En bilge insanlar bile arasıra bir iki zırvadan hoşlanırlar. -Roald Dahl |
|
||||||||||
|
Yüksek bir tepenin üzerinden pamuk tarlasına bakan iki çift gözden biri yaşlı kadına, diğeri altı yaşlarındaki bir kız çocuğuna aitti. Yaşlı kadının, torununa, "Hadi kiliseye geç kalıyoruz Kontes!" demesinden on beş dakikayı aşkın bir süre geçmişti. Bu sözü her tekrarında, altı yaşındaki kız çocuğu büyükannesini çekiştirerek, "Biraz daha kalalım," demişti. Büyükannesinin yetiştiricisi olduğu pamuk tarlasının beyazlığıydı Kontes’i çeken… Hafif rüzgârdaki hareketleri, kuş başları gibi sallanımları kalbini titretiyordu.. Toprağın koyu rengiyle pamuk kozalarının beyazlığını daha bir beyaz görüyor, güneşin gözlerine saldığı ışığın etkisini gözlerini sevinçle kırpıştırarak azaltıyordu. Bir yıldan beri her pazar ayini için kasaba kilisesine giderlerken bu pamuk tarlasını seyretmek için büyükannesini zorlar, onun, ‘keşke hiç göstermemiş olsaydım,’ mırıltılarını duymazlıktan gelirdi. Yarım saatlik seyir, küçük kız çocuğuna göre bir dakika kadar kısa, büyükanne içinse saatler kadar uzun gelirdi. Her haftanın altı günü bulunmak zorunda kaldığı bu tarlayı, hafta sonu tatilinde görmek ruhunu yoruyordu. İnancı ve işi gereği tatili olan bugün işten uzak kalmanın tadını çıkarmaya çalışırken, torununun ısrarlarıyla geçen bu bekleyişi bir anlamda işkenceyken, torununun sevinci, acı anlarını tatlılaştıran bir kadeh şarap gibi geliyordu... "Hadi pamuğum gidelim. Söz!.. Önümüzdeki Pazar seyretmene daha fazla izin vereceğim." Küçük kız, şaşkın bakışlarla büyükannesine baktı. "Pamuğum mu?..." Büyükanne, torununun şaşkınlığına bir anlam veremedi. "Evet Pamuğum…" "Ben pamuk olamam ki." "Nedenmiş?" Diyalog sürerken torununu ayağa kaldırıp birlikte yürümeye başladılar. Yaşlı kadın, torununun adımlarına ayak uyduruyordu. "Büyükanne hiç siyah pamuk olur mu?" Büyükannesi güldü. "Olur kızım." "Gerçekten mi?" Büyükannesi nasıl bir cevap vermesinin uygun olacağına karar vermekte bocalıyordu… "Beyaz pamuğu siyaha boyarsan siyah pamuk olur." Verdiği cevaba için için güldü. "Büyükanne, Tanrı bizi niye siyaha boyamış?..." "O ne biçim söz?" "Ben pamuk gibi beyaz olmak isterdim…" "Sus kızım! İsa Mesih duyacak…" "Duysun işte. O niye kendisini siyaha boyamamış… O beyazların Mesihi…" Büyükanne telaşlandı... Eliyle küçük kızının ağzını sertçe kapadı. "Sus kızım sus!..." Küçük kızın gözlerinden yaşlar gelmeye başladı. "Bana vurdun!..." "Vurmadım kızım… Elimi ayarlayamadım özür dilerim." Torununun gönlünü almak için lafı dolandırdı. "Kızım sende beyazsın aslında…" Elinin tersiyle gözyaşlarını silen küçük kız şaşırmıştı. "Ben beyaz mıyım?" Büyükanne, pişkin pişkin güldü. "Soyadın beyaz değil mi?" "Yo değil… Benim soyadım pirinç!" "Pirinç!… Peki pirinç ne renk?" "Beyaaazzz!!!" "E bak soyadın beyazmış…" "Öyle değil Büyükanne… Keşke bende beyaz olsaydım…" Büyükanne az ileride yürümekte olan tanışlarını görünce, en çok torununun sorularından kurtulacak olmasına sevindi… "Kızım bak arkadaşların anneleriyle kiliseye doğru gidiyor. Hızlanıp yetişelim onlara…" Kontes, arkadaşlarını; özellikle Bloodmeat’i görünce heyecanlanmıştı. Bloodmeat'i siyah olmasına rağmen en az beyaz pamuk tarlası kadar çok severdi. Büyükannesinin sıkı sıkıya kavradığı elinden kurtularak yanında annesiyle birlikte yürümekte olan Bloodmeat'e doğru koşmaya başladı. Bir taraftan da, "Bloodmeat!... Bloodmeat!..." diye sesleniyordu... Bloodmeat ve annesi Breadwine duraklayıp, bağıran sesin geldiği yöne baktılar… "Kontes!... Kontes!..." diye bağırarak, annesinin elinden kurtulan Bloodmeat, sanki yıllardır hasretini çektiği arkadaşını gören biri gibi atıldı. Halbuki, daha dün sabah birlikte oynamış, ip atlamışlardı … Birbirlerine sarıldılar… "Kontes! Yine pamuk tarlasına gittiniz mi?" "Oradan geliyoruz." "Hadi anlat bana nolur. Nasıldı pamuklar…" "Bembeyaz… Kar gibi… Daha da beyazlamışlar…" "Güneş ışığı üzerlerinden parlıyor muydu?..." Kontes, göz kapakçıklarını iyice açtı. "Bak gözlerimde güneş ışığı var değil mi?... Baka baka oldu." "Aa!.. Var Var!… Parlıyor…" "Büyükannem bana çok kızdı bugün.″ "Neden?..." "Tanrı bizi niye siyaha boyamış dedim, diye…" "Aaa!!! Niye öyle diyorsun… Günah değil mi?..." "Sen beyaz olmak istemez misin?..." "Yooook…" "Neden?..." "Olduğundan farklı olmayı istemek günahtır." Önde yürüyen Bloodmeat'in annesi ile Kontes’in büyükannesi geriye dönerek olması gereken yakın mesafeyi aşmış olan kızlara seslendiler. "Kızlar sallanmayın." Durakladılar. Korkuyorlardı her ikisi de… Klu Klux Klan örgütünün geceleri gerçekleştirdikleri terörü, son günlerde gündüzleri de sürdürmeleri korku nedenleriydi. Onlar kötü ruh taşıyıcılarıydı. Büyük küçük ayrımı yapmıyorlardı. Çocukları gözden kaçırmamalıydılar… Yolda kendilerine katılan kadınlı erkekli gruplarla çoğalan kalabalık, zenci kilisesine doğru şevkle yürürken, küçük çocuklar kendi aralarında neşeli şarkılar söylüyorlardı. On beş dakika sonra, Kontes’in babasının papazı olduğu kasabadaki zenci kilisesine varmışlardı. Bloodmeat ile annesi, Kontes ile büyükannesi kilisenin ortasına denk düşen tahta sıraya yan yana kuruldular. Papaz kürsüdeki yerini almakta gecikmedi… Vaazın konusu ırk ayrımcılığı üzerineydi. "Tanrı, çocuklarının kendi aralarında ayırım yapmalarını istemez. İsa Mesih, fahişe bir kadının dahi dışlanmasını yasaklamıştır… Ne yazık ki; Tanrı’nın bazı çocukları siyah derili olmamız nedeniyle bizi aşağılamaya devam ederek, tanrının bazı evlerini bizlere kapalı tutmaktalar. Şu an bulunduğumuz Tanrı'nın evi ise herkese açıktır. Ama yine görüyorum ki, Tanrı’nın siyah derili çocuklarından başka gelen olmamış… " Papaz'ın vaazı yarım saat kadar sürdü... Koronun ilahilerine, toplulukta bulunanlar da sesleriyle katıldılar. Sıra İsa'nın kanını temsil eden kırmızı şaraba bandırılmış yine İsa'nın etini temsil eden ekmek parçalarından tatmaya gelmişti. Sıraya girenler arasında bulunan Kontes'in birdenbire tuvalet ihtiyacı geldi. Büyükannesinin ‘biraz daha tut kendini’ demesine rağmen, dayanamayacağını söyleyerek tuvalete çıktı. Dışarıda bulunan tuvaletten tekrar kilise'nin içine girdiğinde, pencerelerin birinde beyaz renkli kukuletasının iki deliğinden parlayan iki yeşil gözün kendisine doğru nefretle baktığını gördü. Büyükannesinin, ‘siyahların öcüsü’ dediklerinden biri olmalıydı… Donmuşluk kısa sürmüştü. Öcü; iyilik için gelmezdi Zenci kilisesine… Büyükannesini uyarmalıydı. Büyükannesinin bulunduğu yere koşacağı anda, kulakları sağır eden bir patlama duymasıyla yere kapaklanması bir oldu. Bağırtı, çağırtı ve iniltiler küçük kulaklarına balyoz etkisi yaratıyordu… Ağlıyordu… İnce ağlama sesi, kalabalıktan çıkan bağırtılara göre bir sinek vızıltısı değerindeydi. Doğruldu. Büyükannesinin bulunduğu tarafa koşmaya başladı... Yerde olanların yanlarından, üstlerinden aşarak varabilmişti… Siyah gözleri yaşla doluydu. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. "Kızım bir şeyin yok ya?..." "İyiyim anne…" İlk kez anne demişti ona… Yükselen feryatlar, imdatlar, küfürler, yakınlarını isimleriyle çağıranlar, birbirlerinden yardım dilenenler arasında sağır olmuş gibiydi. Sesler; sadece yankısıyla kulağındaydı. Az ileride Bloodmeat’le, başı üzerinde hıçkırarak ağlayan annesini görünce oraya seğirtti. "Bloodmeat!... Bloodmeat!... Ölme kızım ölme!… Beni yalnız bırakma… Anneni yalnız bırakma!... Kontes, Bloodmeat'in annesinin üzerine neredeyse kapaklanacaktı. " Bloodmeeeeeatttttt!!!!...." Kendi bağırtısını duyuyordu… Şimdi tek ses vardı kulaklarında o da kendisinden çıkıyordu. Büyük bir fıçıdan dökülen kırmızı şarap, Bloodmeat'in kanıyla birleşmişti… Kuru ekmek parçaları; şarap ve kan karmasından oluşan sıvı üzerinde yüzüyorlardı… Yere çömelerek Bloodmeat'e sarılan Kontes’in üzeri de şaraba, ekmeğe ve kana bulanmıştı. "Bloodmeat!... Ben Kontes!… Duyuyor musun?... Beni duyuyor musun?... Ölürsen küserim. Ömür boyu konuşmam … Kalk! Bak sana beyaz pamukları anlatacağım." <Ömür boyu konuşmam! … Ömür boyu konuşmam!...> Bloodmeat'in annesi Breadwine bu sözler üzerine kızının ölü bedenini bırakarak Kontes’e sarıldı ve gözyaşlarını, onun şaraba, ekmeğe, kana, tere bulanmış yüzüne akıtmaya başladı… Kontes’in büyükannesi, atılan bombadan yer yer hasar görmüş İsa Mesih'in düşmekle düşmemek arasında bocalayan tablosuna yüzünü dönerek, ellerini yukarıya kaldırdı. "Tanrım! Irkçı beyaz şeytanlardan bizi koru! Tanrım Irkçılardan bizi Koru!... Lanetle onları!… Ölülerimizi dirilt!… Hastalarımızı iyileştir…" Bu sözler, Kontes’in dünyasında da yankılanıyordu … Ölen beş arkadaşının ölü bedenlerine sırasıyla sarılırken duyduğu bu dualar, insani duyu yetilerini kaybedinceye kadar beyninde yankılanmaya devam edecekti… …
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Bahattin YILDIZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |