640K bellek herkese yetmelidir. -Bill Gates, 1981 |
|
||||||||||
|
Uzun ve bol kar yağışlı geçen bir haftanın ardından, güneş olanca güzelliği ile bir cumartesi gününü karşılamış, günlerdir beyaz uykuya teslim olan doğa yeniden canlanmaya başlamıştı. Kız kardeşimin yoğun ısrarı ile dışarı çıkıp biraz hava almaya karar verdik. Gideceğimiz adres belliydi. Kadıköy en vazgeçilmez mekandı. Aslında evde televizyon karşısına geçip,Türkan Sultanın ve benim yakışıklı aktörüm Ediz Hun’ un başrollerini paylaştıkları sevgi dolu sıcacık bir Türk filmini kah gülerek kah hüzünlenerek seyretmek, erimeye başlayan karlardan son bir gayretle kardan adam yapmaya çalışan çocuklara bakmak, elleri yüzleri kıpkırmızı olana dek karların içinde yuvarlanmalarını dünyada hiçbir şeye bedel olmayan gülüşlerini ve çığlıklarını dinlemek istiyorum. Ne yazık ki, kardeşimin arzusu ve sevgisi isteklerimden ağır basıyor. Yarım saat kadar sonra Kadıköy’de buluyoruz kendimizi... Her yer insan kaynıyor. Erimeye başlayan karlar yüzünden yollar su içinde ama kimsenin aldırdığı yok. Bahariye caddesine doğru yürümeye başlıyoruz. Birden kardeşim yanağıma bir öpücük konduruyor. Beni kırmadığın için teşekkür ederim, seninle çok mutluyum seni çok seviyorum abla diyor. Ah benim güzel bebeğim, ömrümü vermek mümkün olsa gözümü bile kırpmadan uğruna feda ederim. Uzunca bir süre kol kola geziyor mağazalara bakıyoruz. Bir bankanın önünde, flütüyle ortamın havasını değiştiren bir çocuğun çaldığı şarkıyı dinliyoruz.. Duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini, yazık olmuş o gözlerden sana akan yaşlara, bir zamanlar sevginle ateşlenen başımı, dizlerinin yerine dayasaydım taşlara .... Bu kış gününde öyle ruhumu okşuyor ki şarkının sözleri, çocuğun önünde duran karton kutuya bir miktar para bırakıyor ve devam ediyoruz. Bir ara saate bakıyorum, geç olmaya başlamış diyerek geri dönmeye karar veriyoruz. Hızlı adımlarla Bahariye caddesinden aşağı inerken, Ali Suavi Sokağında bulunan el emeği göz nuru eserlerin sergilendiği tezgahları es geçmek istemiyoruz. Seyrimizi kısacık bir zaman dilimine sığdırıp, hayran hayran yapılan el işlerine baktıktan, tüm bunları ortaya çıkaran insanları kendimizce takdir ettikten sonra, dönüş yoluna kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bir iki adım sonra tekrar duruyoruz, burada bakmadan geçemeyeceğim bir dükkan var. Ankara Pastanesi... Vitrinde duran birbirinden güzel ve renkli lokumlar, şekerlemeler, leblebi helvaları, bezeler, tahinli helvalar, tüm albenisiyle karşımızda duruyorlar, bir süre vitrine baka kalıyorum çocukluğum geliyor aklıma, her sokağa çıkmamızda fazla bir şey istememem ve ağlamamam için annemin beni uyardığı, sonrada bakışlarıma dayanamayarak her istediğimi aldığını anımsıyorum. Gözüme çocukken çok yediğim şemsiye çikolatalar takılıyor. Kardeşimin kolundan tuttuğum gibi dükkanın içinde alıyoruz soluğu, üç tane şemsiye çikolata alıyorum. Parayı öderken güler yüzlü dükkan sahibi ile eskilerden söz ediyoruz. Altmış yaşını çoktan geride bıraktığı belli olan bir hanımefendi, elinde tam göremediğim bir tatlıyı yerken katılıyor sohbetimize, nerde o eski günler , eskiler bir başkaydı, şimdi her şey bambaşka diyor ve iç çekiyor. Gülümsüyorum , iyi günler dileyip çıkıyoruz dükkandan... Pastanede gördüklerimiz karnımızın acıktığı sinyallerini veriyor bize, Kadıköy’e gelip de simit yemeden geri dönmek olmaz diyoruz. Etraf yeni açılan simit evleri ve sarayları ile dolu. Birine giriyoruz, iki büyük boy urfa bardağı ile çay ve iki simit aldıktan sonra üst kata çıkıyoruz. Cam kenarında bir köşeye oturuyoruz. Dışarıda insan seli tüm coşkusuyla akmaya devam ediyor. Çaylarımızı yudumlarken ne kadar üşüdüğümüzü fark ediyoruz. Bardağın ince belinde ellerimizi ısıtıp, gelecekten ve geçmişten konuşuyoruz. Havalar erken karardığı için eve geç kalmak istemiyoruz. Dükkandan çıkıp hızlı adımlarla rıhtıma doğru yürüyor yanımızdan geçen tramvay’ a ve içindeki yolculara bakıyoruz. Osman Ağa Camii kenarında eski bir çantanın içinde mendil satıyor gözleri görmeyen, aksakallı yaşlı amca , gözüme o kadar aciz gözüküyor ki, birden kendimi onun yerine koyuyorum. İçim acıyor nefes alamıyorum... Yüreğim kafese alışkın olmayan kuşların çırpınışlarını yaşıyor. Yaklaşıyorum, ihtiyacım yok ama mendil almak istiyorum. Amca mendillerin ne kadar? Diye soruyorum. Soğuktan elleri kızarmış yaşlı amca, 350 bin lira ama sana 250 bin lira olur diyor. Bir milyon lira veriyor ve bir mendilini alıyorum diyorum. Allah senden razı olsun kızım diyor. Bir şükür sözcüğü ile nefesim açılıyor, kafeslerde tutsak kalan yüreğim tekrar özgürlüğüne kavuşuyor.. İnsanın iç huzuru tatması ne güzel şey... Bir kuruyemiş dükkanın önünden geçerken elma şekerleri takılıyor gözüme.. Kız kardeşim, hiç vazgeçmeyeceksin hiç büyümeyeceksin dimi abla diyor ve kolumdan çekiştiriyor. Kahve almak için Kuru Kahveci Mehmet Efendinin dükkanına giriyoruz. Mis gibi keskin bir kahve kokusu karşılıyor bizi...Gözünü sevdiğim Türk Kahvesi diyorum kokusu bile bir başka güzel... Dükkandan çıkıyoruz, az önce gördüğüm elma şekerleri hala aklımda, alırsam ne kadar mutlu olacağımı düşünüyorum. İçi elma şekeri dolu olan sepetten üç tane seçiyorum. Bu arada, annesinin elini sıkıca kavramış eli yüzü soğuktan kıpkırmızı olmuş, deniz gözlü bir erkek çocuğu geçiyor dükkanın önünden. Elimdeki şekerleri gören çocuk, annesinin kolunu çekiştiriyor.. Belli ki oda şeker istiyor. Kadın sevgiyle çocuğun başını okşuyor ve dükkanın önünden çekmeye çabalıyor. Parayı ödeyip arkamı döndüğüm anda, aynı deniz gözlerle tekrar karşı karşıya geliyorum. Güvercinlerin pislettiği, eriyen kar sularının ıslattığı bir banka oturmuşlar anne, oğul..... Kadının üzerinde ince bir pardösü var , baş örtüsünün renkleri bile belli olamayacak kadar soluk, çantası kim bilir hangi yılların izini taşıyor. Ayaklarını büzüyor, belli ki ince ayakkabıları su almış. Renginin sarı olduğuna şahit isteyen bir kaban giyiyor deniz gözlü çocuk , gözleriyle aynı renk beresi ve atkısı var, eldivenleri yok, minik elleri soğuktan kıpkırmızı olmuş...Lacivert kumaş pantolon giyiyor bir dizi yamalı. Ayağında mavi renk lastikten yapılmış, üst kısmı beyazlığını kaybetmiş, kürklü bir bot var. Bu küçük yaşına rağmen, hüzün ve yokluk okunuyor benden hiç ayırmadığı deniz gözlerinden.... Gözlerinde, bir elma şekeri için doldurup doldurup da içine akıttığı göz yaşları var. Etrafımızdaki her şey anlamsızlaşıyor bir an. Ağır çekime alınmış uzun metrajlı bir filmin bir tek karesi gibiyiz deniz gözlü çocuk ve ben... Bir adım atıyorum ona doğru bunu ikinci ve üçüncü adım takip ediyor. Annesinin kucağından iniyor kendisine yaklaştığımı fark edince, gözlerindeki hüzün bulutları sanki bir şeyleri anlamış gibi yavaş yavaş aralanmaya başlıyor.. Deniz gözlü, annesi ve ben göz göze geliyoruz. Kadın anlamsızca ve rahatsız olmuş gibi bakıyor yüzüme, çekiniyorum. Oğlunuz diyorum; az önce elma şekeri istiyordu...Evet diyor.. Bende çok severim o yüzden aldıklarımı onunla paylaşmak istiyorum. Sen bilirsin gibisinden kafasıyla işaret yapıyor. Elimdeki şekeri deniz gözlüye uzatıyorum. Önce annesine sonra bana bakıyor. Hadi al diyorum, bak benim iki şekerim daha var.. Küçücük çocuk elleri alıyor Kırmızı Elma Şekerini.... Öyle mutlu ki, yanağından öpmek istiyorum...Büyü bozulsun istemediğim için vazgeçiyorum. Ayrılıyorum yanından, arkama dönüp bakıyorum bir an, küçücük avucunun içine kondurduğu öpücüğü gönderiyor bana... Mutluluğu, yaşlı bir amcanın şükür duasında, Mutluluğu, beraberce içilen bir bardak çayda, Mutluluğu, paylaşılan bir elma şekerinde yaşıyorum ben bugün.. O, olup biten her şeye sıcacık, mavi mavi bakan deniz gözlü bir çocuk.... Ve şimdi hüzünlü gözleri boncuk boncuk..............
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nilgün SARIGÜL, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |