Mektubum sanırım fazla uzun oldu, çünkü daha kısa yazmak için yeterince vaktim yoktu. -Pascal |
|
||||||||||
|
Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin önü. Durakta iki dolmuş bekliyor. İkisinde de oturacak yerler dolu, çok sayıda da ayakta yolcu var. Öndekinde daha çok. Yolcuların çoğu ya muayene olup evine dönen hastalar ya da bir yakınları hastayı ziyarete gelmiş kimseler. Kahya soranlara, dolmuşların güzergahını açıklıyor. İki yolcu daha binince öndeki dolmuş hareket ediyor. Hava açık, hafif bir rüzgâr esiyor. Öndeki gidince arkadaki dolmuş, durağın ön tarafına yanaşıyor. Muavinlik yapan beyaz gömlekli, kot pantalonlu bir genç, yolcu toplamak için bağırıyorsa da ne dediği tam olarak anlaşılamıyor. İki kişi biniyor. Havada sıkıntı var. Dolmuşun içinde, hareket etmesini bekleyen ayaktaki yolculardan bazıları “çıt çıt” diyor, bazıları da kafasını sallıyor. Sabırları tükenmek üzere. Ayakta en az on iki kişi varken türbanlı genç bir bayan, bebek arabasıyla binmek istiyor. Yolcular bebek arabasına yer açmak için birbirlerine iyice yanaşıyorlar. Az sonra bebek arabalı bayanın arkasından iki lise öğrencisi de binerek bir yerlere sıkışıyor. Havada fırtına habercisi koyu gri ve yeşil karışımı memeye, keseye, püsküle benzer bulutlar dolaşıyor. Kırklı yaşlarda, Karadeniz şivesiyle konuşan erkek bir yolcu söylenmeye başlıyor: -Bu ne ya? Daha ne kadar bekleyeceğiz? Kimsenin de sesi çıkmıyor. Adam doldurdukça dolduruyor. Hemen yanındaki yaşlı bir adam: -Daha minibüsün üstü boş, oraya da yolcu alsın gideriz. Diyor yavaş bir sesle; daha doğrusu ironi yapıyor ama Karadenizli, bu sözleri hiç duymuyor ve söylenmesine devam ediyor. Bu arada genç bir kız ve genç bir erkek daha biniyor. Sonra orta yaşlarda bir kadını bindirmek için muavin yolcuların arka tarafa yanaşmasını söylüyor, kimse yerinden bile kıpırdamıyor, çünkü hareket edecek yer yok. Onun için muavin kapı önündekileri iteliyor ve kendi de içeri girip şoföre: -Tamam abi, devam et, diyor. Dolmuş hareket ediyor, Karadenizli söylenmeyi sesini yükselterek sürdürüyor. -Rezillik bu rezillik. Kaç dakikadır bekliyoruz, bir santim bile boş yer yok ve hâlâ müşteri almaya çalışıyorsunuz. Şimşek çakıyor ve gök gürlüyor. Şoför, bu sözlere kızıyor. Giden arabada arkasına dönüp Karadenizliye laf yetiştirmeye çalışıyor. Gözleri uzun farlarını yakmış bir otomobil gibi. Kafasını sallamasından öfkelendiği belli oluyor. Ayrıca sık sık ani fren yapıp kuvvetlice gaza basıyor. Yolcuların içi dışına çıkıyor. -Bak oradaki tabelada ne yazıyor? Ayakta yirmi yolcu alınabilir, diyor. -Yalan söyleme, orada öyle bir şey yazmıyor. Ufacık arabaya yirmiden fazla kişiyi ayakta bindirdin. Allah gözünüzü doyursun. -Seni zorla bindirmedim, al paranı ve in aşağıya! -Neden inecekmişim? Ben ne yapacağımı biliyorum. -Ne yapacaksın? Rahatsız olduysan taksiyle git. -İster taksiyle ister dolmuşla giderim. Seni ilgilendirmez. -O zaman konuşmayı kes, deyip şoför aracı durduruyor ve kapıları açıp: -Bu adam inmeden bir yere gitmem. İn ulan aşağıya! Diyor. Durak yüz elli-iki yüz metre kadar geride kaldı. Şoförün bu lafı üzerine yolculardan bazıları panikliyor, ayaktakilerden ön tarafta bulunan iki kişi şoförü yatıştırıp ikna ediyor ve dolmuş kapılarını kapatarak hareket ediyor. Karadenizli durmadan konuşuyor: -Gittikten biraz sonra bak neler olacak? Bunların hesabını vereceksin. Sen benim kim olduğumu bilmiyorsun. -Kimsin ulan sen, it oğlu it? Söyle de bilelim. -İt sana derler. Bana da Ahmet Rıza Yıldız derler. -Ahmet Rıza Yıldızmış! Böyle bir ad hiç duymadım. -Yakında duyacaksın ve bedel ödeyeceksin. Acı bir fren sesi ve dolmuş gene duruyor, kapı açılıyor, el freni çekilıyor, şoför koltuğundan kalkmak için hamle yapıyor ise de öndeki bir kişi omzundan bastırıp oturtuyor. Şoför Karadenizliye: -İn aşağıya ulan, yoksa ben indiririm, diyor. -İnmiyorum, beni kimse indiremez. Gideceğim yere kadar götürmek mecburiyetindesin. Fırtına kopuyor ve yıldırım düşüyor. Ayağa kalkan şoförün, farı andıran gözlerine kirpinin oklarını andıran saçları da ekleniyor. Yolcuların üzerinden adeta uçarak Karadenizlinin üstüne atlıyor, yakasından tuttup çekiyor. Bağırışlar, çığlıklar, ağlama sesleri, küfürler... Karadenizlinin yanındaki yaşlı adam iyice sıkışıyor, nefesi daralıyor. Bir yandan da boynuna astığı yakın gözlüğünün kırılmasından korkuyor ama bakması, kontrol etmesi imkansız. Birkaç saniye sonra dolmuşun içi rahatlıyor. Çünkü Karadenizliyi şoför ve muavin dışarı atmayı başarıyorlar, tabii bu atma sırasında birçok yolcu da dışarı savruluyor. Yaşlı adamın ilk işi boynuna astığı yakın gözlüğünün kırılıp kırılmadığını kontrol etmek oluyor, neyse ki sağlam. Yola düşen orta yaşlarda bir kadının yüzü kıpkırmızı kesilmiş, gözlerinden yaşlar akıtarak ağlıyor, oniki yaşlarında bir kız burkulan ayağını tutarak kaldırımda sekiyor, bir adam kapının hemen yanında asfalt üzerinde yatıyor ve üç-dört kişi de dolmuşun arka tarafında bağırışıyor. Tabii kaldırımın ortasında yatan Karadenizliyi şoför ve muavin hem yumrukluyor hem de tekmeliyor. Karadenizli onlara karşılık vermeye uğraşsa da başarılı olamıyor. Neden sonra üç adam kavgayı ayırıyor, yolcular ve şoför ile muavin dolmuştaki yerlerini alıyor. Karadenizli yattığı yerden kalkıp ceketinin cebinden kağıt kalem çıkarıyor, dolmuşun plakasını kaydediyor ve bir yandan da sağ yumruğunu sallayarak bağırıyor: -Sen benim kim olduğumu biraz sonra öğreneceksin, biraz sonra... Kavga sırasında dolmuştan düşen kadın söyleniyor, ama şoföre mi Karadenizliye mi? Belli değil. -Namussuz, ahlaksız, utanmaz. Fırtına kesiliyor, bulutlar dağılıyor; kırmızı, turuncu, sarı karışımı renkleriyle güneş görünüyor. Dolmuş hareket ediyor, yüz metre sonra duruyor bir yolcu indirip iki yolcu alıyor. Aracın içinde bir kedinin bile sığabileceği kadar yer kalmıyor. Şoför telefonla konuşmaya başlıyor, karşısındaki araç sahibi olmalı. -Abi, az önce bir yolcu terbiyesizlik etti, ben de aşağıya attım. Haberin olsun. Tamam abi tamam, öyle yaparım. Bir müddet dolmuşun içine ölü bir sessizlik çöküyor; öyle ki motorun ve lastiklerin sesi bile duyulmuyor. Hatta yolcuların nefes alışları. Ölü sessizlik uzun sürmüyor. Araç keskin bir virajı zor dönüyor, on metre sonra da sert bir fren yaparak duruyor. Fren sesi, yolcuları heyacanlandırıyor, hatta bazılarının tüyleri diken diken oluyor. Kapı açılıyor, sırtında çantası olan bir erkek öğrenci, önce binmeye yelteniyor, sonra vaz geçiyor: -Tamam abi, sen devam et, çünkü bu dolmuş dolmuş, diyor. Dolmuş, egzosundan siyah ve gri karışımı duman çıkararak “pat pat” sesleri arasında ani bir kalkış yapıyor ve şehrin trafiği içine dalıyor.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ömer Faruk Hüsmüllü, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |