmiyorum, ölüp ölmediğimi bilmiyorum, nerede yaşadığım,kim olduğum hakkında en ufak bir fikrim yok. Hiçbir şeye dokunamıyorum, zamanın akışını değiştiremiyorum, hiçbir yaşayan insan görmedim sabahtan beri, kendimi göremiyorum. Hahahahah! Şimdi içeriden arkadaşlarım çıkacaklar ‘bu bir kamera şakası!!!! Saksının arkasındaki kamerayı fark etmedin mi???evet evet oraya el salla!!!’diyecekler diye umuyorum. Cehennem soğuyana kadar ağladım. Kalbim, ruhum , her şeyim, hiçbir şeyim. Artık ben hiçbir şeyim. O gittiğinden beri buralardan, benden, özlemini kalbimden uzaklaştırabilmek için daha fazla gözlerini düşünmemeye çalışıyorum. Gece şehre indiğinde, ben karanlığına karışıyorum. Ağlıyorum, ağlıyorum, ağladıkça içimde gün geçtikçe büyüyen özlemi unuttuğumu sanarak gülüyorum, gülüyorum. Susuyorum, susuyorum kimsenin beni duymadığını, onu özlememenin bana çektirdiği acıyı anlamadığını sanarak , bağırıyorum, bağırıyorum... Fluyum hala fluyum. Panjurların arasından güneşin yerini yavaş yavaş yerini aya bıraktığını izliyordum. Acıdan, kimsesizliğin verdiği çaresizlikten ,saatin tik taklarından , ağırlaşan bedenimden, düşüncelerimden ,kendimden kurtulamıyordum. Kendimle saatlerdir başbaşaydım. Hayatımla , geçmişimle hiç olmadığım kadar iç içeydim. Beynimin içinde milyonlarca arı vızıldaması, ayaklarımdan yavaş yavaş tüm vücudumu saran soğuk ve ruhumu kaplayan sonsuz ateş... Ölüm bana artık çok yakın. Yaşamak; hayal edemeyeceğim kadar uzak. Çevremdeki eşyalar netliğini, her atan kalp atışımda, yitiriyorlardı. _yavaş git! Yetişemiyorum sana! Hey sana diyorum! _Koş! Hızlı adımlarla yürüyorduk kermitimle. Yerde biriken yağmur suları, yürürken pantolonumun paçalarını ıslatıyordu. Nereye gittiğimizi bilmiyordum. Hava iyice kararmış, yağmurdan sonra hafif bir rüzgar başlamıştı. Bir apartmana girdik. Katları her çıktığımızda artan müzik sesi ve tütsü kokusu, bu gecenin iyi geçeceğini gösteriyordu. Geceyi geçireceğimiz evin kapısının önüne geldiğimizde öpüşmeye başladık. Gözlerindeki hüzün, yerini boşluğa bırakmıştı. Ellerimi görebiliyordum, zaman geçtikçe çizgilerde belirginleşti. Yüzüme dokundum defalarca kollarıma, bacaklarıma baktım. Flu değildim artık. Kendimi baştan aşağıya görebileceğim ayakkabı dolabının aynasına koştum. Dolap olması gereken yerde değildi. Hiçbir şey olması gereken yerde değildi, benim dışında. Gitgide etraf karardı, karardı, karardı...Ben tek başıma olduğum yerde kendimi aramaya başladım. 1.Bölümün sonu
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ege ışık, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |