Benim yaradılışımda fevkalade olan birşey varsa, Türk olarak dünyaya gelmemdir. - Atatürk |
|
||||||||||
|
-Bi çay, Hamlet! Demli ve üç şekerli olsun. -Ne biçim tiryakisin be Hamza? Hem demli, hem de bol şekerli… -Hadi, uzatma da çayı getir. Zaten keyfim yok, bir de sen limon sıkma işin içine. Hem, biraz acele et. Öyle Haymana öküzü gibi sallanıp durma. -Bu Hamza da Dudukuşu mübarek, laf yetiştirmek ne mümkün? -Osurukla boya boyanmaz Hamlet, elini çabuk tutacaksın. Yani laf değil, iş yapacaksın. Cafer Ağanın abdest suyu gibi bir çay verirsen senin kafandan aşağı boca ederim o şeyi. Zaten moralim bozuk, sinirimi senden çıkarmayayım. -Ne oldu be Hamza? -Daha ne olsun Marsık Rıza? Bak anlatayım: Abicim, geçen akşam Agop’un kazı gibi yutuyorum yemekleri. Çünkü bütün gün koşuşturmaktan karnımı doyurmayı unutmuşum. Dışarıdan sesler geliyordu bu arada, ama aldırmadım. Sesler giderek artınca camı açıp sokağa baktım: Birkaç tane abacı kebeci yani ne olduğu belirsiz kişi vardı. Biraz daha dikkat ettiğimde bir dilber gördüm yanlarında. Kadın onlara aşüftelik ediyordu. Bozuldum ve mahallenin namusuna halel getirenlerin ceddine okumaya başladım. Zontanın biri dayılandı oradan. Hemen aşağıya indim ve cumbadak daldım adama. Birkaç tane patlattım, ancak adam dişli çıktı; o da çekti bana iki-üç yumruk. Mahalleli gürültü patırtıyı duyunca üşüştü oraya. Hepsi de seyirci ama. Bir Allahın kulu gelip de benden yana çıkmadığı gibi, kavgayı ayırmaya çalışan da yoktu. Derken öteki heriflerle birlikte o oynak karı da bana saldırmaz mı? Birisiyle başa çıkamazken, dört herif bir de karı ile kavga etmek zorunda kaldım. Herifler neyse de o karı yok mu? Aşufteliliğinden başka bir de çaçaron mu çaçaron! Onun dilini çekmektense dayak yemek daha iyi. -Sen faka basmazdın be deli Hamza, nasıl oldu da yanıldın? -Sorma be Farfara Halim, oldu bi kere. Cıcığımı çıkardılar valla. Biraz da iyi oldu sayılır. Çünkü o kadar çok yemek yemişim ki, Hüt dağı gibi şişmiştim. Dayakları spordan saydım o yüzden… -Şapa oturdum, desene şuna. Bu durumlarda tantuna gitmek işten bile değildir. -Avcı Osman, açtın gene şom ağzını. -Yok be Deli Hamza, ben senin ne şahbaz bir adam olduğunu, sel önünden kütük kaptığını bilmem mi? Böyle vartalar senin için çerezdir çerez… Ama gene de sen böbürlenme, atalarımızın dediği gibi “Treni hareket ettiren düdüğü değildir” -Geç gırgırını Avcı! Ben mahallenin namusu için kendimi feda edeyim, sen ise mürailik yap. Ben senin palavralarını, korkudan yaptığın zartalosu söylüyor muyum? -Söyledin bile. Zevahiri kurtarmaya çalışırsın, lakin boşunadır. Bana b.k atarak sıyrılmaya uğraşma. Sen de kabul et artık şunu ve ıskartaya çıktığını söyle. Benim eski hikayeleri ısıtıp ısıtıp önüme koyma. -Ne eskisi be Atıcı! Daha geçen hafta dinledik senden bu mavraları. Istıranca ormanlarında arslan, Toroslar’da zürafa avlayan sen değil miydin? -İstediğin kadar konuş. Yel kayadan ne alır? Beni kıskandığını açıkça söylemeyip laf ebeliğine başvuruyorsun. -Piç ettin sohbeti Avcı. Sacayak olmuş şu tavşan boku adamlar bile senden iyidir. Hiç olmazsa sesleri çıkmıyor bana karşı. -Bize mi dedin deli bozuk? -He, size dedim. N’olacak? -Sinirlenme Hamza abicim, ben onun adına senden özür dilerim. -Baksana söylediğine. -Boş ver be abim, sen karışma, boş ver. Bendensin, benden… -Hössst, uyduruk dizi laflarıyla maytap geçme benimle! -Hamlet, ortalık iyice kızıştı. Ver bi kontrollü de içelim. -Emrin olur Rüstem dayı. -Hamlet be kaldır artık şu duvarlardaki Anuşka şiirlerini. Duvarlarda boş yer kalmamış. Her taraf Anuşka… -Kim bu Anuşka Rüstem dayı? -Sen tanımazsın, çünkü yenisin burada Garip Ali. 4-5 sene önce Kapuzbaşı Şelaleleri’ne giden bir turist kafilesi uğramış bizim Kontrollü Çay Kıraathanesi’ne. Çayı çok beğenmişler. Eee, nasıl beğenmesinler ki, odun çayının tadı bir başkadır. Bu turistlerin içinden Anuşka isimli bir gavur karısı bizim Hamlet’e biraz ilgi göstermiş. Bu da umutlanmış. Kadın gittikten sonra başlamış şiirler yazıp kıraathanenin duvarlarına yapıştırmaya. Yazdıkça sevdalanmış, yazdıkça umutlanmış. Anuşka dönüşte ona uğrayacak sanmış. Ama yıllardır ne gelen ne giden olmuş. Hatta bu aşkını telefonla katıldığı bir radyo programında açıklamış. Radyonun televizyon kanalı da bu aşkı ekranına taşımış. Ben seyretmedim, ama Hamlet “Gelip burada çekim yaptılar ” diyor. Doğrudur herhalde. O günden beri de bizim Kontrollü Mehmet, olmuş mu sana Hamlet! Çünkü “Olmak ya da olmamak”ı bizimki çevirmiş “Anuşka ile olmak ya da Anuşka ile olmamak”a. Lafın kısası yani senin anlayacağın bu aşkta vuslat kıyamete kalmış. -Desene garibim çoban kulubesinde padişah rüyası görmüş. Hamlet evli değil mi? -Evli, ama karısı bile onun bu aşkına karşı saygılı davranıyormuş. -Uyanık kadınmış. Nasıl olsa bunun bir Ferhat ile Şirin masalına dönüştüğünü anlamış. -Kontrollü benden herkese çay ver, sonra ben de anlatayım başımdan geçen bir aşk hikayesini. -Hikâyeni dinleyelim diye rüşvet mi, Hamza? Bir çaya olmaz bu iş… -Hadi oradan fesat kumkuması! -Hamza’dan sonra, benden de herkese birer kontrollü, ama av hikâyelerimi dinlemeniz şartıyla. -Avcı şartını koyarak işi garantiye alıyor. O köftehor çürük tahtaya basar mı hiç? Hamlet öküz boyunduruğa bakar gibi bakma da adamlar vazgeçmeden getir şu çayları. -Bizim çaylar bu gidişle zor gelir. Baksanıza ocağın başında dura dura Ilıca ördeğine döndü zavallı Hamlet. ● ● ● -Bıktım be Dereli senin ah edip eh işitmenden. Bir gün de yüzün gülsün, ne olur? -Yüzüm gülecek elbet Haydar Baba, hele o hödük bir elime düşsün. -Şeytanla ortak buğday eken samanını alırmış. Kim dedi sana da onun vaadlerine inandın? Bilmez misin ki o adam yağmur olsa kimsenin tarlasına yağmaz. -Benim gibi ibibullah sivri külah bir adama bu yapılır mı? Ben acemisiyim bu kategullilerin. Nereden bilirdim böyle olacağını? -Eee, ne demeli bilmem ki! Acemi katır kapı önünde yük indirirmiş. -Bakma onun ağlaştığına Haydar Baba! Dereli de o yolun adamı olmasaydı, gider de o düzenbaza malını kaptırır mıydı? Senin anlayacağın, ”Fahiş faize batakçı müşteri” misali… -Öyle deme be Çalık, adam ninemden kalma yemek takımlarını görünce “Bunlar seni de beni de zengin eder” dedi. İnanmadım önce, çünkü nuh nebiden kalma şeyler. Nineme de anası mı vermiş ne! Kendi ellerimle hepsini bir güzel paketleyip teslim ettim düzenbaz veledizinaya… Gidiş o gidiş. Haydar Abi eski polislerden olduğu için bir çare bulur diye anlatırım. -Polisliğimiz, başkomiserliğimiz eskilerde kaldı Dereli. Bizim artık esamimiz bile okunmaz. Kim takar emekli adamı? -Hani hep övünür, hava atardın,”Ben kaçın kurrasıyım” diye. Ne oldu uyanık, üç parça eşyan vardı, onu da kaptırdın bir madrabaza. Boş ver bunları boş ver. Boğazım kurudu sana laf anlatacam diye. Bir çay içeyim bari. Var mı çay arzu eden? Hamlet bana bir kontrollü getir, ama Haydar Babaya verdiğin demlikten olsun! -Herkese vermez Haydar Babanın demliğinden. Haydar Babaya da herkese verdiği demlikten vermez. Ayırımcılık yapmasana Hamlet. Haydar Babaya niye torpil geçiyorsun? -Haydar Baba beni ben yapan adamdır Durbak Ömer. O olmasaydı ben şimdi ya mezarda ya da bir hapishane koğuşunda olurdum. Dayağını çok yedim, ama sonunda da adam oldum. Bizim burada Haydar Babanın görev yaptığı dönemde, genç olup da onun dayağını yemeyen delikanlı çok azdır. O bizi döverdi ama çok da severdi. Hele o rutubet içindeki penceresiz, pis kokulu nezarethane yok mu, dayaklar hep orada atılırdı. Kapısı hafifçe aralanır iri gövdesiyle Haydar Baba içeri girer ve… Geriye kalan zamanlarda ise karanlıkta duvarlarını kazırdım hep ellerimle nezarethanenin. En az yirmi dört saat oradasın. Vakit nasıl geçecek başka türlü? Ya ayakta duracaksın ya da kıçını ıslak betona koyacaksın. Çünkü oturmak için ne bir sandalye var ne de bir divan. Dört duvar anlayacağın. -Bizim zamanımızda öyleydi Hamlet. Şimdiki nezarethaneler senin hatırladıklarına göre Hilton konforunda sayılır. -Öyleymiş Haydar Baba. Hilton değil de isterse en lüks otel ayarında olsun bir dakika bile kalmak istemem artık oralarda. Eskiden gençliğimizde kanımız kaynardı. İş yok, güç yok, okulu asmışız. Para olsa bir yerlerde harcar eğleniriz, ama o da yok. Kendimize bir meşgale bulmalıydık. Bulduk da. Bir mahalle çetesi kurduk. Hemen akabinde bize rakip çeteler türedi. Giriştik birbirimizle mücadeleye. Kapışmalarımızın çoğunda polis bizi enseledi ve doğru Haydar Babaya. Baba önce birkaç kere nasihat etti, bir fiske bile vurmadan serbest bıraktı. Baktı ki bizim vazgeçeceğimiz yok, iki-üç günde bir kendisini ziyaret ediyoruz, sonrakilerde yer misin yemez misin, verdi sopayı. -Çok abarttın be Hamlet. Duyan da beni ceberrut bir herif zannedecek. İnan ki döverdim çocukları, ama hep zarar vermeyecek yerlerine vururdum. -Sopayı yeyip eve anamıza babamıza şikayete gidersek, böyle bir hata yaparsak, işte asıl o zaman yandık demekti. Haydar Babayı cennete gönderecek hayır dualarının eşliğinde anam başlar dövmeye, o yorulunca bırakır; sonra da babam devam ederdi. Askere gidince de önceden alışık olduğum için oradaki dayaklar çok hafif geldi bana. Vatan borcu bitince de çok şükür bu ekmek teknesini açtım işte. Bizim çete sekiz kişiydi. Yedimiz iyi kötü bir baltaya sap olduk. Sadece bir tanemiz içerde şu anda. Hırsızlık, gasp, yaralama, taciz her türlü suç işlemiş biri. Bilmem kaç yüzyıl ceza almış. Yani cezasının bitmesi için 4-5 kere dünyaya yeniden gelmesi gerekiyormuş. -Yok be Hamlet! O kadar abartma, iki-üç af çıktı mı arkadaşın yırtar onca yıllık mapus cezasından paçayı. Affın biri yakındır, seçim var çünkü gelecek yıl. -Allah kurtarsın, ne diyeyim. Haydar babanın sopaları olmasaydı belki şimdi biz de onun yanındaydık. -Lafa daldın, bizim çayı unuttun Hamlet. -Tamam, getirecem Çalık abi. -Bugün burası çok sakin; Deli de görünmüyor ortalıklarda. Başına bir iş gelmesin? Ne de olsa kabadayı adam. -Yok be Durbak Ömer, onun kabadayılığından ne olacak. Çakma kabadayılık onunki çakma! -Ahh, işte geliyor. Yüzüne de söyle bakalım. Ne demişler “İyi adam lafı üzerine gelirmiş”. -Söylerim ne var ki… Hem onu öyle deme de şöyle de istersen, daha uygun düşer: İti an, çomağı hazırla. -Deli Hamza bir tuhaf bugün! Baksana selam vermeden, kelam etmeden en arka masaya oturdu. Hasta mı ne? Sen bu işlerden anlarsın Aktar Reşit; ne de olsa yarı doktor sayılırsın. Gerçi başı ağrıyana biberiye yağı, kalbi olana biberiye yağı; ayağın kırıldı, romatizman var, sinüzütten şikâyetçisin, varisten dert yanıyorsun, aklına gelen birçok hastalığa biberiye yağı veriyormuşsun, ama neyse. Koy bakalım delinin hastalığına bir teşhis! -Durbak Abi, onun rahatsızlığına mani-depressiv deniyor. -Ne manisi yahu? Bizim anlayacağımız şekilde söyle! -Mani halinde iken hasta çok neşelidir, çok konuşur, güler, eğlenir, şarkı söyler. Bir bakarsın depressiv durumuna geçer aniden. O zaman da bitkin, bedbaht, her şeyden yakınan bir zavallı görünümündedir. Bu iki devre birbirinin tam zıddıdır. Hasta depressiv durumunda iken intihar edebilir, hatta başkalarını da öldürebilir. -Deme yahu! İlişmeyelim de ne bize ne de kendine zararı dokunsun. -Hamlet, sandalyenin arkasına hep “Anuşka” yazmış. Senin oturduğunda da yazıyor mu Avcı Osman? -Yazmaz mı Rüstem dayı. Sabahlara kadar çiviyi ocakta kızdırıp kızdırıp tahta iskemlelerin üzerine yazarmış aşkının adını. -Ne aşkmış be! Gerçi Hamlet hayatında belki de ilk defa bu kadar güzel bir kadın gördüğünü söylüyormuş, ama başkaları da görmüşler o fettan gavur karısını. Güzelce imiş. Hele Hamlet’in karısının yanında kraliçe sayılırmış. -Hamlet’in karının bütün gün tarlada, evde, fındıkta çalışmaktan imanı gevremiş. Kadıncağız bir deri bir kemik kalmış. Gavur karısının ise keyfi yerinde. Geziyor, tozuyor. Yediği önünde yemediği ardında. -Hamlet be, Hamlet! Şu senin “Anuşka”… -Dur Çalık, ağzımı niye kapatırsın? -Açma o konuyu Durbak Ömer! Yoksa benim çayın gelmesi yarın sabahı bulur. Zira Hamlet bir başlarsa Anuşka muhabbetine hiç bitirmez. ● ● ● -Anuşkamı arıyorum -Uçan kuştan soruyorum -Amerika’da mı Almanya’da mı bilmiyorum -Anuşkamı arıyorum… -Fazla bağırmadan söyle be oğlum Kontrollü Mehmet, nam-ı diğer Hamlet! Yıllardır senin yaptığın bu şarkıyı dinleye dinleye hepimiz ezberledik artık, ama bize biraz insaf et n’olur? -Elimde değil Rüstem dayım, elimde değil. Ne dilime ne de gönlüme sözüm geçer… -Ne aşkmış be kardeşim! Belki de hiç kavuşamayacak Anuşkasına. Sadece şarkı söyleyip, şiir yazacak yıllarca onun için. -Farfara Halim, canı acıyan eşek atı geçermiş. Bizim Hamlet bir gün şair olur çıkarsa hiç şaşırmam. -Ehh, aşkolsun Dereli, beni eşeğe de benzettin ya. -Darılma, teşbihte hata olmazmış. Lafın gelişi işte… -Hoş geldin Avcı Osman. Yüzün gülüyor, yoksa doğdu mu senin torun? -Çok şükür, gelin kızımız kurtuldu. -Gözünüz aydın, Allah analı babalı büyütmeyi kısmet etsin. Kız mı, oğlan mı? -Kız. -Zaten senin oğlan torun vardı, kız olunca sevinmişsindir. -Kız, erkek fark etmez. Yeter ki eli ayağı düzgün olsun. Hamlet bugün çaylar benden. Çay dediysem illaki çay içmek için zorlama arkadaşları, başka şey arzu eden olursa da ver. -Tamam Avcı Abim, mesajın anlaşılmıştır. -Hamlet şu televizyonu aç da Uğur’un ajansını izleyelim. Memlekette neler olmuş, öğrenelim. -Haydar Baba, televizyon bir haftadır bozuk. Servise haber verdim, ama gelmediler. Uydu alıcısına bir şey oldu herhalde. -Bir haftada gelemedi mi adamlar şuncacık yerden? -Gelmesine gelirdi de bizim Kontrollünün çağırdığından ben emin değilim Çalık. -Valla çağırdım. -Niye televizyonu tamir ettirsin ki, son zamanlarda Kontrollü Çay Kıraathanesinin müşteri sayısı azaldı mı, arttı mı, bir düşünün! Tabii ki arttı. Niye? Çünkü insanlar birbiriyle muhabbete hasret kalmışlardı bu televizyon illeti yüzünden. -Televizyon isteyen Kosvolu’nun kahveye gitsin. Hem de plazma var orada. -Kosvolu’nun çayı da içilir mi? Çay değil, sanki turşu suyu mübarek. Şu odun çayını içen bir daha başka çay içer mi? -İyi reklam yaptın be Hamlet. Ama sen de çaya karbonat katarmışsın. -Gel, ocağı tezgahı ara. Bakalım bir gram karbonat bulabilecek misin? Ben hayatımda bir kere bakkaldan karbonat aldım. O da hanım kek yapmak için istemişti de ondan. -Dün gece seyretmiş bizim evdekiler. Bizim burayı çekmiş televizyoncular. Hatta Emine teyze çıkmış anlatmış. Uçan daire mi ufo mu ne gördüğünü söylemiş. -Desene televizyona bizim burada çıkan sadece Hamlet değil, ama Emine teyze ne bilir ufoyu? 80-90 yaşında bir kadıncağız. Anlamaz ki öyle şeylerden. -Çocuklar korku içinde, ya bizim eve de gelirse uzaylı adamlar diye. -Televizyoncular bu uçan daire konusunu ısıtıp ısıtıp seyircinin önüne koyuyorlar. Verecek haber bulamayınca hemen ufo’larına sarılıyorlar. -Benim duyduğuma göre önce Haydar Babaya gitmiş televizyoncular. Sayılan, sevilen, sözü dinlenen bir kişi bu olayı anlatırsa daha inandırıcı olur diye düşünmüşler. -Doğru mu Haydar Baba, geldiler mi sana? -Geldiler Marsık, ama ben kovaladım onları. Konuşmam için önce “Televizyonda bütün Türkiye’nin beni göreceğini” söyleyip kandırmaya çalıştılar. Olmaz deyince, para teklif ettiler. Sinirlendim ve bunlara çaldım s….i. Paparayı yeyince bir kaçışları var. Sinirin yerini aldı bir gülme bende. -Seni kandıramayınca, yaşlı başlı diye düşünüp Emine teyzeyi buldular demek. -Duyduğuma göre fıldır fıldır; konuşacak, ama aynı zamanda da inandıracak bir kişi aramışlar. Tabii bunların bizim buralı adamları yani işbirlikçileri de varmış. -Ne bilmişler bizim buraya uçan daire indiğini. -Aşağıdaki kahveye bir ajans muhabiri arkadaşı ile konuşmaya gitmiş. O sırada televizyonda bir programda ufolardan bahsediliyormuş. Bunların yanındaki masada oturanlar “Bizim buraya gelse, ne yaparız acaba? Kaçar mıyız, yoksa hoş geldiniz deyip karşılar mıyız?” biçiminde konuşuyorlarmış. Muhabir bunları yarım yamalak duymuş ve hemen oradan ayrılınca bağlı olduğu ajansa bu konuda haber geçmiş. Ajans da bunu çeşitli yayın organlarına duyurmuş. Ve sonuçta kamerayı, mikrofonu kapan koşturmuş buraya. -Desene Emine teyze bu işten üç-beş kuruş kazanmıştır. -Kazansın kadıncağız. Zaten hiç kimsesi yok. Onun bunun sadakası ile geçiniyor. Ama o bile önce itiraz etmiş, direnmiş söylemem diye. Sonra ikna etmişler. Ne söyleyeceğini, nasıl davranacağını tek tek öğretmişler kadına. -Emine teyze, ”Gökten ışık saçarak yuvarlak bir şey on metre ilerime indi. Sonra o yuvarlak şeyin kapısı açıldı. İçinden kısa boylu üç tane adam çıktı. Bana doğru yürüdüklerini görünce, korkudan bayıldım. Ayıldığımda gittiklerini fark ettim.” Demiş. -Yalan be kardeşim yalan. Bu televizyoncuların söylediklerinin hepsi uydurma. Baksana bu günlerde en ciddi kanallar bile birinci haber olarak Çinlilerin Ağrı dağında Nuh’un gemisini buldukları haberini veriyor. -Çinlinin işine akıl sır ermez. Adamlar yakında Nuhun gemisinin aynını yapıp turizmin hizmetine verirlerse hiç şaşırmam. Tapon mal deyince, bir de taklit mal deyince aklıma hemen Çinliler geliyor artık. -Sözüm ona televizyon bozuk, baksanıza gene televizyondan konuşuyoruz. Yani gitti bir ekranlı televizyon, ama geldi bizim gibi 4-5 canlı televizyon. -Ağzına sağlık Haydar Baba. Çok doğru söyledin. -Oğlum Hamlet, en iyisini sen yapıyorsun. Bizim bu muhabbetlerle oyalanmayıp şarkını mırıldanıyorsun. Haydi, söyle şu Anuşkamı Arıyorum şarkını da dinleyelim. -Yapma be Haydar Baba! Bıktık artık bu şarkıdan. -Fazla konuşma Dereli! Sen Babadan daha mı iyi bileceksin? Emrin olur Haydar Baba: Anuşkamı arıyorum -Uçan kuştan soruyorum….. ● ● ● -Bak Aktar, gene zar tutmaya başladın. -Yok be Haydar Baba! Sen gele atıyorsan bunda benim suçum ne? Ah, işte gene hep yek attın. -Tek kapı açık, şimdi onu da kapatırsın, demeye kalmadı kapattın Aktar. -Sen biraz bekle Haydar Baba! Belki açık verir. -Sanmam Şerif Ali. -Tamam yenildim. Kabul ediyorum. Mideme ağrılar girdi valla. Mide ağrısı dedim de aklıma geldi: Aktar bunun çaresi nedir? -Çaresi şu: Benim gibi tavlanın kitabını yazmış olanlarla oynamayacaksın. Bir de kefir içeceksin Haydar Baba, kefir. -Havan batsın! Bunun acısını çıkartırım bir gün elbet. Konuş istediğin kadar. Çünkü gün, senin günündür. -Kefir dediğin şey nedir, o ne işe yarar? -Avcı, kefir mide ağrısından, bağırsakların düzenli çalışmasına, astımdan prostata varıncaya kadar 15-20 çeşit rahatsızlığa iyi gelen bir içecek. Ayran gibi, ama özel bir mayası var. Evde bile yapılabiliyor. -Adını duydum, ama hiç içmedim. -Eskiden Türklerin çok sık kullandığı sağlıklı bir içecekmiş, sonraları unutulmuş. Hele günümüzde içecek deyince kefiri kim aklına getirecek, kola mola varken? Çoluğa çocuğa kefir içereceksin, olmadı ayran içireceksin. Kolayı, gazozu da evin kapısından içeriye sokmayacaksın. Bak bakalım o zaman hastalık mastalık kalıyor mu? -Kontrollü kefir satmadığına göre, biz de mecburen, tavladan kazandığımız şu gazozumuzu içelim bari. -Hamlet, Aktar’a gazoz ver; diğer arkadaşlara da sor bakalım ne içerler. Nasıl olsa yıkılmasına yıkıldık, bari tam olsun. -Sen de son zamanlarda önüne gelene yenilirsin be Haydar Baba. Gazoz ağacı diyorlar o yüzden bazıları sana. -Desinler Çalık. Ben işimi bilirim. Yemleme yapıyorum yemleme. Balığa gittiğimde de önce elimdeki yemlerin birazını suya atarım. Sonra çekmeye başlarım yemlenen balıkları tek tek. -Haberin var mı Baba, Halit Ağa’nın çiftliğini soymuşlar? -Yok, senden duydum Dereli. Çiftlikte soyulacak ne var ki? -Ne olacak, beş tane inek çalmışlar. Her biri 2500-3000 lira eder en azından. Adamlar dayamışlar çiftliğin kapısına kamyonu, yüklemişler inekleri. -Olur mu öyle şey? Herhalde kucaklarına alıp kamyona bindirmediler inekleri. -Çiftliğin dış kapısının biraz ilerisinde bir tümsek var ya. Oraya dayamışlardır kamyonu. -Çiftlikteki adamlar, köpekler ne yapmışlar onlar inekleri çalarken? -Orasını sormadım, ama şunu da duydum. İnekleri götürenler Halit Ağa’ya telefon etmişler. ”İneklerine kavuşmak istiyorsan 3000 lira ver, yoksa yakında sucuk olarak yersin ineklerini” demişler. -Bir inek parası verip beş ineği geri almak daha mantıklı. Ya da bekle, belki polis yakalar soyguncuları! -Soygunun, hırsızlığın şekli de değişti. -Son günlerde çok arttı bu hırsızlık olayları. -Beni de soymaya kalktılar, Dereli. -Hadi be Çulsuz, yalan söyleme. Burada en son soyulacak adam sensin. ”Cebi delik adam, haramilerin yanından ıslık çalarak geçer” biçiminde bir söz hatırlıyorum. Bu söz sanki senin için söylenmiş. -İki gözüm önüme aksın ki… -Yemin etme Çulsuz. Nerede ve nasıl oldu, onu anlat. -Dört gün önce fırının sokağından geçerken oldu. -O sokak çok karanlık. Çocuklar sokak lambasının ampulünü kırmışlar. Geçende ben bile geçerken oradan çekindim doğrusu. -Ehh, Deli Hamza bile çekindiyse… -Fırını geçtim, tam köşeyi döneceğim üç kişi bitti yanımda. Biri bir koluma, biri öteki koluma girdi. Diğeri de bıçağı çekti, dayadı boğazıma. -O soyguncular kesin buralı değildir. Buralı olsalar Çulsuzu soymaya kalkarlar mı? Ya da acemi sayılırlar bu konuda. Çünkü “Şaşkın ördek, başını bırakır kıçından dalar”mış. -Amma laf söyledin be Avcı Osman. Ne ilgisi var söylediğinin olayla? Hem bırak da adam anlatsın… -Ceplerime, hatta çoraplarımın içine bile baktılar. Tabii beş kuruş bile bulamadılar. -Şaşırmıştır adamlar. Şansızlığın bu kadarına da deyip basmışlardır küfrü. Belki de sana acıyıp aralarında topladıkları üç-beş lirayı vermişlerdir. -Ne acıması Hamza Abi? Temiz bir sopa çektiler. Baksana, dudağımdaki yara hala geçmedi. Utancımdan dört gün evden dışarı çıkmadım. Yaralar geçsin diye bekledim. -Niye dövüyorlar, elin garibini? Vicdansızlar… -“Sen adam değil misin? Neden yanında para taşımıyorsun?” deyip dövdüler. -Hamlet al şu parayı. Çulsuz’a ve ocağın yanındaki arkadaşa birer ekmek arası tavuk döner yaptırt, birer de gazoz aç yanına. -Tamam, Deli Hamza. -Öteki kim Hamza? Buralarda pek görmedim onu. Yabancı mı? Çünkü “Yabancı koyun kenarda yatar”mış, o da baksana bir kenarda, sanki sandalyeye emaneten ilişmiş gibi duruyor. -Yok canım bizim buralı da, Kontrollüye pek uğramaz. -Ne iş görür? -İşi gücü yoktur. Dua ile zikir ile geçirir vaktini. Bazen mevlût okuyanların yanına takılır. Mevlütte ikram edilenlerle karnını doyurur, belki üç-beş kuruş veren de olur. Derviş gibi bir şey canım… -Desene boşuna dememişler “Gavurun tembeli keşiş, müslümanın tembeli de derviş olur”muş. -Bu tip insanların sayısı da çok arttı bu günlerde. Ortam da müsait nasıl olsa! -Geçim dünyası Haydar Baba, geçim dünyası… -Doğru, çaresizlik de bazı şeylere neden olabiliyor. Şimdi bir de ekonomik kriz belası var. Yani vatandaş için “Gök demir, yer bakır” oldu. ● ● ● -Deli Hamza, demek ki havan bizeymiş; senin kabadayılığın da fos çıktı. -N’oldu da fos çıktı be Avcı? -Baksana adamlar koskoca inekleri çalıyor, Çulsuz’u bile soyuyor. ”Burası benden sorulur, birisi zartalos yapsa haberim olur” diye övünen sen, olanlardan bihabersin! -Avcı, boş konuşuyorsun, boş! Bir kere inek çalınma olayı şehirden en az on beş kilometre ötede olmuş. Çulsuz’un başına gelen ise münferit bir olay… -Derler ki “Dağ dumansız, insan hatasız olmaz” mış. Neticede Hamza da bir insan be Avcı! -Öyle de, bu inek hırsızlarının kamyonu götürebilecekleri yol sadece şehrin içinden geçiyor. Ne oldu senin adamlarına? Hani her mahallede adamın vardı? Hiç biri görmedi mi koca kamyonu, yoksa hepsi uykuda mıydı? -Halit Ağa ineklerini geri almış. -Sen kimden duydun Dereli? Yakalanmış mı hırsızlar? -Yakalanan filan yok canım. Nasıl geri aldığını da söylemiyormuş. Herhalde hırsızların teklifini kabul edip verdi bir inek parasını, ama utandığından söyleyemiyor! -Boşa dememişler “Zenginin kağnısı dağdan aşar, fakirin eşeği düz yolda şaşar”mış. Bastırdı parayı kurtardı inekleri. Gariban biri olaydı da bulaydı hemencecik parayı!... -Avcı, sağa sola laf yetiştirmeyi bırak da at şu zarları. -Tamam Haydar Baba, sinirlenme! Attım işte bak: Şeşi beş… -Buna bilmem ne şansı derler!... -Kancı eşek şansı, Haydar Baba kancık eşek! -Farfara, Haydar Baba ayıp olmasın diye “Bilmem ne şansı” dedi, sen de sanki o bilmiyormuş gibi lafı tamamladın. -Ampulcü, artık havalar ısındı. O yüzden kömür dağıtamazsınız. Sırada ne var? -Çalık, onlar yaz sıcağında da kömür dağıtırlar. Geçen sene öyle olmadı mı? Temmuz sıcağında evlerin önüne döktüler kömürleri. Kömür dağıtmazlarsa, başlarlar makarna, nohut, pirinç dağıtmaya. -Durbak Ömer, biz hiç olmazsa fakir gurabaya yardım ediyoruz. Sizin altı okçular ne yapıyor? Filim mi çevirmeye başladınız? Seks kasetleriniz dolaşıyor da ortalıkta. -Komplo onlar Ampulcü, komplo. Yakında kanıtlanır. -Komplo da neden parti başkanınız istifa etti? Utandığı için değil mi? -Sizinkilerin ne pislikler yaptığı da yakında duyulur. Ampullerin, fenerlerin nasıl birer birer patladığını göreceğiz inşallah. -Yahu arkadaşlar, size ne el alemin uçkurundan? Ne kadar dedikoducu bir millet olduk böyle? Bir de birbirimizle kavga edip kalplerimizi kırıyoruz. Vekiller mecliste, vatandaşlar da kıraathanelerde birbirini yiyip duruyor. Birileri de bu karambolden faydalanıp malı götürüyor. Burada siyaset konuşulmasını istemiyorum. -Haydar Baba, doğru söylüyor. İçimiz dışımız siyaset oldu. Hangisinin bize ne faydası var? Biri kesesini tam dolduruyor, seçim oluyor, bir başkası iktidara geliyor. Gelen aç, haydi bu sefer de o kesesini doldurmaya başlıyor. -Kontrollü bana bir orta şekerli yapsana, varsa yanına bir de maden suyu ver! -Tamam Reşit Abi. -Nesi var bu Hamlet’in, az önce elindeki bardağı düşürüp kırdı? -Bugün beşinci… -Ne… -Valla beş oldu, kırdığı bardak. Biraz dalgın ve morali bozuk. -Ne oldu? -Dün, İreyizlerin Şevki kıraathanenin dışında sigara içiyormuş. Önünden ikisi kadın, birisi erkek üç turist geçmiş. Kadınlardan birini Anuşka’ya benzetmiş. Artık o kendi ifadesi. Benzetti mi, yoksa Kontrollü’yü işletmek için mi, söyledi bilemem. İçeriye Hamlet’e seslenmiş. Duymamış. Bir-iki dakika sonra gene seslenmiş ve “Anuşka gidiyor!” diye bağırmış. Hamlet, elindekileri attığı gibi sokağa fırlamış. -Eeee, -E’si, üç yüz metre ötedeki turistlerin peşinden koşturmuş. Yetişince de Anuşka’ya benzeyene sarılmış. Kadın önce şaşırmış, sonra da basmış çığlığı. Bu arada bizimki kadının yüzüne bakmış ve Anuşka olmadığını anlamış. Özür dilemeye kalkmış, fakat meramını anlatamamış. Olayı gören bir başkası araya girip turistlere İngilizce bir şeyler söyleyip meseleyi tatlıya bağlamış. Tabii Hamlet utancından yerin dibine geçmiş, ama olan olmuş bir kere. -Doğru mu bunlar Kontrollü? -Doğru Haydar Baba. Çok ayıp ettim o turist bayana. -Her gördüğün güzel kadını Anuşka mı sanırsın Kontrollü? -Takma kafana Hamlet; hayat kısa, değmez bir kıza… - “Abdal ata binmiş, bey oldum sanmış ” Boşuna umutlanma da vazgeç bu sevdadan Hamlet. -İşte “Ak köpeğe, koyun diye sarılma” buna derim. -Bir deyiş de benden: ”Gelin bindi deveye, gör kısmeti nereye” - “Adam adamdır olmasa da pulu, eşek eşektir olmasa da çulu” Çalık. Bırak uğraşmayı, zaten yaralı. -Beyler, ”Her şey incelikten, insan kalınlıktan kırılır” mış. O nedenle, üzerine gitmeyin canım. Onun üzüntüsü ona yeter. Bu Anuşka konusunu da kapatın artık. Kimse bugün, söz etmesin bu konuda. -Haklısın Haydar Baba. -Aktar ne fısıldıyor öyle. -Haydar Baba, Aktar diyor ki “Haydar Baba da kıraathanede polis devleti kurdu. Siyaset yasak, Anuşka’dan konuşmak yasak. Yakında kıraathanenin muhtelif yerlerine kamera ve ses alıcılar da yerleştirirse hiç şaşırmam.” -Doğru mu söylenen Aktar Reşit? -Şaka olsun diye söylerim, Haydar Baba. Bu Marsık belası da ciddi sanıp yetiştirdi sana. Dedikoducu, n’olacak… Hiddetlenme sakın! -Bak Aktar: ”Yiğit adam harpte, dost dertte, olgun adam hiddette belli olur” muş. ● ● ● -Günaydın Hamlet. -Günaydın Haydar Baba. -Kimsecikler görünmüyor ortalıkta. Galiba en erken ben geldim. -Senden önce de gelen oldu, ama sonra, Kosvolu’nun kıraathaneye gitti. -Neden? -Kıraathaneyi açalı, ocağın altını yakalı beş dakika ya oldu ya olmadı. Tahsin Abi çıkageldi. Hani şu geçende emekli ikramiyesini alamadığından yakınan Tahsin Abi. -Tamam hatırladım. -Karga bilmem neyini yemeden gelmiş, çay istiyor. Durumu anlattım. Sinirlendi, “Kosvolu’nun çayı çoktan hazırdır” deyip gitti. Sabahın köründe gelmiş, sinirleri de tepesinde. Karısı yataktan mı attı nedir? -Eee, adam ikramiyesini hâlâ alamadıysa canı sıkkın olur tabii. Dile kolay 32 sene çalışmış. Bu yılların karşılığı olan parayı bir an önce elinde görmek istiyor. Sen ne mırıldanıp duruyorsun Hamlet? -Tahsin Abi öyle deyince benim de biraz sinirlerim bozuldu sabah sabah. Sonra kendime dedim ki “Oğlum Kontrollü Mehmet, sakin ol. Güzel şeyler düşün! Anuşkanı düşün!” Tam o sırada ilham geldi ve bir dörtlük çıktı ortaya. Onu ezberlemeye çalışıyorum. Bak Haydar Baba şöyle: -Seher yelim esmez oldu, -Bahçemdeki güller açmadan soldu, -Anuşkamsız geçen bu günde de, -İçim gene hüzün doldu. -Güzel olmuş. -Haydar Baba, senden ricam, kıraathane dolunca bu dörtlüğü okumamı benden ister misin? Kendiliğimden okursam bir araba laf işitirim. -İsterim de bu işten benim kârım ne? -Bugünkü hesabın sıfır olacak. -Rüşvet mi? Ben sana şaka yapıyorum. Bir şey istediğim yok Hamlet. Sen benim çayımı özel demlikten ver, o bana yeter. Biz lafa dalmışken kıraathane dolmuş bile. Ama neden kimsenin sesi çıkmıyor? Beyler hoş geldiniz? Niçin çay filan söylemeden sessizce oturuyorsunuz öyle? -Muhabbetinizi bölmek istemedik Haydar Baba. Hararetli hararetli bir şeyler konuşuyordunuz da, belki önemlidir diye düşündük. -Yok canım, her günkü konuşmalardan biriydi. Hamlet, bütün arkadaşlara benden birer sabah çayı ver! -Emrin olur Haydar Baba, ama önce kısa bir açıklama yapmama müsaade et: Değerli müşterilerim, bu günden itibaren kıraathanemizde kuşburnu, kekik, rezene, adaçayı, nane, papatya gibi bilumum bitki çayları da satılacaktır. Bu konuda yardımlarını gördüğüm, birçok hastalığı doğal yollarla tedavi etmeyi başaran büyük Aktar Reşit’e teşekkürü bir borç bilirim. -Amma abarttın be Hamlet! Neredeyse bizim Aktarı Lokman Hekim’den bile üstün göstereceksin. Biraz ikna gücü var, bu doğru. Zaten seni bile kandırmasından da belli. Ama öyle dediğin gibi birçok hastalığı iyileştirdiği filan palavra! -Öyle deme Farfara Halim. Sinüzütten dolayı hep başım ağrırdı. “Burnuna bir damla biberiye yağı damlat birkaç gün “ dedi. Damlattım, şimdilik ağrı mağrı yok. -Havalardandır Dereli. Isınınca geçer, rutubet artınca sinüzüt de azar. Aktar Reşit’in biberiyesinden değildir iyileşmen. Neyse, gene de sen bana bir rezene ver. Bir deneyelim şu bitki çaylarını. -Bana bir adaçayı. -Bana da kuşburnu. -Başka bitki çayı isteyen olmadığına göre, demek ki diğerleri kontrollü çay arzu ediyor. Hemen getiriyorum. -Deli Hamza, senin artık hiç forsun kalmadı. -Nedenmiş o, Çalık? -Halit Ağa’nın inekleri çalındı senin adamlarının ruhu duymadı. İki gün önce de bir ev daha soyulmuş. Öncekilerle birlikte soyulan ev sayısı etti mi sana yedi. Hem de adam uyurken başucundaki cüzdanını çalmışlar. -Amma derin uyurmuş o da. Duymamış mı hırsızın başucuna kadar geldiğini? -Öyle deme! Can maldan da tatlıdır. Duysan bile duymamazlığa geleceksin Şevki. Oraya kadar girmeye cesaret eden adam boş değildir. Mutlaka yanında bir şeyler vardır. Baksana üç gün önceki hırsız da adamın cebindeki kontak anahtarını alıp arabasını çalmış. -Yapma ya! Eee, bizim Deli Hamza’nın adamları bu hırsızlıklar yapılırken neredeymiş? Uyuyun siz uyuyun! -Sen ne dediğini biliyor musun Dereli? Benim adamlarım uyumaz, uyuyan olursa keserim hemen biletini. Hem o senin dediğin sorun dün halledildi. Bundan sonra hırsızlık mırsızlık olmaz burada. -Lâfla dersin “hırsızlık mırsızlık olmaz” ama bir de bakarsın bu gece başka bir ev soyuluvermiş. Öyleyse biz neden duymadık hırsızların yakalandığını? -Bak Dereli! Biz önceki soyulan evleri tek tek inceledik. Bunların ortak noktalarını tespit ettik. Buradan hareketle soyulma ihtimali olan evleri belirleyip, pusuya yattık. Adamlarım on iki gün, gündüzleri uyuyup geceleri bu evleri gözetlediler. Dün gece de hırsız bir eve girerken suçüstü yakalandı. Üzerinden iki tane bıçak, bir koli bandı, bir de uzunca sağlam çamaşır ipi çıktı. Az önce biri diyordu ya, bunlar tabii ki boş değil. Ev sahibi uyanırsa yanındaki malzemelerle bir şekilde bakacak icabına. -Hırsızı polise teslim ettiniz mi? -Bizim polisle işimiz olmaz. Kestik cezasını. -Olur mu Hamza? Her vatandaş polisin, mahkemenin yapacağı işi yapmaya kalkarsa ortada ne otorite kalır ne de devlet. -İyi dersin Haydar Baba da, polise teslim etsek ne olurdu? Mahkemeye çıkarılırdı. Mahkeme de ya tutuksuz olarak yargılanmak üzere serbest bırakırdı, ya da birkaç ay ceza verirdi. Ama bizimkiler hırsızı öyle benzetti ki, bir daha bu pis işi yapmasının mümkünatı yok. Artık biliyor ki bir hırsızlık olayı oldu mu, hemen onun yakasına yapışacağız. -Gene de yasal yollarla bu işi halletseydiniz daha iyi olurdu, derim ben. -Avcı Osman, bu aralar ava çıkmıyorsun galiba? Maceralarını özler olduk! -Çıkmaz mıyız Ampulcü? Üç gün önce avdaydım. -Ampulcü tebrik ederiz. Yüzde 58’le referandumu kazandınız. Demek ki kömürler, erzak paketleri, iftar yemekleri, “Evet demezseniz gerisini siz düşünün” uyarıları boşuna gitmemiş. -Amacın tebrik etmekse teşekkür ederim Durbak Ömer. Ama taş atmaksa, derim ki attığın taş kadar başına taş düşsün! -Kızdırma şunu Ömer Abi. Zaten bizim burada sökmedi onların eşantiyonları… -Hayır mı fazlaymış. -Hem de yüzde yetmişe yakın “hayır” çıkmış buradan. Çulsuz bile referandum öncesi getirilen kömürü almayı kabul etmemiş. Kömür indirmek isteyen adamlarla kavga edip indirtmemiş. -Adam haklı. Verdin biraz kömür, biraz da gıda. Kömürü yaktı, gıdayı da yedi. Sonra ne olacak? Diyelim arada sırada vereceksin. Sen iktidardan gittin, gelen vermezse ne olacak? Bu adama ver bir iş, alın teriyle kazandığı parasıyla kömürünü de gıdasını da alsın. -Avdan siyasete geçtiniz gene. Bırakın siyaseti de Avcı anlatsın macerasını. -Valla ağzından bal damlıyor Haydar Baba. Madem ısrar ettin anlatıvereyim. -Sanki demese anlatmayacaksın! Sen dünden razısın. -Lafımı kesme Şerif Ali! Nerde kalmıştık? Ha hatırladım. Üç gün önce bir arkadaşla ormanda avlanıyoruz. Siz tanımazsınız o arkadaşı. Başka bir yerden, ama iyi atıcıdır. -Senin kadar değildir. -Yapma be Şerif Ali! Limon sıkma lafıma! Ormanda av ararken bir ara birbirimizden uzaklaştık. Farkına varmadan ormanın tâ iç kısımlarına girmişim. Arkadaşa seslendim. Cevap alamadım. Biraz daha yürüyünce ileride çalıların kıpırdadığını gördüm. Derken Kayseri tarafından koskocaman bir yaban domuzu çıktı. Beni gördü, durdu. Aramızda yüz metre kadar bir mesafe var. Nişan aldım, tetiğe bastım. Tam alnının ortasından vurdum. -Avcı, nasıl bildin tam alnının ortasından vurduğunu? -Devrilmesinden anladım. Kafa üstü düştü çünkü. Hayatımda bu kadar büyük bir domuz vurmamıştım. Çok sevindim. Çünkü ayı kadar vardı. -Yok deve! -Deve kadar yoktu canım, ancak ayı kadardı. Yerde hiç kımıldamadan yatıyordu. Tüfeği omzuma asıp, koşarak yanına gittim. Bir yandan da arkadaşa “Vurdum, koooş, koooş!” diye sesleniyordum. Yanına yaklaşıp iyice bakmak istediğimde domuz birden canlandı ve bana karşı saldırıya geçti. Kaçmaya başladım, ama ayağım bir ağaç köküne takıldı, yere düştüm. Geldi, ayaklarıyla vücudumu çiğneyip, sivri dişlerini orama burama batırmaya başladı. -Avcı idi, şimdi oldu av! -Beni öldürecek sandım. Salavat getirmeye başladım. Tam o sırada bir silah sesi duydum. Arkadaşım imdadıma yetişmişti. Yaralı domuz da kaçıp gitti. Ağzım kurudu Hamlet! Hem ben, bu bitki çayından bir şey anlamadım. Sanki kâğıt kokuyor gibiydi. Bildiğinden şaşmamalı insan. Onun için sen bana ve arkadaşlara birer kontrollü ver. Benden. -Tamam Osman Abi. Hazırlayıp getiriyorum. -Av hikâyeni dinledik diye mi bu ikram Avcı? Gerçi bu hikâye de diğerlerinin benzeriydi ya. Doğrusu bana gerçek gibi gelmedi. -Ben de sevmedim bitki çayını. Onun için Avcı’nın çayını memnuniyetle kabul ediyorum. -Hamlet, bu av hikâyesinden sonra senden de bir şeyler dinleyelim. -Haydar Baba, Allah aşkına yapma bunu. Yaktın bizi Baba, yaktın! Avcı’dan sonra bir de Hamlet çekilir mi? -Haydar Baba ne derse o olur. Bu gün yazdığım bir dörtlüğü sizlere sunmak istiyorum: Seher yelim esmez oldu, -Bahçemdeki güller açmadan soldu… ● ● ● -Haydar Baba değil mi şu gelen? -Evet o, Avcı! Biri ona uygun bir dille anlatsın olanları. Baksana koşarak geliyor, kalpten gidecek adam! -Babaya bir şey olmaz. O hepimizi gömer… -Neler oldu burada? Çabuk anlatın bana! Sen söyle Deli Hamza! -Baba, biraz sakin ol, dinlen. Zaten kan ter içinde kalmışsın. Çulsuz koş babaya bir şişe su al da gel. -Sen anlat oğlum Hamza! Gelince de suyu içerim. Bu garibin mekanını kim yaktı? Baksana Kontrollü Çay Kıraathanesi’nden geriye sadece bir öbek kül kalmış… -Haydar Baba, sabaha karşı benim nöbetteki adamlardan biri davranışlarından şüphelendiği iki kişi görmüş. Adamlar sağa sola bakarak, hızlı hızlı yürüyorlarmış. Birinin elinde bir şey de varmış ama ne olduğunu tam görememiş. Sokak lambalarının bazılarının kırık olması da adamımın görüşünü engellemiş. Belki de kötü niyetli bazı kişiler bilerek kırdılar ya da kırdırdılar! Adamları takip edecekmiş ama nöbet yerini bırakmak istememiş. Birkaç dakika sonra da Hamlet’in Kıraathanesinin olduğu yerden duman ve alevlerin yükseldiğini fark etmiş. Koşarak oraya gittiğinde alevler çoktan dört bir yandan binayı sarmış. Ekipteki diğer çocuklara haber vermiş ve hep birlikte ellerine geçirdikleri kaplarla yangına su döküp söndürmeye çalışmışlar. Ama söndürememişler; çünkü su döktükçe yangın söneceğine sanki benzin dökülmüş gibi daha da şiddetlenerek devam ediyormuş. -İtfaiyeye haber vermemişler mi? -Vermez olurlar mı? İtfaiye de gelmiş, su sıkmış ancak gene de değişen bir şey olmamış. Bina ahşap olduğu için cayır cayır yanmış. -Sadece bina ahşap olsa neyse, içindeki eşyalar da öyle… Anlattıklarından burada bir kundaklama olduğu anlaşılıyor. -Büyük bir ihtimalle öyle… Şüpheli adamların eşgallerini belirledik. Yakaladığımızda mesele çözülür. -Hamlet geçmiş olsun. Kendini üzme! Cana geleceğine mala gelsin. Maazallah sen içerideyken böyle bir felaket olsaydı… -Sağ ol Haydar Baba. -Hamlet giderken ocağın altını söndürdün mü? Ya da yanık bir şey unuttun da mı yangın çıktı? Belki elektrik kontağından yanmıştır! -Haydar Baba, ben o konuda çok dikkatliyimdir. Gitmeden ocağın düğmelerini kapatmakla kalmam ayrıca tüpü de kapatırım. -Düşmanın var mıydı veya son günlerde tehdit filan aldın mı? -Baba bilirsin, benim kimseyle kavgam yoktur ki düşmanım olsun! Yalnız üç gün önce bir telefon geldi. Biri “Kontrollü, git buralardan; yoksa biz seni götürmesini biliriz.” Dedi Ben bunun bir şaka olduğunu zannettim. -Şüphelendiğin kimse var mı? -Var olmasına var da “Şudur” diyerek kimsenin günahını alamam. Ya değilse? -Neyse, olan olmuş. Bundan sonrasına bakalım. İtfaiye raporunu bekleyelim. Deli de bu arada araştırmasını sürdürsün, belki bir ipucu yakalar. Üzme kendini, canın sağ olsun. -Yanan eşyalara ve binaya üzülmüyorum da Anuşkama yazdığım şiirler de gitti ona yanıyorum. -O şiirlerin yedekleri yok muydu Hamlet? İnsan bir deftere, bir köşeye yazıverirdi. -Yoktu be Şerif Ali! Düşünemedim, böyle bir şey olacağı aklımın ucundan bile geçmedi. -Suyunu getirdim Baba. -Teşekkür ederim Çulsuz. -Kontrollü dımdızlak kaldı ortada. Ne yapacak şimdi? Bunun hali ne olacak Baba? -Farfara boş boş konuşup da beni kızdırma! Niye ortada kalsın? Biz daha ölmedik, elbette bir şeyler yapacağız. -Sağ ol Baba! Ama ben yardım filan istemem, çalışırım kazanırım ve gene ileride bir gün kıraathanemi açarım. -Sana da kızacağım şimdi Hamlet! Bugün sanki herkes beni kızdırmakta anlaşmış gibi. Ben ne dersem o olacak! Nokta. Anladın mı nokta? -Özür dilerim Haydar Baba. Tamam, sen bilirsin. -Baba aklıma bir fikir geldi. Bina yandı fakat arsa duruyor. Hem de dokuz yüz metrekare… Burası oldukça değerli bir yer. Hamlet arsayı satsa alacağı para ölünceye kadar ona yeter. -Emlakçı Davut doğru söylüyor. Satsın arsayı, keyfine baksın. -Ampulcü, senin de Emlakçı Davut’un da kafası hep böyle rant getirecek işlere çalışıyor. Bu adam işsiz güçsüz duramaz, kıraathanesi olmadan yapamaz. O nedenle sizin görüşleriniz geçersiz. -Aklından geçenleri söyle Baba! -Söyleyeyim Avcı Osman: Gördüğüm kadarıyla burası şu anda çok kalabalık. Yani hemen hemen herkes gelmiş. O nedenle bir konuşma yapacağım. Herkes beni dikkatle dinlesin. -Hey ahali, kendi aramızda konuşmayı keselim ve Haydar Babamızı dinleyelim. Şevki, arkandaki konuşanları uyarır mısın? -Tamam Aktar Reşit, uyarıyorum. İşte sustular. Buyur konuş Baba! -Konuşmam çok uzun olmayacak. Bugün büyük bir felaket yaşadık. Hepimiz üzüntülüyüz. Maalesef aramızda iyiler olduğu gibi, kötüler de var. Var ki bu alçaklığı yaptılar… Ama şunu herkes bilsin ki ben bu işin peşini bırakmayacağım ve bunu yapanları adalete teslim edinceye kadar gece gündüz çalışacağım. Bu olayın bir diğer yönü de Hamlet’e destek olup, onu kontrollüsüne kavuşturmaktır. Bana kalırsa bir yardım kampanyası şimdiden başlatalım ve küllerin olduğu yere yeni bir bina dikip Hamlet’e hediye edelim. -Bravo, çok yaşa Haydar Babam! Üzerimize ne düşerse şahsım adına söylüyorum ben razıyım. Param yok ama buradaki inşaatta gönüllü olarak çalışabilirim. -Teşekkür ederim Garip Ali. Değerli dostlar benim söylemek istediğimi Garip söyledi bile. Yani o, bu kampanyaya emeğini bağışlıyor. Ben bir aylık emekli maaşımı yani bin dokuz yüz yetmiş beş lirayı bağışlıyorum. Başka bağış yapmak isteyen var mı? Aktar elini kaldırıyor. Söyle: -Ben dükkanımdaki bir aylık geliri bağışlıyorum. Kâr değil, tam bir aylık yapacağım ciroyu… Sevgili müşterilerim o nedenle bu ay aktarınızı lütfen daha fazla ziyaret ediniz. -Teşekkürler. Söyle Çulsuz! -Tam yedi yüz lira bağışlıyorum. -Bak Çulsuz, burada şaka yapmıyoruz. Sen bu parayı nereden bulacaksın da bağışlayacaksın? Senin bağışını duyunca herkesin ağzı açık kaldı. -Tahsin Abi, şaka filan yaptığım yok. Söylediğim miktarı vereceğim. Yıllardır elime şuradan buradan geçen üç beş kuruşun bir kısmını ileride lazım olur diye bir köşeye atmıştım. Geçenlerde ne kadar param var diye saydım. Tam yedi yüz yirmi beş lira biriktirmişim. Daha önce anlattığım soygunculardan o yediğim dayaktan aklıma geldi ve paramı götürüp bankaya yatırdım. Bakarsın aynı adamlar gelip evi de soyabilirdi. -Gözlerim yaşardı be Çulsuz! Söyle Ampülcü! -İnşaatın tüm tesisat malzemeleri bana ait. -Acele etme sana da sıra gelecek Dereli. Haydi söyle bakalım! -Çatının kiremitleri de benden. -Çok sayıda elin havada olduğunu görüyorum. Böyle giderse çok zamanımızı alır bu kampanya bağışları. O nedenle oğlum Hamza, sen bir kağıt kalem al ve herkesi tek tek dolaş, bağışlarını yaz. -Emrin olur Haydar Baba. -Halit Ağa geliyor. Bu yaşında o bile bizi yalnız bırakmadı. Ağa filan ama öyle bildiğimiz ağalardan değil. Duyduğuma göre öğrencilere burs veriyormuş, bazı fakir ve hastalara da yardım ediyormuş. Bütün bu yaptıklarını kimsenin duymasını da istemiyormuş. -Hepimize geçmiş olsun. Allah cümlemizi daha beterinden korusun. Sen iyisin değil mi oğlum Hamlet? Şükür sana bir şey olmamış. -İyiyim Halit Ağa, sağ ol. -Bak Haydar Baba, senin yaşın benden küçük ama sen herkesin babasısın. Onun için ben de sana Haydar Baba diyorum. Ben bu olayın geçmişi ile ilgilenmiyorum. Kim yaktı, nasıl yandı gibi sorulardan ziyade bundan sonra ne yapılabileceği önemli. Sen zeki adamsın, mutlaka bu konuda kafanda bir plan oluşmuştur. -Söyleyeyim Halit Ağa: Yeni bir bina yaptırıp Hamlet’e hediye edeceğiz. Bu binada sadece kıraathane olmayacak. Bunun yanında sohbet ve okuma salonları da yaptıracağız. Yani isteyen oyun oynasın isteyen sohbet etsin isteyen de kitap okusun. Oyun salonunda yani kıraathane bölümünde sadece tavla ve satranç oyunlarına izin verilecek, sohbet salonuna televizyon da konacak, okuma salonuna zengin bir kütüphane yapılacak. Biliyorum proje biraz büyük ve çok para lazım. Şimdi bir kampanya başlattık, bağışlar oldukça iyi. Ayrıca Belediye Başkanına, Kaymakama ve hatta Valiye çıkacağım ve kendilerinden yardım isteyeceğim. -Çok beğendim Haydar Baba. Yalnız Belediye Başkanına, Kaymakama, Valiye filan çıkmak yok. Siz bağışlarınızı toplayın, sonunda bana gelin. Ne kadar eksik varsa geri kalanını ben tamamlayacağım. Aslında tamamını karşılamak isterim ama sizlerin katkısının olması yapılan eserle iftihar etmenizi sağlayabileceği gibi gözünüz gibi korumanıza da yol açacaktır. -Halit Ağa, sağ ol ama bu kadar büyük bir yardımı ben kabul edemem. Aslında diğer yardımları da istemiyordum, fakat Haydar Baba beni susturdu. -Sen susmana devam et Hamlet! Haydar Baba’nın sözünden dışarı çıkma. Ben bir şey yapıyorsam bunu senin için yapmıyorum. Kendim için yapıyorum. Çünkü ben ömrümün sonuna kadar arada sırada da olsa kontrollü çay içmek istiyorum. Hem ben hırsızlara bile havadan üç bin lira vermiş bir adamken böyle hayırlı bir işe seyirci kalırsam ayıp olmaz mı? Hırsızlara verdiğim parayı duyunca herkes gülmeye başladı. Evet bir daha söylüyorum: Verdim. - Halit Ağa binaya adını versek kabul eder misin? -Kabul etmem. Ancak adı değiştirmeniz gerekebilir. Çünkü diğer ekleriyle orası artık alışıldık kıraathanelerden biri olmayacaktır. Kabul ederseniz adı “Kontrollü Çay Tesisi” olsun. Şimdi bana müsaade. Yaşlı bir adama bu kadar yorgunluk yeter. Evin yolu gözümde uzadıkça uzuyor. Cümleten hoşça kalın. -Güle güle… -Haydar Baba, ileride bir gün “Kontrollü Çay Tesisi’ne gidiyorum” mu diyeceğiz. -Evet Dereli, öyle diyeceğiz. Çünkü artık “Kontrollü Çay Kıraathanesi” hikayesi bitti….
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ömer Faruk Hüsmüllü, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |