İnsanoğlu çalışmak sevmiyor. Ama niye zorla kendini çalışmaya yönelten bir düzen kuruyor. İçimden ilk üretim faaliyetini gerçekleştiren manitu kuluna sövmek geliyor. O olmasaydı şimdi efendi gibi mağaralarımızda avlanarak ve avlanamadığımız zamanlarda da uyuyarak yaşayıp giderdik. Gider miydik? Hayır, neyimize yarıyor bunca teknoloji? Yoktan sebeple savaşlar çıkıyor. Herkes teknolojik bir donanım derdinde. Herşeyi markalaştırıp sonra tapmayı seviyoruz. Markalar insanların oyuncakları. Peki insanlarla kim oynuyor? İnsanlar niye marka olmaya çalışıyor. Niye bunca okul okunuyor? Okullar fabrikasyon çalışıyor. İnsanları “doktor, mühendis, mimar, v.s, v.s.” diye damgalayıp duruyorlar. Sonra ellerinde diplomaları ile lönk diye kalakalmış milyonlarca insan...
Benim lisede çözdüğüm tekşey çalışma aşkımın olmadığı idi. En azından bir patronun varlığına tahammül edemeyeceğimi düşünüyordum, sonra konunun patronlarla pek bir alakası olmadığını anladım. Ben sevdiğim bir iş bulamayacağımdan çalışmak ve dolayısıyla okumak istemiyordum. Tek aşkımdı tiyatro, olmadı. Tek taraflı bir aşk olduğundan değil ama her aşkta olduğu gibi araya maddiyat girdi. Hazır para tatlı geldi. Bende lisede çözdüm dediğim tuzağın içine düşüverdim. İlk zamanlarda çok zevkliydi tabii. Sıfır bütçenle kıyaslarsan deli gibi para kazanmaya başlıyorsun bir anda. Hiçbir sorumluluğun yok, deli gibi de harcıyorsun. “Tiyatro kaçmıyor ya lan” diyorsun. E henüz körelmemişsin, çevre denilebilirse birkaç arkadaşın var etrafında, birkaç yıllık tiyatro deneyiminden. Üç beş olası teklif geliyor. Çalışma saatlerin, provalar falan çakışıyor. Hepsine burun kıvırıveriyorsun. Yani kopasıca burnunu kıvırıyorsun tiyatroya. Kölelik sistemine hoşgeldin. Elbette tiyatro insana hiçbir zaman para vaad edemiyor. Onurunla yaşamayı, köle olmamayı ve insan olarak kalabilmeyi vaad edebiliyor sadece. Sen bunları görmezden geliyorsun. Hiç sadık bir yar değil oysa ki tiyatro. Anında siliveriyor insanı. Böyle bitiyor bu acı aşk hikayesi. Aslında bu hikayenin konumuzla çok alakası yok, var aslında çok alakası ama boşverin, herkese hitap eden bir örnek olmadığını biliyorum. Konumuz paralı kölelik sisteminin herkesten gizli ama herkesin gözünün içine baka baka kurulmuş olmasından ibaret. Hani yanlış olan birşey yapıldığında, menfaatiniz varsa üç maymunu oynarsınız ya, tüm dünya üç maymunu oynuyor birbirinden gizli. Şeytanla anlaşıp emekli oluncaya kadar bedeninizi ve aklınızı kiralıyorsunuz. Ruhunuz size kalıyor. Babayı kalıyor, siz öyle sanıyorsunuz. Bedeni ve aklı alınmış bir insanda ruh ne arar. O da sizi terkediyor. O kadar meşgulsünüz ki farkına bile varmıyorsunuz. Elinize yaşayacak kadar para ve emeklilik vaadinizi veriyorlar. Deli gibi çalışıyor, çoçuklarınıza okumanın ve çalışmanın kutsallığını anlatıyorsunuz. Söylesenize asıl patron kim? Bizimle kim oynuyor?