Cumhuriyet fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre saygı duyarız. -Atatürk |
|
||||||||||
|
Dehşet ve şokla uyanmıştı uykusundan... Yine aynı rüyayı görmüştü. Beş gecedir gördüğü rüyayı... Fatma’yı… Duş alırken, duş telefonundan su yerine kan akmasını, ıstakoz kıskaçlarının belirmesini, onun bileklerini kesmesini, "Beni kurtar!..." demesini... Gerçek mi rüya mı çelişkisi... Tuvalet gereksinimi... Lavobada el yüz yıkamalar... Rüyaların gerçeği yansıtmadığına olan inancını kaybetmemiş olmasına rağmen, içinden bir ses farklı şeyler söylüyordu kendine. Çözemediği bir yumağın içini kapladığını hissedebiliyordu. Belirsizlikler, insanların aklına saçma sapan düşünceler getiriyordu. Bu düşüncelerin egemenliği altına girmemeliydi... Düşüncelerini ve sezgilerini açığa çıkarmaması, tahlil etmemesi, çelişkileri gidermemesi halinde, içsel karmaşasını söndürmenin, yok etmenin mümkün olmadığını… Dikkate almayıp da unutmanın, gerçek unutma olmadığını… Aksine; bilinç altında bir yerlerde yuva yaparak doğumlar gerçekleştireceğini, doğanların büyüyerek ileriki günlerde ansızın ortaya çıkıp, kendisine zarar verebileceğini bilecek kadar psikolojik çıkarımlarda bulunabiliyordu… Boş vermeliydi şimdi bunları… Evde kahvaltılık malzeme kalmamıştı. Kahvaltılık malzeme almaya çıktığı şarküteriden Körebe Gazetesi dahil bir kaç gazete daha aldı. Göz atımı sonucu Gazi’nin son haftalarda ‘çıkarmak üzereyiz’ dediği hatta körebe medyasından bir gün ayrılırsa, yerinin devamlı hazır olduğunu belirttiği "Ahtapotun Kolları’s" dergisi dikkatini çekti. Bir tanede ondan aldı. Yardımcısı kadına yalnız kalmak istediğini belirterek, bir haftalığına ücretsiz izin vermişti. Evde kahvaltı hazırlama işi, dört gündür olduğu gibi, yine başa düşmüştü. Kahvaltı yaparken bir şeyler okumak hoşuna giderdi. Öğrencilikten kalma bir alışkanlıktı. Senelerdir devam ettirirdi. ‘Ahtapotun Kolları’s" dergisinin kapağını çevirdi. Başyazıyı okumaya başladı. "Dergimiz gidebildiği yere kadar gidecektir. İsim bulmakta çok güçlük çekmedik. Dergimiz ufku gören, geleceği sezinleyen yazarlar kadrosuna sahip... Yalan haberciliğin, yanlış ve kasıtlı yorumun, satılmış kalemlerin içini; ıstakozu yakalayıp iliğine kadar emen ahtapot gibi boşaltmak amacıyla çıkarmış olduğumuz bu dergiyi…" Devamını okumadı. İkinci yaprağa geçti. 'Editörün Sayfası' üst başlıklıydı. "Sivil Fatıma’nın öyküsü... Sivil Fatımayı Kurtarmak!" alt başlıklı yazıyı okumaya başladı. "Körebe medyasının üç gündür yayımladığı ve devam eden ‘ABD Eri Jessica’yı Kurtarmak!’ yazı dizisinin beynimde yarattığı dehşeti ve şoku sizlerle paylaşmak istiyorum. Özetle; Aslen Guatemalı olup, Güney Amerika’ya göçmüş, bir aileden olma 19-20 yaşlarındaki Jessica'nın, otomobil tamir atölyesinde kazandığı parayla tatmin olmayınca, birkaç kat daha fazla ücret kazanabileceği, Irak’ı işgale hazırlanan Amerikan ordusuna katılması... Bağdat sokaklarında birliğini kaybetmiş, serseri mayın gibi dolaşırken, oluşan panik ve korku nedeniyle ayağını burkması, Iraklı halktan ve dağılmış Irak ordusundan bir kaç kişinin yardımıyla tedavisi için hastaneye kaldırılması... Hastanede tedavisi yapılırken, Amerikanın gelenekselle-şen; ‘asker moralini güçlendirmek, kişilik bölünmesini yapılandırmak, tek asker bile bizim için önemlidir, bizden olan zarar görmez duygu ve düşüncesini var etme’ gibi medyatik propaganda yönü ağırlık basan kurallar çalıştırılmış ve operasyona başlanmıştır. Amerika’ya iltica etme karşılığında bir Iraklı avukat tarafından gösterilen Er Jessica’nın tedavi gördüğü hastaneye, kameraların tanıklığı huzurunda, helikopterle, tankla, kalabalık bir timle yapılan operasyonda, öngördükleri gibi sadece sağlık elemanla-rını karşılarında bulacaklardı... Er Jessica, tedavi gördüğü yatağından alınarak helikopte-re bindirilmiş, uçakla ABD’ye gönderilmesi sağlanmıştır. Jessica kötü muameleye tabi tutulmamış, tecavüze uğramamıştı... Jessica’nın tedavisinden sorumlu olan doktorlarda, bu yönde medyaya brifing vermiş olmasına rağmen; Türkiye sınırları dahilinde neredeyse Pentagon görevlilerinden daha aşkın savaş borazanlığı yapan, psikolojik savaş eri gibi hareket eden Körebe Medyasının, bu yazı dizisinden dolayı eseflerimizi belirterek ilk dosyamızı açıyoruz. Önce, kısa bir açılım gerçekleştirmek istiyoruz: Er Jessica kimdir? Paralı askerdir!... İşgalci ABD’nin askeri... Aksi olsa da haklı sayılmayacağı; ‘aç ve işsizsizlik mazereti’ dahi olmayan bir kadın asker... Daha fazla para kazanmak için işgal ordusuna katılmıştı. ‘Kiralık katil’ statüsünde bulunan bir kadının güzelliğini, ailesinin ekonomik zayıflığını, ayağının burkulmasını, yüzündeki neşeyi, 'güneyden güneye göç etme' ve 'güneyde yakalanmasındaki' ‘güney’ benzerliğini, dahi göz ardı etmeden kısa öyküsünü; özenerek, bezenerek, bir nakkaş gibi süsleyerek, kamuoyunda mazlum rolü biçmeye çalışarak, ABD Ordusuna karşı halkta oluşan nefret ve öfke dalgasına ufakta olsa onun şahsıyla baraj görevi yapıp, bu nefreti buharlaştırmaya çalışan Körebe Medyasının Er Jessica öykülerine karşı; Yüzlerce, binlerce, milyonlarca Fatıma’nın... SİVİL FATIMALAR'ın elden geldiğince öyküleri anlatılacaktır. Bu öyküler; Küremizde bulunan tüm değişik adlara, dinlere, ırklara, mezheplere, görüşlere sahip olan halklar da dahil, ABD etki ve yönlendirmeleriyle uyumlu uygulamalardan zarar gören insanların öyküsü olarak dönüştürülebilecektir... Evet soruyoruz; Kiralık Katil Er Jessica kurtuldu!... İşbirlikçi yardımıyla!... Sivil Fatımaları kim kurtaracak!... Er Jessica öyküleştirildi, mitleştirildi, efsaneleştirildi... Sivil Fatımaların öykülerini, varolan efsanelerini ve mitlerini kimler anlatacak?... Kim anlatacak; mağdur, mazlum, maktul Fatımaları!!!... Fatımaların analarını, babalarını, kardeşlerini, çocuklarını ve arkadaşlarını... Öyküsü yazılacak mı; beş yaşındaki Iraklı Fatıma’nın zeytin karası gözlerinden akan ve her damla yaşın içinde yansımasını bulan karartılmış dünyaları... İlk anlarda, ‘Göz Temasına Geçin!’ emrini dikte eden Amerikan askeri kurmayların; cesareti, öfkeyi ve nefret ışıklarını veren mazlumların gözlerinden etkilenmeleri dolayısıyla, hala tam olarak yılanlaşamamış oldukları anlaşılan askerlerine, bu kez ‘Onların başlarına çuval geçirin!’ şeklinde verdikleri emir sonrası, başlarına çuval geçirilen insanlara uygulanan muameleleri... Ya Bazı Seçkinler!... Binlerce Fatımaların öyküleri dururken, hala, aşk olup olmadığı belli dahi olmayan, varsa eşiyle, yoksa sevgilisiyle (kadın ve erkekler için), o da yoksa 30-40.YTL ile bir kerhane evinin, boş bir odasında, kuşu öten ya da mutluluk çubuğu taktırmış herkesin (sadece erkekler için), uygulamalı olarak yaşayabileceği cinsel birleşmeyi estetize ederek yazma dışında gerçek aydın sorumluluğunuz nüksederek, hiç olmazsa bir tane; Fatımalardan birinin öyküsünü yazmak zorunluluğu duymuyor musunuz?... Bir başlangıç olması dileğiyle Iraklı Fatımalardan birinin kısa öyküsünü aşağıda sunuyoruz; ‘Sivil Fatıma; Irak’ın güneyinden, Bağdat’ın güneyine sınıf öğretmenliği yapma amacıyla göç eden bir anne ve babanın kızı... Babası; 'Saddam’ın, batılı güçlerin izniyle ve desteğiyle halka zulüm ettiğine' dair kahvede yaptığı bir konuşma üzerine, gözaltına alındığı emniyette gördüğü işkence sonucu öldürülmüş... Bir kardeşi; Kuzey Irakta bulunan bir arkadaşını ziyareti esnasında, atılan kimyasal ve biyolojik gazdan zehirlenerek öldürülmüş... Annesi; bu acılara dayanamayarak hastalanmış, Birleşmiş Milletlerin ambargosu nedeniyle, edinemediği ilaçtan, gıdasızlıktan ve bakımsızlıktan ölmüş... Ablası, bu etkilerle, Psikolojik travma geçirmiş, daha sonra intihar etmiş... İşgal esnasında, ‘İnsanlığa Özgürlük’ adlı bir yer altı gazetesi çıkarmaya başlamış, yöneticilerden bazılarının, işgal esnasında dahi ABD ile işbirliği yapmayı sürdürdüklerine dair (isim listesi dahi ekli) yazısı üzerine, ABD’nin Irak vatandaşı ajanlarınca öldürülen, Fatıma’nın öyküsü..." Özdal, yüzünü buruşturdu. Devamını okumak istemedi. Tarafsızlığı ilke edinmiş bir medya hakkında, 'Er Jessica Dramı' yazı dizisi nedeniyle bu tür haber ve yorumların yapılması midesini iyice bulandırmıştı... Mesaiye başladığında ilk işi bu yazıyı karşılayacak bir köşe yazısı yazmak olacaktı… Gazi’ye içinden yüzlerce kez esef etti. Körebe Medya'sından atılmasına olan kini ve nefretiyle hareket ediyor olmalıydı. Eli durmadı. Sayfayı çevirdi. 'Fatıma isimli Iraklı kadının' öyküsünün anlatıldığı yazının kenarında bulunan bir fotoğrafı görünce, bağırmamak için kendisini zor tuttu. Kuşe kağıda basılı derginin bu sayfasında Fatıma’nın öldürülmeden önce çekilmiş bir fotoğrafı vardı. Fotoğraf hiç yabancı gelmiyordu. Tanıdık birine aitti... Ama bu mümkün değildi... Gözleri aldanıyordu, aldatıyordu.... Hayal görüyordu... Belki beynine yanlış sinyaller geliyordu.... Belki kuşe kağıdı parlaklığının gözlerini almasıydı… Hayır!... Hayır!... hayır!... BU!... Bu!... Bu… Bu; 'Fatma' olamazdı. Dergiyi yana attı... Elini yüzünü yıkamak için lavaboya yöneldi. Aynada uzun uzadıya kendini seyretti.... Tanıdığı bir yüzdü, biraz çökmüş olsa da... Gözleri ve dolayısıyla beyni kendi yüzünü olduğu gibi seçebiliyor, algılaya-biliyordu. Biraz daha iyiceydi şimdi. Sakinleşmişti... Havluyla yüzünü kuruladı... Salona girdi. Masanın kenarına bıraktığı dergiyi, yeniden eline aldı. Fotoğrafı algılamasında hiçbir değişiklik olmamıştı. Az öncekinin aynısıydı... Fatma’ydı... Kıyafetler farklı olsa da bu; Fatma’ydı... Saç rengi, alın genişliği, göz, kaş, burun, elmacık kemiği, dudak, kirpik, ten rengi, mahzun ve masum bakışlar... Bu mümkün müydü?... Mümkün müydü bu?... Uykuda mıydı?... Yani rüya mı görüyordu?... Akşam çektiği kokain, etkisini hala sürdürüyor muydu?.... Sanrı mıydı gördükleri?... Fatıma’nın öyküsünün yarım kalan kısımlarını da bir solukta tamamladı. Fatıma’nın anlatılan öyküsü, Fatma’nınkiyle ne kadar da örtüşüyor-du... Bir ölüm biçimleri farklıydı... Ahtapotun Kolları’s dergisinin sözünü ettiği ‘Er Jessica’nın Dramı’ yazı dizisini Körebe Gazetesinden okumamıştı. Dört gündür ilk kez gazete almıştı. Körebe Gazetesinin sayfalarına göz gezdirdi. Üçüncü sayfanın tamamı Er Jessica’nın öyküsü yazı dizisine ayrılmıştı. Bugün dördüncü bölümüydü. Yazılar uzundu. Göz ucuyla taradı. Er Jessica’nın sivil hayatta çekilmiş fotoğrafları ile Irak’ta asker arkadaşlarıyla devriye gezerken çekilmiş gülen yüzlü fotoğrafları, yazıların kenarlarına sistematik bir şekilde serpiştirilmişti. Hep güler yüzlü ve sempati toplayabilecek fotoğraflardı. Sivilde çekilmiş boy resmine odaklandı... Kendisini çeken bir şey olmuştu o resimde. Bir şey yakalamıştı... Tanıdık gelmişti... Tanıdık birine benzetmişti... Askeri kıyafetle çekilmiş fotoğrafda, miğfer altındaki yüzünde de bu benzerliği yakalamıştı. Çıldırmak işten bile değildi. Tanımadığı birilerini, tanıdığı birilerine benzetmeye başlamıştı... Dört-beş günlük yalnızlığının sonuçları mıydı?... Fatma’nın ölümünden duyduğu elem ve keder miydi?... Bu yeni yakalandığı bir çeşit hastalık mıydı?... Depresyonunun fiziksel yansımaları mıydı?... Algılamaları mı körelmişti?... Nesneleri olduğu gibi değil de, beyninde oluşan kalıplara göre mi algılıyor ve şekillendiriyordu?... Er Jessica’nın tutsak olduğu hastanenin yerini gösteren, onun kurtarılmasın-da büyük yararı olan Irak’lı avukatı inceledi. O da tanıdık gelmişti. Bu kez bir farkla... Benzerlik kurduğu kişi, bir kadındı... Kurtarmaya yardımcı olan Iraklı avukat ise, erkekti. ABD’ye iltica etme karşılığında yardımcı olmuştu, Er Jessica’ya. ABD’de, ziyaret etme isteğini, ‘Kendimi iyi hissetmiyorum’ diyerek ret etmişti Er Jessica... Er Jessica’yı Körebe Medyasının Genel Müdürü Cesi’ye, Avukatı ise arada cinsiyet farkı olsa da İmece’ye benzetmişti. Tıpatıp her ikisi diğer her ikisinin ikizleri gibiydiler... "İnsanlar çift yaratılmıştır" sözünü anımsadı. Geçmişte kalan bir anısı canlandı birden... Bir gün, otomobiliyle seyir halinde iken, yanan kırmızı ışıkta bekleme esnasında, yaya olarak arabasının önünden geçmekte olan birinin kendine ne kadar benzediğini hayretle görmüştü. 'Özdal!' diye bağıracak olmuştu; Özdal’ın kendisi olduğunu bile bile... Kendini ölü sanmıştı... Gördüğü şahsı ise uçan astral bedeni... Uyku haline girmişti... Ancak, geride bekleyen araçların korna sesleriyle kendine gelerek, otomobilini hareket ettirebilmişti. Gazete ve dergide gördüğü üç ayrı kişiyi, üç tanıdığına benzetmesi şok ediciydi... Hele 'Fatıma'nın yaşamıyla'; 'Fatma'nın yaşamının,' arada coğrafik, toplumsal, yönetsel farklar olmasına rağmen aşırı benzeşmesi... Psikolojik travma, beyinsel travmayı doğurmuş olmalıydı… Körebe Medyasındaki çalışmasına ara vermemiş olsaydı, 'Er Jessica'nın Dramı' yazı dizisinin hazırlayıcısı ve editörü kendisi olacaktı. Savaşla ilgili tüm dokümanlar, özel hayata ilişkin olsa da kendisinden geçerdi. Yerini kapma çabasında olan Murtaza, hazırlamıştı bu yazı dizisini... Yokluğunu fırsat bilmişti... Neden beklememişti kendisini... Bunun hesabını bir şekilde soracaktı ona... Yazıları, özellikle fotoğrafları yeniden inceledi. Bıraktı. Sırtını yasladı... Yaşamsal ve fiziki benzerlikler, dün telefonla arayanlardan Fatma’nın evinin üstünde oturan ve hem yakın arkadaşı hem de ev sahibinin kızı olan Sezer’in imalı konuşmalarını anımsatmıştı... Dilinin atındaki ıslak baklayı bir türlü çıkarmamıştı... Fatma’nın intiharının kendisine inandırıcı gelmediğini, belirtmişti. ‘Neden?’ diye sorduğunda kuşkulu bir sessizlikten sonra, ‘Öyle sanıyorum,’ yanıtını almıştı. Fatma’yla samimi bir dostlukları olduğunu biliyordu. Birkaç kez, Fatma’nın evinde karşılaşmışlardı onunla. Siyasal Bilgileri bitirmiş, aklı başında bir kızdı. Ama iş bulamamıştı. Fatma’dan puan almak için, Körebe Medyasında iş bulabileceğini söylemişti bir ara ona. "Körebe Medyasında mı?... Hayır kalsın almayayım!" demişti. Neden kabul etmediğini anlatmıştı. Körebe Medyasının genel yayın politikasıyla, düşüncelerinin uyuşmadığını açıklamıştı... "Başın sağolsun!" diyenlerden biri de oydu, Edirnekapı mezarlığında... 'Bir yardımı olacaksa, her zaman hazır olduğunu,' belirtmişti. Fatma’nın ölümüne duyduğu elemi, kendisiyle paylaşmaya istekliydi... Hatta, anılarını tazelemek isterse, her zaman için Fatma’nın evine gelebileceğini söylemişti. Fatma’ya içinde bulunan eşyalarla birlikte kiraya verdikleri evi, her nedense kiracı çıkmasına rağmen, vermek istemediklerini belirtmişti. Fatma’ya olan özlemini birkaç saat evde geçirerek gidermeye çalıştığını ifade etmişti telefon görüşmelerinde. Daveti geri çevirmişti. ‘Fatma’sız evin bir değeri yok!’ demişti. Ya şimdi... O eve gitmek için can atıyordu... Sanki ev kendisini çağırıyordu. Bir şey unuttuğu hissiyle dolu olup, anımsayamayan ve anımsayamamaktan rahatsızlık duyan biri gibiydi… Kahvaltısını kaldığı yerden zar zor tamamlayıp, Sezer’i arayacak, uygunsa geleceğini söyleyecekti. İştahı yoktu... Hem saat 14.00 de yapılan ‘kahvaltıya’ başka bir ad bulmalıydı... Gelen telefon zili üzerine kahvaltısına ara verdi. Diliyle, ağzının içindeki artıkları temizledi. Telefon, Sezer’dendi. "Bende sizi arayacaktım. Ne tesadüf," dedi Özdal. "Özdal bey! Bana kadar gelebilir misiniz?... Çok önemli bir hususu konuşacaktım." "Önemli ne olabilir?..." "Geldiğinizde konuşsak!..." "Peki, bir saate kalmaz orada olacağım..." Üzerini değiştirirken, Sezer’in " 'Çok önemli!' dediği ne olabilir?..." diye düşünüyordu. Kötü bir haber daha almak istemiyordu. Gerçi Fatma’nın ölümünden sonra hiçbir haber kötü sayılmazdı... Hiçbir şey kendisini şaşırtmayacaktı! Hiçbir şey Fatma’yı geri getiremeyecekti. Hiçbir şey Fatma’ya olan sevgisini söndüremeyecekti. Ya bu titremeler?... Heyecanlanmalar?... Kaygılar?... Gömleğinin cebini kımıldatacak şiddette kalp çarpıntıları?... Ayakkabı bağıyla olan uğraşı yüzünden, bir daha bağı olan ayakkabı almayacağına yemin etti. *** Devamı: 12.Sayfada
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Bahattin YILDIZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |