"...Ve hepimiz az ya da çok rüyacı değil miyiz!" -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
Numaralı sayfaları sıralı hale getirdikten sonra okumaya başladı. Kont Drakula-Bölüm 1 Yineledi beyaz tenli nedime, ten renkleri benzeş Vlad ve Radu'ya: "Misafir edecekler sizi..." Vlad, kendinden dört yaş küçük olan yedi yaşlarındaki Radu'ya bağırdı: "Ağlamaaaa!!!... Ağlama!... Prensler ağlamaz!..." Ve Büyükanne'nin gözlerinde yanıtını aradı; "Babama, anneme n'oldu?..." nun... Büyükanne başını öne eğdi. Vlad, kükredi; "Babam da onların misafiriydi biliyorum… Sonra da tutsak alındı. Biz onların tutsağı ya da misafiri olmak istemiyoruz! " Elini ağzına götürdü, Büyükanne. Sessizlik rolünü onlara da oynatmalıydı… Prensleri götürmek için bekleşen Osmanlı birliği kendilerini gözlüyordu… Belki duysalar, gözlemekle kalmayacaklardı… "Yaşam bazen isteklerimizi karşılamıyor…" Osmanlı Akıncı Birliği Beyi seslendi. "Bre hatun!... Ne bitmez helalleşmedir bu?..." Halbuki helalleşme çoktan bitmiş, ehlileştirme sürüyordu… "Özgürlüğünüzü kazanıncaya kadar Osmanoğullarının talimatlarına uyun." Gözlerini, mavi gökyüzüne kaydırdı. "Köpek olun ki; zamanı geldiğinde kedi olabilesiniz…" Büyükanne'nin içi kan ağlıyordu. İlk doğumlarından itibaren ilgilendiği torunlarıydı… Ve karanlık bir geleceğe adım atıyorlardı. Büyükanne, beyaz tenli Radu'nun gözyaşlarını siliyordu; akmak üzere olan gözyaşlarını frenleyerek, dertli yüreğini dağlayarak... Torunlarını teskin etmek için özel bir gayret sarf ediyordu; duygusal yoğunluğunu gizlemeye çalışarak. Vlad'ın az önceki nefret, öfke ve çaresizlik karmalı tepkisinin azalmasıyla yeniden başlıyordu ehlileştirme denemesine: "Baban Drakul'un iktidarı bir süreliğine askıya alındı... Bunu kabullen… Artık Lüks şatolarda yaşama şansın yok. Osmanlı sizi misafir etmek istiyor. Soylu bir aileden geldiğiniz için özellikle sizleri istiyorlar." Yani, ‘Hayır!’ deme seçenekleri yoktu… Büyükanne, gözlerini kıstı. Pamuk tarlalarının beyazlığına baktı bir an… Vlad ve Radu isimli pamukları koparılıp alınacaktı kendisinden ve yurdundan… Ya alacaklardı, ya alacaklardı... Başka ihtimal yoktu... Oğlu ve gelini serbest bırakılsalar dahi torunları tutulacaktı; bırakılmalarına ya da öldürülmelerine karar verilinceye kadar... Rehindi onlar... Büyüdüklerinde ikisinden birini Eflak prensi yapabileceklerken öldürmeleri ya da deliğe süpürmeleri israf olacaktı... Hassas bir bölgede o bölge halkından birinin prens yapılması, Osmanlı’nın geleneklerindendi. Prensler eğitilecek ve biri Eflak beyi yapılacak, almış oldukları eğitim nedeniyle Osmanlı’nın bir dediğini iki yapmayacak, yapan hasat edilerek yerine diğeri getirilecekti. Yedi ve onbir yaşlarındaki bu güzelim torunlarına bunları nasıl anlatabilirdi ki?... Anlatsa daha da korkunç gelmez miydi onlara... "Oğlum size iyi davranacaklar. Bir dediğinizi iki etmeyecekler. Sizin gibi çocuklardan çok varmış sarayda… İyi eğitecekler, iyi bakacaklar… Rahat edersiniz…." Radu, hırçınlaştı. "Ben gitmek istemiyorum. Seninle kalmak istiyorum." Kendilerini sabırsızlıkla bekleyen yağız akıncı beyiyle, altındaki beyaz atın bağırtıları birbirine karıştı… “Hihhhhhiiii!!!”, "Bre kadın! Yeter artık. Yolcu yolunda gerek!" Büyükanne, sözlerin kendi dilindeki karşılığını tam bilmese de ne anlama geldiğini tahmin edebiliyordu. Bir daha görebilme olasılığının düşük olduğu Vlad ile Radu’yu, sırasıyla kucaklarken ağlamasını tutamadı. "Çocuklar!… Büyük adam olacaksınız… Hadi Tanrı sizinle beraber olsun. Tanrı sizi korusun! Sağlıcakla kalın." "Babamı görebilecek miyim?" "Baban uzaklarda" "Büyükanne beni bırakma!…"diye hıçkırdı Radu. "Ben bunlarla gitmek istemiyorum." Beyaz atlı akıncı beyinin talimatıyla atından inen Osmanlı akıncısı yanlarına gelerek, birbirleriyle kenetlenmiş kolları ayırdı. Vlad ile Radu’yu kollarından tutarak kendisine doğru çekti. "Bre encikler!… Hadi gelin… Osmanlıyı bekletmek haddinize mi düşmüş?!" "Hayııııır!!!!...." "Bre sıbyan!... Attan tepik yemiş şaşkın gibi ne çığırırsın?..." "Prenslerime iyi bakın!" Ağlamalı bir sesle söylemişti Büyükanne… Vlad, kendisini kıskıvrak yakalamış, kalın ve kıllı kolu dişledi. Osmanlı akıncısı can havliyle küfürlü bağırdı. "Kefere dölü! Bre kelp!.." Elinin tersiyle hafifçe yüzüne vurdu… Vlad’ın burnu kanamıştı. Burnundan akan kan dudağına kadar süzüldü. Dudağının kenarına akan sıvıyı irade dışı diliyle yokladı. Etkileyen bir tadı vardı. Kan olduğunu anladı. Yutkundu... Büyükannenin koruma içgüdüsüyle torunlarının üzerlerine atılmasını bir başka Akıncı engelledi... Büyükanneyi yalnızlığına bırakıp, devşirilecek altı-dokuz yaşları arası, gözleri sulak çocuklarla dolu dört atın çektiği kalyona Vlad ve Radu’ yuda ekleyerek yola koyuldular... Büyükannenin, onlara son dokunuşu olacaktı... Kederi, ölümle işbirliği yapacak ve üçyüz gün sonra hasta döşeğinde yaşama veda edecekti… Gözleri ağlamaktan kızaran küçük çocukların istisnası Vlad’dı. İçi kan ağlarken, dış görüntüsü buna uyumsuzdu . Ne yapılacaktı kendilerine… Babası tutsak alınmadan önce Osmanlının zoruyla yapılmış anlaşma gereği her sene Eflak'tan devşirilen beş yüz çocuktan biri mi olacaktı?... Yeniçeri askeri mi yapılacaktı?... Yoksa Vezir mi?... Yoksa?... Merakla endişe ve korkuyla karışık düşünceler onlarca fare olmuş beynini kemiriyordu. Köle olmayacaktı… Prensti!… "Gerekirse yaşamıma son veririm," diye mırıldandı, dişlerini birbirine geçirerek... Ya büyükannesinin dediği gibi Radu’nun ya da kendisinin Eflak’a prens olarak atanması gerçekleşecekse?... Başlarına nöbetçi olarak bırakılan bir akıncıya sarılmış halde ağlayan Radu'ya nefretle baktı. Gözleri yaşlı, düşmana sarılarak merhamet dilenen korkak Radu'dan prens olmazdı. Yapılsa da kabul etmeyecekti. Osmanlı akıncısına içten sarılışı midesini bulandırmıştı. En büyük şoku dün yaşamıştı… Dün; babasının zincire vurulduğu anı barındırın ağır bir gündü. Babası, çok övülen Osmanlı sarayını görmek için kendilerini de götürmek istemişti. Radu’nun aksine gitmek istememişti. İlk kez babası bu kadar ısrarla bir şey yapmasını istemişti… İşkillenmişti... Babası, ancak yoldayken, ‘Osmanlı güvenmediği kişileri davet eder, davete icabet etmeyeni düşman ilan eder, saldırıya geçer...’ demişti. Olanlar, babasının eksik bilgilendirdiğini kanıtlıyordu. "Davete icap edenlerden güvenilir olmayanları maiyetindeki çocuklarıyla birlikte tutsak alır..." dememişti. Bir baba bile bile çocuklarını ateşe atmamalıydı... Bol hediye ve altınlarla yüklü kafileleriyle Gelibolu'da karşılanmış ve hemen tutsak alınmışlardı. Öldürmek isteselerdi bunu ilk karşılaşma da yapabilirlerdi Kendilerine yaşama hakkı verilmişti. Peki bu hakkın süresiz tanınacağını kim garantileyebilirdi ki?... Ölümün soğuk nefesini ensesinde hissetti. Garip bir ürperti içini kapladı… Bu ölümdü... Belki de kurtuluşun tek anahtarıydı... Her şey bitmemişti daha… Benliğini yaşatmalı, vakur olmalıydı. İyi şeyler düşünmeli, hatta Büyükannesinin iyimser görüşlerini, benimsetmeliydi benliğine... Yarım kalan eğitimi tamamlanacaktı hem… İtalyanca, Fransızca, Macarca dilleri edebiyat ve dünya tarihi, siyaset bilimi derslerini yine alacaktı... Ek derslerde verilecekti. Kendisine iyi bakılacaktı... Osmanlı Akıncı Birliği, Radu ve Vlad’ı diğer devşirilecek çocuklardan ayıracak, Kütahya vilayeti, Eğrigöz kalesine götürecekti... Ferman böyleydi... ----------
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Bahattin YILDIZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |