"Kirazlar ve dutların tadını çocuklar ve serçelerden sor." -Goethe |
|
||||||||||
|
Hatırladığım tek şey; yıllarca, çölün ortasındaki barakamın, deniz gören küçük penceresinden dışarıyı seyrederken, zihnimde beliren bir yavru kaplumbağanın denize ulaşma çabası. Ve heykel sessizliğiyle seyretmem, kaplumbağanın kumda can verişini. Hatırladığım başka şeylerde var elbette ama; bilmem bahsetmek doğru olur mu? Ölmek üzere olan bir ihtiyarın nefesiyle açan kötülük çiçeklerini koklamak isterseniz eğer, devam edebilirim. Hayatımı karabasandan farksız kılan lanetin bulaşıcılığından çekinmeyip, ölüm döşeğimin etrafını dolduranlarınız olacaktır şüphesiz. Bu aç ve sabırsız gözler, kelimelerimi bir mirası paylaşır gibi sahiplenecekler. Hayatımın değiştiği gün, beş veya altı yaşıma denk gelir. Ben ve en yakın arkadaşım Himes, diğer çocuklarla beraber parkta oynuyorduk. Biz ikimiz diğerlerinin oynadığı bir çok oyunu saçma bulur, kendi kafamızdan bulduğumuz oyunları oynamayı tercih ederdik. Zamanın parçalayan darbelerini hissetmeyen, bilinç yoksunu çocuk zihnimizle oyuna dalmıştık. Bankta oturmuş bize bakan ihtiyar adamı fark edene kadar oyunumuz oldukça keyifliydi. Siyah takım giymiş, temiz görünümlü bir ihtiyardı. Açık mavi gözleri, seyrekleşmiş kır saçlarıyla uyum içindeydi. Bedene kumaş biçen terzi gözleriyle bize bakıyordu. Ona o an, kanımın ısınmasının sebebini çok sonra anladım. Olgunluk çağımın kemikleşmiş bilinci, zaman kulesinden bir taş bırakıp, çocukluk bilincimi yaralamıştı. O an düşündüğüm; ihtiyarın, evreni benim için sil baştan kurguladığı fikri idi. Beni yanına çağırdı. Koşarak gittim. Ellerimi tutunca, celladın gözyaşlarının, boynuna damlamasıyla ürperen gözü bağlı idamlık gibi ürperdim. Gözlerine daha dikkatli baktığımda, dönüşü olmayan bir yola girdiğimi anlamıştım. Beni omuzlarımdan tutup karşısına dikti. İki elini iki cebine soktu. Ellerini çıkarttığında; sağ elinde yaklaşık yarım metre uzunluğunda, som altından bir kılıç, sol elinde ise, oldukça kalın, siyah kapaklı, üstünde hiçbir yazı veya şekil olmayan bir kitap vardı. “Seçimini yap” dedi, “ama yapacağın seçimin sonuçlarına katlanmayı göze alarak.” Kitap, okuma-yazma bilmeyen biri için bile oldukça çekiciydi. Ama ya kılıç? Bilinçaltının derinliklerinde yatan şiddet dürtüsünü ayağa dikip, en az üç beş kelle aldıracak kadar büyüleyici bir güzellik. Tabi ki kılıcı seçtim. Aranızda çok çabuk karar verdiğimi, yanlış seçim yaptığımı düşünenler olacaktır. çalışmamıştık hiç. Bilinç yoksunu kafalarımızın, yapacağı tercihi bilememesi, bizi bir hiç olduğumuz gerçeğine götürdü. Ölümün ne Sözlerimi tamamlayınca, bana hak vereceğinizi ümit ediyorum. İlk cümlelerim anahtardır. Ama doğru kapının anahtarımıdır? Benim de sizin gibi, doğruluğundan emin olmadığım bir cevabım var. Az sonra öleceğim. Belki cansız bedenime bakarak doğru cevabı bulabilirsiniz. Kılıcı elime alıp havaya kaldırdığımda, ihtiyar yılan tıslamasını andıran ses tonuyla konuşmaya başladı; “Evren kusursuzdu. Hep aynı yaştaydık. Göremedikleriniz gözümüzün önündeydi. Sizden daha kusursuz görünmemize rağmen, bizde eksik olan bir şeyler vardı. Kusursuzluk en büyük kusur olmuştu. Derken bu kılıç ve bu kitap önümüze kondu. Seçim yapmamız istendi. İlk defa bir belirsizlikle karşı karşıyaydık. Görmenin kolaycılığıyla oyalanıp, kavramaya olduğunu bilmiyorduk ama bu bizim yok olma isteğiyle yanıp tutuşmamıza engel değildi. Hangisi ile yokluğa ulaşabilirdik? Kılıcı seçmemizin tamamen rastlantısal olduğunu söylemek doğru olmaz. Hepimiz kılıcın çekiciliğine kapılmıştık. Tercih yapılmıştı. Görünmez bir el, kılıcı kaldırıp boşluğa savurdu. Boşluk doluymuşçasına gerildi. Kılıç evreni yaraladı. Evrenin akan kanı oldu zaman. Bazılarımız yere düşüp, çürümeye başlayınca ölüm ile tanışmış olduk. Kitabı seçseydik ne olurdu, bilmiyorum. Ben onların sonuncusuyum. Sende kılıcı seçtin. Kitabı seçseydin, beni kıvrandıran bu sorunun cevabını bulup, huzur içinde ölecektim. Kim bilir, belki ölümden sonra cevabı bulabilirim.” Kılıcı havaya kaldırdım, dünyaya doğru yarım daire çizen kılıcı, yere, cansız yatan ihtiyarın göğsünün üstüne bıraktım. “Kitabı seçseydim, ne olurdu?” düşüncesi bir lanet gibi ömrümü kemirdi durdu. Kim olduğum, daha sonra başıma neler geldiğinin hiç önemi yok. Şu anda aklınıza gelen soruların yüzlercesiyle boğuştum. Kan ter içinde kalıp, ölüme çok yaklaştığım zamanlar oldu. Kimdi, gerçek miydi, beni bu lanete yada erdeme ortak etme kudretini nereden bulmuştu, ah ya kitabı seçseydim. Daha çok soru sorma yarışında sizden önde olduğumu söyleyebilirim. Ama cevaplara gelince bir adım önde olduğum bile şüpheli. Umarım yapacağınız tercih, ölmek üzere olan bu ihtiyarın huzura kavuşmasını engellemez.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © a. fuat seğmen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |