640K bellek herkese yetmelidir. -Bill Gates, 1981 |
|
||||||||||
|
Doktor Ercan ile yaptığım sempatik ve uyarı dolu konuşmamın uzun süre işe yarayacağını düşünmüştüm ama öyle olmamıştı. O gün her şey olmadı gerektiği gibiydi. Hastanemiz yine kalabalıktı. Fatma Hemşire her zamanki gibi bir orkestra şefi gibi personelleri organize ediyordu. Doktor Ercan kendi halinde takılıyor, temizlik görevlisi Aydın Bey tuvaletleri temizliyordu. Hoparlörlerde Beethoven’in Ayışığı Sonatı çalıyordu. Almila’nın annesi olacakları biliyordu. En basit haliyle anlatmak gerekirse canından bir parça kopmak üzereydi. Sevgi Aksoy ve eşi Erling Aksoy kızları Almila için canlarını bile vermeye hazırlardı. Tek bekledikleri bir umuttu. Ama o umut Almila için asla gelmeyecekti. Çünkü, Almila’nın kalbi büyüyordu ve o yıllarda bu hastalığın bir çaresi yoktu. Sevgi Aksoy o gün benden bir şey istemişti. Benim olmayan ama onay verebileceğim bir şeydi. ‘Almilam ölürse eğer.’ Gözlerinde biriken yaşları sildi. ‘Bu kelimeyi duymak dahi istemiyorum.’ Dedi. ‘Bana ondan bir hatıra kalsın istiyorum.’ Sevgi Hanımın ne demek istediğini önce anlayamadım. Eşi Erling’de oradaydı. Bir ara göz göze geldik. ‘Saçından bir tutam almaktan mı bahsediyorsunuz?’ diye sordum. Kızarmış gözleriyle bana bakıyordu. ‘Hayır.’ Dedi. Ellerimi iki yana açarak ne istediğini beden dilimle sordum. ‘Mırnav’ı biz alabilir miyiz?’ diye sordu masumca. O an Sevgi Hanıma ne diyeceğimi şaşırmıştım. Mırnav hastanemizin misafiriydi ve onu bir hasta yakınına vermek gibi bir düşünceyi, bir olasılığı hiç aklıma getirmemiştim. ‘Bilmem.’ Dedim. ‘Bir sorun olabileceğini de düşünmüyorum.’ Dedim. Diğer yandan içimde beliren ve nedenini bilmediğim bir düşünce vardı. Almila’nın o kediye daha fazla bağlanmasını istemiyordum. Ya da Mırnav’ın Almila’yla güçlü bir bağının olmasını istemiyordum. Üzülmelerinden korkuyordum. Muhabbet kuşlarımın öldüğü o çocukluk gününde yaşadığım acıyı yaşasınlar istemiyordum. Bu düşünceyi söylemek olasılıksız bir düşünceydi. Sevgi Hanım hala karşımdaydı ve gözüm Melek Bilen’e kaymıştı. Bana doğru bakıyordu. Yine bir güç dalgalanması hissetmeye başlamıştım. Beynimin içinde bir anda ‘Kimse üzülmeyecek.’ Düşüncesi belirdi. Eğer kötü bir sonuç olursa Mırnav’ı onlara verebileceğimi söyledim. Erling’in gözlerinde yaşlar birikmişti. Erling Aksoy Türkçeyi biraz olsun biliyordu ve en azından kedinin onlarda kalabileceğini anlamıştı. Sonra Erling İngilizce olarak, annesinin bir İngiliz olduğundan ve İngilizlerin kedilere karşı çok sevecen olduklarından bahsettiği kısa bir konuşma yaptı. Omzuna dokundum. Elimin işaret parmağıyla ‘Tamam’ işareti yaptım. Kedi sanki onun hakkında konuşuyormuşuz gibi bir anda koridorda belirmişti. Tüm kötü hava ir anda dağıldı. Mırnav ortama neşe katmıştı. Hopörlörde Vivaldi’nin La Stravaganza adlı parçası çalıyordu. Mırnav yine ritmik hareketlerle oyun oynuyor, tuhaf ve şirin hareketler yapıyordu. Sonra bir ara ameliyathanenin olduğu kata doğru yöneldi. İşte ne olduysa o anda olmuştu. Doktor Ercan o katın merdivenlerinden aşağıya doğru iniyordu. Kediyi karşısında görünce ayağındaki beyaz terliği koridorun düz ve sert zeminine ‘Şlapp!’ diye indirdi. Kedi bir an o ses dalgasının koridorda yayılmasının etkisiyle ne yapacağını şaşırdı. Sonra arkasına bakmadan dışarıya oradan da yola fırlamıştı. La Stravaganza’nın en hüzünlü kısmını sokaktan gelen acı bir fren kesintiye uğratmıştı. Herkesin göz göze geldiği ve Mırnav’ın öldüğünü düşündüğü kısa bir an yaşandı. Sevgi Hanım, Erling ve hasta yatağında yaşananlara şahitlik eden Almila acıyla bağırdılar. Almila çelimsiz ve zayıf bedeniyle yataktan fırlayıp, kolundaki serumları çeke sürüte koridora kadar geldi. Mırnav’ın adını bağırıp ağlıyordu. Ben onu kucağıma alıp yatağına yatırmaya çalışırken Almila ellerini açmış onlarca metre mesafeye rağmen Mırnav’a doğru uzanmaya çalışıyordu. Doktor Ercan yine tiyatro yapıyordu ama yüzündeki endişeli tavrın sahte olduğunu bir tek ben biliyordum. ‘Bir anda karşıma çıkınca korktum ve tökezledim. Ona bir şey yapmak istemedim.’ Diyordu. Hastane bahçesinde araba yoluna sadece on beş metre mesafe vardı. Mırnav’ın başından ve kulaklarından akan kan küçük bir birikinti oluşturmuştu. Çok üzgündüm ve Ercan’ı oracıkta öldürebilirdim. Elimden sabırlı davranmaktan başka bir şey gelmiyordu. Öyle de yaptım. Önce Almila’yı sakinleştirdim. Sonra Sevgi Hanım’ı… Tüm bunlar bir film sahnesi gibi yaşanırken gözüm yine Melek Bilen’e kaymıştı. Çalan şarkının eşliğinde zamanın yavaşladığı kısa bir a yaşadık. Bana doğru bakıyordu. Yine bir güç dalgalanması hissetmeye başlamıştım. Beynimin içinde bir anda yeni bir düşünce belirdi. ‘Mırnav’ı hemen bana getir.’
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Timur KOHEN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |