Şahin bakışlı, ahu gözlü, şirin davranışlı ve tatlı sözlü idi. -Fuzuli, Leyla ve Mecnun |
|
||||||||||
|
Frued’un dediği gibi aşk ciddi bir akıl hastalığı mıdır? Sanat diye göz gezdirdiğimiz anlamsızca baktığımız, iniş çıkışlar gördüğümüzü zannettiğimiz eserlerin temelinde ne yatıyor? Modern olarak baktığımız birçok eserin aslında geçmişten gelen hatta yüzyıllar öncesine ait olması bir rastlantı mıdır? Aslında hiç değişmeyen insan zekâsının kıvrımlarının içinde gizli olan sır nedir? Müzenin girişinden geçip, çocukların oyun parkına kavuşması anındaki sevinç içinde “DERİN” ile karşılaşıyorum. Çok derin; yaklaştıkça uzaklaştığım bu siyah beyaz derinliğin temelinde, bağımlılık, yalnızlık ve zorunluluk beni kendine çekiyor. Kıvrımları kadın bedeninin inceliğini anımsatıyor. Bazen siyah, bazen beyaz olan güzel varlıklar. Sonunu görür gibi baktığım anda daha da derine dalıyorum. Kadınla erkeğin ilişkisindeki gibi. " İnsanın ortalama 80 yıl yaşadığını düşünürsek, 80 ayrı katmandan oluşuyor eserim" diyor Seçkin Pirim. Marcel Duchamp’in pisuvarı tersine çevirip, tüm inandıklarımızı sorgulatır gibi sorgulatıyor bu 80 katman. İnsan 80 katmanını yaşamamış olsa da, yaşadığı kadarını tanımak, tekrar baştan başlamak istiyor. Eserin merkez noktasındaki siyah sonsuzluğu, etrafını çevreleyen çark ise, mecburiyete ayak uydurmayı simgeliyor. Saatin çalışması için, diğer çarklardan zoraki yardım alması gibi, kıvrımlarına tutunmuş, siyah da beyazın. İnsanlarında zoraki tutunması gibi hayata. Para kazanmak için işe gitmesi, işe gitmek için iyi bir eğitim alması... Her kıvrım zorundalıkları oluşturuyor. Her zorundalık, çarkın bir kolunu tutuyor ve çeviriyor aslında. Ve döngü devam ediyor. Sanatçının eseri, Victor Vasarely eserlerindeki sonsuzlukla birleşiyor. Ve birbirlerini selamlıyor iki farklı dönemin askeri. Amaç vatan savunmaksa, teknoloji sadece yok oluşu hızlandırıyor. Asker ise her zaman asker. Yıllar ve akımlar geçse bile, zekânın ince kıvrımlarında buluşuyor iki sanatçı ve birbirleriyle değil, bizimle eğleniyorlar. Sonsuzluğun olmadığını ve bizimde aslında çok da özgür olmadığımızı, kafamıza vura vura anlatıyorlar. Aslında kötü olarak adlandırdığımız tüm olguların, yaşamın kökünden gelen bir dengeyi oluşturduğunu gösteriyorlar bize. Ying ve yang gibi. Yüzyıllar öncesinden çözülmüş bir kavramı tekrar gözümüzün önüne getiriyorlar farklı yıllarda. Siyah ve beyazın ürkütücü uyumu, insanın içini ısıtıyor aslında. Bir araya geldiklerinde daha yumuşak iki renk oluyorlar. İddialarını kaybediyorlar birbirlerine tutununca. Birlikte basamak olup ilerlemeyi sağlıyorlar. Birbirlerinden çok korkan polis ve katil gibi aynı odaya mahkûm ediliyorlar. Ve konuşmaya başlıyorlar. Birbirlerini anlamaya çalışıyorlar. Birbirlerinden tiksinircesine nefretle doldurulmuş zihinleri, aynı acıyla yüzleşince, sadece birbirlerinden destek alabilmenin verdiği acizllikle göz göze geliyorlar. Ve yardım diliyorlar birbirlerinden. Siyahın beyaza sarılması gibi sarılıyorlar kısıtlı ömürlerinde. Birbirilerine her çarpışlarında ve düşüşlerinde biliyorlar ki kendilerinden başkası yardımcı olamıyor acılarına, öfkelerine, yalvarışlarına. Sarılıyorlar sonunda acılarına ve bir oluyorlar, nefretten arındıkları anlarda. Hayat da “DNA"larımıza kadar girip sarmalamıyor mu iyiyi ve kötüyü? İçimize öyle bir işliyor ki bu iki kavram, çok normal oluyor adam öldürmeyi düşünmek. O derin karanlık boşluğa girdiğimizde, yapmayacağımız şeyleri yapıyor, düşünmeyeceğimiz şeyleri düşünüyor buluyoruz kendimizi. Kendimizle kaldığımızda bazen hırsız, bazen tecavüzcü ve bazen de iyilik meleği oluyoruz. Kendi içimizde şizofrenler besliyoruz anlamsızca ve içimize atıp tüm bu duygu yoğunluğunu sabah alarm sesiyle kalkıp işimize gidiyoruz sorgulamadan. Çünkü yemek yemeliyiz ve su içmeliyiz. Tüm bu yaşamsal fonksiyonlar için para kazanmamız gerek. Son olarak pleksiglas çerçeveler dikkatimi çekiyor. Sınırlar var bu zorundalıklar içinde. Sanki evet, yaşamak için nefes almalıyım ama, nasıl nefes alacağıma karışamazsın diyor. Ve sınırlar daha da boyutlandırıyor eseri. Bana yaklaştıkça derine girersin kıvrımlarımda geceyi gündüzü, zorundalıkları keşfedersin ama benim izin verdiğim kadar beni anlayabilirsin diyor.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2025 | © pelin yet., 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |