Öyle yaşamalısın ki ölünce mezarcı bile üzülsün. -Mark Twain |
|
||||||||||
|
Komşu bağın sahibi zengin bir avukattı. Altı kızı vardı. Hepsi birbirinden güzel. Kızların en küçükleri kendine akrandı. Ne o akranı olanı, ne de diğerleri yüz vermezlerdi kendisine. Kahrolurdu. Hele onların sahip olduğu bir sandalla sulama kanalında kahkahalar atarak gezmeleri onu çileden çıkarıyordu. Umutla kanalın üzerine çıkar ve kendisine Hadi sen de gel bin demelerini beklerdi. Demezlerdi ve hiçbir zaman da demediler. Yaz sonuna doğru bu bezden yapılma sandal yırtılıp kullanılmaz hale geldiğinde delicesine sevinmişti. Hele ben bir büyüyeyim, sandalların en iyisinden alıp geleceğim. Tek başıma doyasıya gezeceğim kendi sandalımla. Onların hiç birini bindirmediğim gibi kullanmalarına da izin vermeyeceğim. Gece yatağa girdiğinde hep sandallar hayal ederdi. İlk okulu bitirdiğinde gücümüz yok diye orta okula gönderilmedi. Bir terzinin yanına çırak verdiler. Yolunun üzerindeki kadın terzisinin dükkanına girip çıkan kadınları gördükçe, gönlü kadın terziliğine kaydı. Kaç kez dükkandan içeri girip, Usta elemana gereksinimin varsa, ben sizin yanınızda çalışırım demeye niyetlendiyse de bir türlü cesaret edip giremedi. Babası ne derdi bu işe? Ya kızarsa? Bir gece babasına, Baba o kadar çok erkek terzisi var ki anlatamam. Oysa kos koca beldede tek bir kadın terzisi var. O kadar çok müşterisi var ki anlatamam sana. Eğer izin verirsen bana, gidip onun yanında çalışmak istiyorum. Bakıyorum bitin çabuk kanlandı. Hemen postu kadınlı bir işe sermek istiyorsun. Erkek terziliği fena meslek değil. Hiçbir zaman işsiz kalmazsın. Hem kaç sene oldu o ustanın yanında çalışıyorsun. Adam demez mi? Tam işi öğreniyordu çekip gitti. Nasıl bakarız onun yüzüne? Baba ustam bana kaç kez söyledi. Bizim bu meslekte iş kalmadı. En iyisi mahalle arasında bir bakkal dükkanı açmalı diye. Akmasa damlar diyor. Peki oğlum, hele ben yarın ustanla bir konuşayım. Helallaşmaya razı olursa çaresine bakarız. *** Ustası babasına, Oğlun çok haklı demişti. Bizim bu meslekte iş kalmadı. Genç olsaydım ne yapar yapar bende kadın terziliğine başlardım. Bu yaştan sonra o işi kavramak olası mı? Benim kadın terzisi Naci ustayla merhabam var. Belki kırmaz beni. Ben Ahmet’i elimle getireceğim ona. İnşallah adama gereksinimi vardır. Ne de olsa usta çırağının yarı babasıdır. Hadi sen işine bak. Bağ bakımının en yoğun olduğu zaman. Zamanını boşa heder etme. Ben Ahmet için gerekeni yaparım. Ahmet hadi bakalım, elini çabuk tut. Şu ceketin yakasını ütüyle güzelce bastır. Bitince Naci ustanın yanına gideceğiz. Sevinçten uçacak gibiydi. Hızla bitirdi işini. Yola çıktıklarında içini bir kuşku kemiriyordu. Ya elemana gereksinimim yok derde bizi boş geri çevirirse? Naci ustanın dükkanı önüne geldiklerinde kalbi sanki yerinden fırlayacaktı. Ustası, Kadın işi yapılan yere paldır küldür girilmez dedi. Hele bir seslenelim bakalım. Kapıyı tıklatarak, Naci usta bakar mısın? Naci usta gözlüğünü alnına doğru kaldırarak kapı önüne baktı. Gelenin beldenin en eski terzilerinden biri olan Yörük Halil usta olduğunu görünce elindeki işi sehpaya bırakarak kalktı ve kapıyı açtı ve saygıyla, Buyur Halil ustacım, bir emrin mi var? Hem ne duruyorsunuz öyle kapı önünde, elmiyiz? Hadi içeri buyurun. Halil usta içeri girerken sırtını sıvazlayarak, Benim için ne büyük şeref. Ustamızı hangi rüzgar attı buraya? Benim kalfam Ahmet çok iyi ve oldukça çalışkan bir çocuk. Bildiğiniz gibi artık yaşlandım. Eski işler de kalmadı artık. Ahmet senin bu işe merak sarmış. Eğer uygun görürsen Ahmet’i sana getirdim. İsabet etmişsin ustacım. Gerçekten benim Ahmet gibi bir kalfaya gereksinimim var. Gerçi bizim bu iş sizinkinden oldukça değişik. Eli iğne tutuyor ya, gerisi kolay. Çabuk öğrenir. İşe eli çabuk yatar. Bende bildiklerimi esirgemem kendisinden. Askere gidene dek usta ederiz onu. Askerlik dönüşü dilerse beraber çalışırız. Dilerse kendi işini kurar. Size ikramda bulunmak isterdim ama, yakında ne bir kahvehane ne de çay ocağı var. Gönüller bir olsun be Naci usta. İçmiş kadar oldum. Benim de dükkanımda biraz işim var. İş erbabı, iş erbabının halinden anlar. İş erbabını fazla meşgul etmeye gelmez. Bana izin ver gideyim. İzin sizin ustam. Tokalaştılar. Ahmet eski ustasını elini öperek uğurladı. Halil ustaya evlat gibi bellediği Ahmet’ten ayrılmak ağır gelmişti. Göz yaşları fark edilmesin diye, arkasına bakmadan hızla uzaklaştı. Naci usta, Yanlış anlamadımsa adın Ahmet değil mi? Evet Ahmet ustam. Bak oğlum, bizim işimiz kadınlarla. Bu iş çok ciddi olmayı gerektirir. En ufak bir hata bu işi bitirir. Buraya gelen hanımların tümü annen ve kardeşlerin gibidirler. Onlara kesinlikle kötü gözle bakılmaz. İş adabı namus kadar mukaddestir. Ben sana şimdi ne yapacağını göstereceğim. Anlayamadığın, takıldığın olursa çekinmeden sor bana. Ahmet sevinçle işe koyuldu. Ahmet yeni mesleğine kısa zamanda uyum sağladı. Yıllar akıp gidiyordu. On sekiz yaşına girdiğinde, ustası ona prova yapmayı da öğretti. Önce provaları Ahmet yapıyor, ustası kontrol ediyordu. Uygun bulmadıklarını gösteriyor ve bir daha yanlış işler yapmaması için uyarıyordu. Bizim bu işimizde acelenin yeri yoktur. Bizim işimizde dikkat, göz zevki ve hatasız iş yapmak hep ön planda olmalıdır. Kadın müşteriler erkeklere benzemezler. Onlar hiçbir hatayı af etmezler ve çabuk küserler. Her küsen kadın çevresiyle birlikte kayıp demektir. Tek olduğumuza güvenme. Birileri gelir yakınında bir yerde bir dükkan açar, müşterilerinin o tarafa yöneldiğini gördüğünde kahrolursun. Onun dükkanı dolup taşarken sen sıkıntıdan dükkanında bile duramaz, çıkar dükkanın önünde oturup bazıları ile göz göze gelip gözlerinle özür dilersin. Bir kaçı eski günlerin hatırına sana döne bilir ama, seni kurtarmaya yetmez. Hatanın küçüğü büyüğü olmaz. Batarsın. Tek çaren kalmıştır. Bir başka yere, tanınmadığın bir yere göç etmektir. Göç etmek kolay iş değildir evlat. Akar suyun dibine kurmuşuz tezgahımızı. Su bol geliyor diye sakın aldanma. Suyu senin oluğa taşıyan yatağı boşlama. Bir yerlerden yatağını yarıp başka yöne yatak yapmasın. İşte müşteri o su yatağındaki su gibidir. Kırmayacaksın onu. Yenilikleri günü gününe takip edeceksin. Yenisi çıktı diye eskiyi boşlamayacaksın. Kimileri yeniliklere geç uyum sağlar. İllede yenilik diye dayatırsan, yenilikleri geç kabullenenleri yitirirsin. Su yatağını kendi elinle yararsın. Can kulağıyla dinlerdi ustasını. Tüm söylediklerini beynine kazırcasına bellerdi. Oldukça yakışıklı bir delikanlı olmuştu. Oldukçada nazik yetiştirmişti ustası. Genç kızlar onu elde etme umuduyla sık sık elbise diktirir olmuşlardı. Oysa onun gözü kumaşlardan ve kullandığı aletlerden başka bir şey görmüyordu. Zaten askerliğini yapmadan evlenmeyi düşünmüyordu. Ayşe sözünü esirgemeyen, ailesinin tek kızı olduğu için de dilediğini yapan bir kızdı. Bu yüzden adı hoppaya çıkmış, bazıları ona deli lakabını uygun görmüştü. Kız arkadaşları bu deli dolu yaşayan kızı çok severlerdi. Bu yüzden onun evinde sık sık buluşurlardı. Evlilik konusu onlar için her zaman günceldi. Kim kiminle konuşuyor, kim sevgilisi tarafından terkedilmiş veya kim sevgilisini terk etmiş? Genelde hep bunlar konuşulurdu. Terk edilenler ağlamaklı olur, diğerleri tarafından teselli edilirlerdi. Terk edenlerin ise havası bir başka olurdu. Gururla anlatırlardı sevgililerinin nasıl yıkıldıklarını. Nermin, Arkadaşlar dün ne yaptım biliyor musunuz? Diğerleri, Ne yaptın ki dercesine gözlerini Nermin’e çevirdiler. Nermin fıkır fıkır anlatmaya başladı. Dün terziye gittim. Provam vardı. Ne provası kız, daha ne oldu yeni elbise diktirdiğin? Fazla mal göz çıkarmaz. Aslında amaç bağa girip üzüm yemek değil. Üzüm bahanesine bağcıyı dövmek dedikleri gibi benimkisi de. Amacım elbise bahanesiyle terzi Naci’nin kalfasına asılmak. Oda çok mu toy, yoksa iyiden iyiye kelek mi bilmiyorum? Bir iki kez omuzumu dayamayı denedim. Çaylak benimle omuzu temas etmesin diye yanlamaktan neredeyse yere düşecek. Seninle konuşmak istiyorum, nerede buluşalım diye fısıldadım. Mos mor kesildi. Eli ayağı biri birine dolandı. Kalp sektesinden ölecek diye korktum. Naci usta durumu çaktı. Provaya kendisi geçti. Gülmemek için zor tuttum kendimi Deli Ayşe, Senin yaptığında iş mi yani. Sen gemini yanlış limana sokmuşsun kızım. O iş yerindeki kumaş ve takımlardan başka hiçbir şeyi görmeyen salağın biri. Senin o yaptıkların benim yaptıklarımın yanında hiç kalır. Ben ona mektuplar mı yazmadım? Karşılaştığımızda, etraftaki insanlara aldırmadan ayağım burkuldu numarasıyla düşer gibi yapıp ona sarılmadım mı? Ne yaptıysam kar etmedi. Belki de erkekliği yoktur diye düşündüm sonunda. Koyuverdim yakasını. Yakışıklı olmasına yakışıklı ama, ne yapayım öyle yakışıklıyı. Ola bildiğince toy, çekingen ve de korkağın biri. Ne yapayım ben öyle erkeği. Bence erkek dediğin sarıldı mı kemiklerimi kütürdetmeli. Bin nazla değil, ben istemem dedikçe çıkmalı üstüme. Hamur gibi yoğurup, hamurdan beter etmeli beni. Kızlar gülüştüler. Nurten, Sen de erkeğe ne kadar açmışsın be abla dedi. Bence erkek nazik olmalı. Kadınını incitmeden sevmeli. Hadi kızım hadi, sen ne anlarsın? Evlilik hayatında deli dolu yaşamın ne denli kısa olduğunu bilir misin? Daha evliliğinin ilk yılında bebeklenirsin. Bebek büyümeden yenileri eklenir. Büyürler, her şeyi anlar duruma geldiklerinde kocanla çılgınca sevişmek, güzel anılar olarak çok gerilerde kalmıştır. Kocanla o eski günlerinizdeki gibi çılgınca sevişmek için ne yer kalmıştır ne de mekan. Çocuklara çaktırmadan nasıl becerirsen becer o işi. Cinsellik zevk olmaktan çıkar, dert olur. Güçlü bir erkeğin güçlü kollarının arasında hamur gibi yoğrul ki anısı bir ömre bedel olsun. Kızlar başlarını önlerine eğdiler. Bir ağızdan, Haklısın abla dediler. Erkek dediğin senin anlattığın gibi olmalı. *** Ahmet askere gideceği gün bile diğer arkadaşları gibi sokaklara çıkıp davul ve zurna eşliğinde gezmedi. Mesleği kadınlarla ilgili olduğu için erkek arkadaşları da olmadı. Çıkıp onların arasına katılsa, belki de , Bu ne arıyor bizim aramızda derlerdi. En iyisi sessizce hazırlanmaktı. Önce ustasıyla vedalaştı. Akrabalarıyla vedalaşmaya gerek yoktu. Onlar kendisini tren istasyonundan uğurlayacaklardı. Askerlikte geçirdiği iki yıl hiç sıkıntı çekmedi. Bölük komutanı onun kadın terzisi olduğunu öğrenince alayın terzihanesine verdi. Askerlik günlerini sivil hayatındaki gibi tamamladı. İstanbul’a hayran kalmıştı. Terhis olduğunda İstanbul’da kalmaya karar verdi. Terhisine yakın kendisine iş araya bileceği yerler kestirdi gözüne. Taksim civarını kadın terziliği için en ideal yer olarak seçti. Terhisinde önceden belirlediği dükkanlardan birine girip iş istedi. Yüzüne bile bakan olmadı. Patron olduğu belli olan asık suratlı biri, İş yok diye tersledi kendisini. Üç yere daha uğradı. Yanıtlar hep aynıydı. İş yok. Umudunu kaybetmedi. Başka dükkan sahiplerine de baş vurdu. Sonunda biri kendisiyle ilgilendi. Meslekte iyi misin diye sordu? İyi olduğum söyleniyor. Daha önce nerede çalıştın? İzmir’de. İçinde mi? Yok kasabada. Nasıl olur bilmem ki. Kasaba işçiliğiyle buranın işi biri birine benzemez ki. Biliyorum benzemediğini. Kısa zamanda uyum sağlayacağıma güveniyorum. Peki öyleyse. İşe ne zaman başlamak istersin? Hemen. Ne kadar haftalık istersin? Sizin takdirinize bırakıyorum. Oğlum burası İstanbul, burada ekmek aslanın ağzındadır. İstanbul’un taşı toprağı altındır derler. Hani nerede? Sen şimdiye kadar gezdiğin yerlerde hiç altın gördün mü? Görmedim usta. Sen hemen çalışmaya başla. Ben işçi hakkı yemek istemem. Yeteneğin neyi gerektiriyorsa o kadar veririm. Mesleğine güvendiği için hemen iş başı yaptı. Hafta sonu haftalıklar dağıtıldı. Eline tutuşturulan para sadece yüz liraydı. Şimdilik otelde kalıyordu. Ev kiralarının en ucuzunun bile aylığı yüz liradan aşağı değildi. Bu parayla ev mi kiralayacaktı? Yoksa karnını mı doyuracaktı?. Yüz lira haftalık dört yüz lira aylık demekti. Ne yapa bilirdi bu denli az bir parayla? Gizliden gizliye yeni bir iş aramaya başladı. Mesai sonrası gezerken gözüne bir ilan ilişti. ( Dolgun ücretle kadın terzisi usta aranıyor. Müracaat üst kata) Hemen okun işaret ettiği yere doğru yürüdü. Merdivenlerden çıktı. Terzi yazılı kapının zil düğmesine dokundu. Kapı hemen açıldı. Kapıyı açan genç bir bayandı. Buyurun efendim hoş geldiniz. Ne istiyorsunuz? Aşağıdaki ilan için geldim efendim. İçeri buyurun lütfen. Kapıdan hemen salona giriliyordu. Salon dikimhane olarak düzenlenmişti. Salon bir hayli büyüktü. Salonu geçip bir hole girdiler. Karşılıklı odalardan birinin yazıhane, diğerinin prova odası olarak kullanıldığı belliydi. Yazıhaneye girdiler. Hanım masanın önündeki koltuğu işaret ederek, Buyurun oturun diyerek karşı koltuğa da kendisi oturdu. Daha önce nerede çalışıyordunuz efendim? Taksim’de bir yerde çalışıyorum. Aldığım ücret çok düşük olduğu için, kendime yeni bir iş aramak zorunda kaldım. Ne kadar alıyorsunuz? Söylemeyeyim. Sır kalsın. Peki burada çalışmak için ne kadar istersiniz? Ben askerlikten yeni terhis oldum. Piyasayı bilmiyorum. Lütfen ne kadar vereceğinizi siz söyleyin. Yanımda çalışanların hepsine haftada iki yüz elli lira veriyorum. Sizde aynı şekilde başlarsınız. Aslında bana bir usta başı gerekli. Eğer işini beğenirsem, usta başı yaparım sizi. Haftalığınızı o zaman arttırırım. Tamam anlaştık dedi. Siz nasıl isterseniz öyle olsun. Ne zaman iş başı yaparsınız? Hafta sonuna iki gün kaldı. Patronuma ayrılacağımı söylerim. İşe hafta sonuna kadar devam et derse devam ederim. Yok hemen git derse, yarın gelir iş başı yaparım. Senin sigorta işlemler için resim gerekecek. Gelirken getirmeyi ihmal etme. Tamam efendim diyerek ayağa kalktı. İş yeri sahibi hanım da kalktı. Elini uzattı. Tokalaştılar. Tuttuğu elden sım sıcak bir şeyler aktı içine. Şimdiye kadar böyle bir duyguyu hiç yaşamamıştı. Neredeyse düşüp bayılacaktı. Hızla merdivenlerden inip dışarıya çıktı. Oh be dedi. El değil de sanki yıldırımları tuttum. Neydi o elin sıcaklığı öyle? O gece sabahı zor etti. Patronu ayrılmak istediğini öğrenince tepkisi ne olacaktı. Haftalığını arttırayım mı diyecekti. Yoksa kızıp hakaret mi edecekti. Sabah uykusuz geçen gece yüzünden geç kalktı. Sabaha karşı uyuyup kaldığını fark etmemişti bile. Geç kaldığını fark ettiğinde hemen giyinip sokağa çıktı. İş yerine vardığında, neredeyse öğlen oluyordu. Patron öfkeyle karşıladı kendisini. O beyefendi, feneri nerde söndürdün. Gece bekçileri görmedi mi seni. Kusura bakma patron. Gece rahatsızlandım da. Ne o içkiyi fazla mı kaçırdın? Yok be patron, ben içki kullanmam. O halde niye geç kaldın? Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Geç içeriye hesabını keseyim. Bana senin gibi kaytarıcı adam gerekli değil. Biraz para görünce hemen azıyorsunuz be. Patron, lütfen uzatma. Böyle hakaret etmeye hakkın yok. Zaten ben de size işten ayrılacağımı söylemeye geldim. Ya...öyle mi? Al hesabını defol. Gözüm görmesin seni. Çekmeceden çıkardığı paradan yetmiş lirasını ayırıp uzattı. Hadi yürü de boyunu göreyim deyince Ahmet’in tepesi attı. Sen ne diyorsun be. Sen bana verdiğin paranın iki katına bile adam bulamazsın. Acemiliğimden yararlanıp emeğimi sömürdün. Önce bana, neden sigorta yaptırmadın. Onun hesabını ver. Utanmadan birde ileri geri konuşuyorsun. Patron ne diyeceğini şaşırmıştı. Derler ya yumuşak atın tekmesi sert olur diye. Yumuşak atın tekmesinden beter etmişti bu genç adam kendisini. Özür dilerim, bir an boşta bulundum. Gel de bir tokalaşalım. Dargın ayrılmayalım. Ahmet uzanan eli görmemezlikten gelerek sert adımlarla iş yerini terk etti. *** Yeni iş yerinde zevkle çalışmaya başladı. Sabah herkesten önce iş başı yapıyor, herkesten geç ayrılıyordu. Patronuyla göz göze geldiklerinde içinde bir şeyler burkuluyor ve oldukça heyecanlanıyordu. Patronu evli değildi. Evli olsa parmağında yüzük olur diye düşünüyordu. Kaç yaşındaydı? Yaşı biraz kendinden büyük gösteriyordu. Ne önemi vardı yaşın? Düşüncelerinden kurtulmak için işini hızlandırdı. İğnenin kumaş üzerindeki hareketini fark etmek olası değildi. İş yerinde bir ayını doldurmuştu. Patron hanım yazıhaneye çağırdığında, Hayırdır inşallah diyerek kalktı ve yazıhaneye gitti. Buyurun efendim bir emriniz mi var. Var tabi Ahmet bey. Bu güne kadarki çalışmandan çok memnun oldum. Bundan böyle usta başısın. Bir süre provaları beraber yapacağız. İki anahtar uzattı. Al bunları. Biri yazıhanenin, diğeri de prova odasının. Benim olmadığım zamanlarda tam yetkili sensin. Aklıma gelmişken bir şey sormak istiyorum. Nüfusundaki yaş, gerçek yaşın mı? Evet efendim gerçek yaşım. Hayret bir şey, yaşından çok daha olgun gösteriyorsun. Çok iyi yetiştirmişler seni. Elini uzattı. Yeni görevinde başarılar dilerim sana. Böyle giderse ortak ta oluruz. Uzanan eli heyecanla tutup hafifçe sıktı. Yüzü kıp kırmızı kesildi. Kekeleyerek, Teşekkür ederim dedi. Kızın elinden sım sıcak bir sevginin sel gibi tüm bedenini sardığını hissetti. Gidip yerine oturup işe başladığında aklı patronundaydı. Aşık mı olmuştu ona. Neydi tüm bedenini saran ateş gibi şey böyle. Göz göze geldiklerinde bir sevgi seli oluşuyordu ikisinin de gözlerinde. Oda mı bana aşık. Yoksa bir abla sevgisi miydi onunki ? *** Şermin yıllar önce açtığı bu iş yeri yüzünden evlenmeyi aklına bile getirmemişti. Evlilik özlem duyduğu bir şey de değildi. Belki evlenmek için geç kalmıştı. Otuz iki yaşını geride bırakmıştı. Bu Ahmet’te ne vardı ki, kendisini bu denli etkilemişti. Onu ilk gördüğünden beri evlenip bir yuva kurma özlemiyle yanıp tutuşmaya başlamıştı. Oysa onun yaşı kendi yaşı yanında çocuk sayılırdı. Ahmet bir bıçak gibi saplanmıştı beynine. Onu bir türlü söküp atamıyordu. Sanki yıldırım aşkıyla tutulmuştu ona. İşler iyi gidiyordu. Usta başı yaptığı bu kibar çocuk yüzünden müşterilerinde umulmadık bir artış olmuştu. O gün bir hazır giyim mağazasından yüklü bir sipariş almışlardı. Hazır iş almıyorlardı ama, yapılan teklif çok cazipti. Bu yüzden işi kabullendiler. Akşam, Ahmet, bu akşam beraber yemek yemeye gidelim. Bu başarı senin esrin. Başarını beraberce kutlayalım. Başını kaldırıp baktı. Yanılmamıştı ses patronunun sesiydi. Heyecanla, Baş üstüne patron dedi. Bana niye patron diyorsun. Yoksa benim adımı öğrenemedin mi daha? Hayır biliyorum. Lütfen bana bundan böyle adımla hitap et. Ne bu resmiyet böyle? Baş üstüne Şermin hanım. İşçiler gittikten sonra iş yerini kapatıp caddeye indiler. Bir taksi çevirip bindiler. Nereye efendim? Boğaza doğru gidelim. Orada yemek yiyeceğiz. Siz taksiciler nerde iyi yemek yenileceğini bizden iyi bilirsiniz. Uygun olan bir yere götür bizi. Emredersiniz efendim. Yol boyu Ahmet koltuğun en ucuna oturdu. Bedeninin Şermin ile temasından korkuyordu sanki. Şermin Ahmet’in sıkılganlığının farkındaydı. Üstüne gitmedi. Araba bol ışıklı bir gazinonun önünde durdu. Buyurun efendim, geldik. Burası sizin gibi yeni evliler için en ideal yer. Teşekkür ederek indikten sonra hesabı ödediler. Gazinonun dışı ışıl ışıl olmasına rağmen içerisi oldukça loştu. Garson deneyimliydi. Hemen onları arka taraftaki masalardan birine buyur etti. Oturmalarını bekledi. Ne emredersiniz efendim? Balık ve salata. İçki almak ister misiniz? Şermin Ahmet’in gözlerinin içine dikti gözlerini. Ne diyecek diye bekledi. Ahmet’in bir şey diyecek hali yoktu. O bir taşra çocuğuydu. Gazinonun egzotik havası şimdiden sarhoş etmişti onu. Şermin, Bir ufak votka ve iki bira dedi garsona. Garson, Emredersiniz diyerek uzaklaştı. Hiç konuşmadan bekliyorlardı. Konuşurlarsa, sanki kendilerini mest eden bu egzotik hava yok olup gidecekti. Garson elindeki tepsiyi yandaki boş masaya bırakarak önce balığı masanın üzerine koydu. Sonrada votka, bira ve su şişelerini uygun gördüğü yerlere koydu. Getirdiklerinin orta yerine de alev alev yanan bir mum yerleştirdi. Başka bir emriniz var mı efendim. Şermin teşekkür ederek başka bir istekleri olmadığını söyledi. Hadi Ahmet ne duruyorsun? Böyle yerlerde servisi erkekler yapar. Ben böyle yere hiç gelmedim. İçki nedir, nasıl bir şeydir hiç bilmedim. Lütfen bana nasıl yapmam gerektiğini söyleyin. Önce büyük bardaklara bira koy. Ağzına kadar doldurma. Votka için pay bırak. Sonrada küçük bardaklardan birine votka doldur. Yarısını bir bira bardağına, yarısını da diğer bira bardağına boşalt. Önce biraz atıştıralım. Sonra da içmeye başlarız. Bir süre yedikten sonra Şermin bira bardağının birini eline alarak kaldırdı ve Haydi bakalım beraberliğimize içelim dedi. Ahmet güçlükle bira bardağını eline aldı. Bardakları biri birine tıklatarak Şerefimize dediler birlikte. Ahmet içkisini yudumlarken, yüzünü buruşturuyor ve aklından Bu zehir gibi şeyi nasıl içiyorlar diye geçiriyordu içinden. Şermin’e uymak zorundaydı. Onun gibi bardağı yarısına kadar içti. Sanki içtiği elektrik akımı gibiydi. Tüm bedenine hızla yayılmıştı. Avuçlarının içi tabanları cayır cayır yanıyordu. Ağzındaki acılığı gidermek için balıktan ayırdığı kocaman bir parçayı ağzına attı. Az sonra Şermin bira bardağını yine kaldırdı. Hadi bakalım yine şerefimize. Bardakları biri birine çarparak ağızlarına diktiler. Boşalan bardakları fark eden garson hemen yanlarına seğirtti. Emriniz var mı efendim? Lütfen iki bira daha getirir misiniz? Emredersiniz efendim. Şermin Ahmet’in birden açılıp bira istemesine şaşırmıştı. Belli ki içtiklerinin etkisi başlamıştı. Ahmet bira bardaklarını bira ve votka ile doldurduktan sonra Gözlerini Şermin’in üzerinde kilitledi. Derin bir iç geçirdi. Şermin sanki Ahmet’in düşüncelerini gözlerinden okuyordu. Ayağa kalkıp sandalyesini Ahmet’in sandalyesinin yanına koydu ve oturdu. Omuzunu omuzuna dayayıp, Nasıl buldun bu geceyi? Hayatından memnun musun dedi. Ahmet titrek bir sesle, Çok, çok memnunum. Ya sen? Ben çok mutluyum bu gece. Bacaklarını Ahmet’in bacağına doladı. Alnını alnına dayadı. Bu güne kadar evlenmeyi düşündün mü? Hayır. Ya sen? Seni görünceye kadar hayır. Seni ilk gördüğümde aşık olduğumu söylesem bana inanır mısın? Peki ben de sana aynı şeyi söylesem bana inanır mısın ? Şermin cevabını beklemeden dudaklarını Ahmet’in dudaklarına yapıştırdı. Solukları tükeninceye kadar sürdürdüler öpüşmeyi. Şermin bira bardağına uzandı. Kaldırarak, Hadi sevgilim aşkımızın şerefine içelim. Program güzeldi. Şarkıcılar, dansözler, yemekler ve içkiler, hepsi biri birinden güzeldi. İçkinin bile tadı değişmişti. Hayatında ilk kez içki içen Ahmet’in ilk bardaktaki mimiklerindeki tiksinti ifadesi yok olup gitmişti. İçkisini oldukça rahat yudumluyordu. Belki de Şermin’in dudaklarına kondurduğu o ilk öpücük tad alma duyumlarının tümünü uyuşturup yok etmişti. İlk kez bir kadınla bu denli yakın olmuştu.İlk kez dudaklarına bir kadın dudağı değmişti. Gerçek yaşamın içinde miydi? Yoksa hiç tanımadığı bir başka dünyada mıydı? Bilmiyordu ve bilmek te istemiyordu. Tek bir şey düşünüyordu. İçinde bulunduğu bu yaşam şeklinin hiç bitmemesi ve ölünceye kadar sürüp gitmesi. Sabaha karşı, garsonun getirdiği hesap pusulasıyla gitme zamanının geldiğini anladılar. Getirilen hesap seksen beş liraydı. Şermin çantasından çıkardığı beş yüz lirayı Ahmet’in eline sıkıştırdı. Ahmet eline sıkıştırılan paraya baktı. Bu da ne der gibi bir hali vardı. Şermin, Hadi Ahmet, ne duruyorsun? Hesabı ödesene. Ahmet hesabı nereye ödeyeceğim der gibi Şermin’e baktı. Şermin gözleriyle parayı garsonun getirdiği tabağa koymasını işaret etti. Garson tabağı alarak gitti. Az sonra aynı tabakla geri döndü. Ahmet tabaktaki dört yüzlüğü alarak cebine koydu. On beş lirayı garsona bahşiş olarak bıraktı. Garson saygıyla eğilerek selamladı. Başka bir emriniz var mı efendim. Ahmet etrafına bakındı: Çıkacakları kapıyı kestiremedi. Bize nereden çıkacağımızı gösterir misiniz dedi. Garson, Baş üstüne efendim, şöyle buyurun diyerek taksi durağına kadar gitmelerine yardımcı oldu. Sıradaki taksiye işaret etti. Taksi hemen hareket edip yanlarına geldi. Güçlükle bindiler. Sürücü, Nereye efendim? Taksim’e. Bir başka dünyadaydılar sanki. Yol boyunca hiç konuşmadılar. Araba geniş bir meydanda durdu. Sürücü, Taksim’e geldik efendim. Dilerseniz kaldığınız yere kadar götüreyim sizi. Şermin, Zahmet etmeyin. Evimiz meydana çok yakın.Sürücünün yardımıyla arabadan indiler. Ahmet ne yapacağını bilmemenin kararsızlığı içinde olduğu yerde dikildi kaldı. Düşmemek için Şermin’e sarıldı. Ağır adımlarla Şermin’in evine doğru yürüdüler. Neyse ki ev birinci kattaydı. Zorlanmadan eve ulaşa bildiler. Şermin, Hadi sevgilim. Önce soyun, sonrada banyoya gidip elini, yüzünü, ayaklarını yıka da açılasın. Ahmet banyoya yöneldiğinde Şermin yatak odasına gitti. Çeyiz sandığını açıp evlendiği gece giymek için kendi eliyle diktiği geceliğini özenle çıkardı. Bir süre eliyle okşadı. Kararsızdı. Böyle mi olmalıydı evliliğe ilk adımını atışı. Aradaki yaş farkı sorun olacak mıydı? Ama böyle, ama başka türlü, sonuç bekarete veda etmekle eşti. Alkolle uyuşmuş bedenine rağmen hızla soyunup geceliğini giydi. Geceliğin dışında üzerinde hiçbir şey bırakmadı. Gece lambasını yakıp ışığı söndürdü. Gece lambasının loş ışığı altında aynadaki görüntüsüne baktı. Oldukça sevimli ve seksi buldu kendini. Makyaj masasındaki ithal parfümden bolca süründü. Salona çıktı. Ahmet halen banyodaydı. Ahmet! Efendim canım? Hadi ne duruyorsun orada, gelsene. Geliyorum canım. Banyodan çıktı. Gözlerine inanamadı. Karşısındaki Şermin miydi? Yoksa rüya mı görüyordu? Düşmemek için duvara dayandı. Şermin yanına gidip koluna girdi. Hadi canım ne duruyorsun? Yatağımız bizi bekliyor. Yatak odasına girdiler. Hadi soyun. Ahmet’te soyunacak hal mi kalmıştı. Şermin’in yardımıyla soyundu. Şermin’in yatak üzerine koyduğu Pijamaya uzandı. Şermin ondan evvel davranıp pijamayı alıp odanın bir köşesine fırlattı. Ahmet’i yatağın içine itti. Geceliğini çıkarıp, çırıl çıplak Ahmet’in yanına uzandı. Ahmet tam bir teslimiyet içindeydi. Akşamüzeri yataktan çıktılar. Şermin artık kadındı. *** Şermin hamileydi. Evliliklerinin hemen ilk günlerinde hamile kalmayı yeğlemişti. Doğacak çocuk evliliğinin sigortası olacaktı. Yaş farkını eşi sorun etmiyordu ama, o yine de yaş farkının sorun olacağını bir türlü aklından silemiyordu. Hamilelik geçimsiz bir kadın olmasına neden olmuştu. Ahmet eşinin bu hırçın davranışlarının doğumdan sonra düzeleceğine inanıyordu. Doğan kızlarına olan sevgisi yüzünden eşinin devam eden hırçınlığına çaresiz katlanıyordu. Ah diyordu kızım büyüsün. O zaman yapacağımı ben bilirim. Yıllar akıp gidiyordu. Uçup giden gençlik ve yüzlerde derinleşen çizgiler. Tek kızlarını evlendirdikten sonra döner diye umduğu eski mutlu günleri dönmek bilmiyordu. Adı evinin içinde pis, görgüsüz taşralıya dönmüştü. Eşinin huysuzluğu yetmezmiş gibi, huysuzluğuna asalet budalalığı eklenmişti. O doğma büyüme İstanbulluydu. Bu nedenle asildi. Eşi ise taşralı bir görgüsüzdü Sen taşralısın. Memleketine gidip aileni gördüm. Sefil bir yaşamları vardı. Hayvanlarla aynı evi paylaşıyorlardı. Ahmet’in sabrı taştı. Gidip karısını yakasından tutup sarsmaya başladı. Sen ne diyorsun be. Benim ailem hangi hayvanlarla aynı evi paylaşıyordu. Ağzını topla. Toplamazsam ne olur? Ağzını burnunu kırarım. Yüzünün çerçevesini dağıtırım. İnsan içine giremeyecek hale koyarım seni. Yalan mı? Ailen hayvanlarla aynı evde yaşamıyor muydu? Biz kır insanıydık. Atımız bizim her şeyimizdi. Onu evimize bitişik damda bakmayacaktık ta nerede bakacaktık? Evimizin bitişiğinde hayvan damı olması, hayvanlarla aynı evi paylaşmak mı olur. Evet. Onun için sen de o hayvanlar gibisin. Hayvan olmasan yakamı böyle tutup beni tehdit etmezdin. Yumruğunu sıktı. Kaldırıp eşinin yüz hizasına getirdi. Vurmakla vurmamak arasında kararsız kaldı. Sen vurmaya bile deymezsin diyerek kolunu indirdi. Evden çıkıp gitmek istedi. Tüm vücudunu ter kapladı. Nefes alamaz oldu. Sanki görünmeyen bir el boğazını sıkıyordu. Komşuların yardımıyla hasta haneye kaldırıldı.Yoğun bakıma alındı. Duran kalbi şoklarla yeniden çalıştı. Tıkalı kalp damarları balonlarla açıldı. Hayata dönmesi için uzun bir tedavi gördü. Taburcu edildiği gün evine dönmek istemedi. Kızı dönmesi için çok ısrar etti. Kızını kıramadı. Eve dönmeyi kabul etti. *** Eşinin asalet budalalığı kızının yuvasını da etkiledi. Kara bir çalı gibi kızıyla damadının arasına girdi. Sonunda beklenen oldu. Kızının yuvası yıkıldı. Tek bir celsede boşandılar. İki kişilik huzursuz yaşamlarına şimdi kızları da eklenmişti. Yine fırtınalı bir gündü. Şermin eşine hakaretler yağdırıyordu. Ne yapmaya geldin İstanbul’a? İstanbul’u kirletmek için mi? Pis taşralı, o layık olduğun hayvan damını niye terk ettin? Benim başıma bela olmak için mi? Kalkıp eşinin yanına gidip oturdu. Eşi kalkıp gitmek istediğinde kolundan tutup zorla yanına oturttu. Bana şöyle iyice bak dedi. Bu güne kadar hep ben sustum sen konuştun. Şimdi ben konuşacağım sen dinleyeceksin. Hayır dinlemeyeceğim seni. Otur oturduğun yere. Beni dinlemeden hiçbir yere gidemezsin. Önce sana şunu söyleyeyim. Bizim evliliğimiz bitti artık. Beni hiçbir güç sana katlanmaya zorlayamaz. Kızımız bile. İyi düşün. Ben sana ne zaman evlenmemizi önerdim. Hiçbir zaman değil mi? Ola bildiğince sarhoş ettiğin bir gecenin sabahında senin yatağında buldum kendimi. Bu güne kadar ne o geceyi, ne de aramızdaki yaş farkını başına kakmadım. O gece beni sarhoş edipte yatağa sokan sen değil miydin. Yoksa o yatağa seni ben zorla mı soktum? Senin böylesine iğrenç ola bileceğini düşünmedim bile. Yıllardır tüm çirkefliklerine kızımın hatırı için katlandım. Gidiyorum artık. Bir daha geri dönmemek üzere. Benim ölüm senin gibi bir çirkefin yaşadığı bu kentte gömülmemeli. Benim ölümü kendi memleketim kucaklar ancak. Bu evliliği yine de seninle, kızımın hatırı için dostça bitirmek isterdim. Olmadı. Bunun sorumlusu kaderimiz değil, sensin. Yaşadığım sürece seni hep lanetleyerek anacağım. Sakın pişmanım diye kızımı arkamdan göndermeye kalkma. Onu bu pisliğin içine karıştırma. Onun çilesi kendisine yeter. Kalkıp küçük bir valize gerekli gördüğü birkaç parça eşyasını yerleştirdi. Gözlerindeki yaşları kuruladıktan sonra çıkıp gitti. Kızı eve geldiğinde babasının yokluğunu hemen fark etti. Anne babam nerede? Canı sıkılmış memleketine gitti. Anne bana gerçeği söyle. Benim babam bana haber vermeden hiçbir yer gidemez. Sen öyle bil. O nankör köpek bir daha dönmeyeceğini söyleyerek gitti. Sana bir selam bile bırakmadı. Nesrin babasının neden gittiğini çok iyi biliyordu. Odasına kapanıp saatlerce göz yaşı döktü. Aradan geçen günler Nesrin’in babasına duyduğu hasret çekilmez olmuştu. Sabah kalkar kalkmaz yol hazırlığına başladı. Valizini salona çıkardı. Annesi, Bu valiz ne böyle kızım? Babamı almaya gidiyorum. Ne yapacaksın o ayıyı? Anne ağzını topla. Benim babam gerçek bir insan. Hem de sana laik olmayacak kadar iyi bir insan. Öyle olmasaydı, senin yıllarca kahrını çeker miydi? Defol evimden. Haram olsun sana geçen bütün emeklerim. Evet anneciğim, sen söylemeseydin bile ben bu evden gidecektim. Ben babamla birlikte yaşayacağım evi kiraladım bile. Defol!!! Halen utanmadan konuşuyor. Nesrin valizini alıp sessizce evden çıktı. Annesi arkasından halen bağırıyordu. Gitmen olsun da dönmen olmasın inşallah. *** Nesrin babasını babaannesinin evinde buldu. İki katlı kırmızı kiremitli, beton avlulu bu eve hiç gelmemişti. Çiçek yetiştirilmek için bırakılmış toprak bölmelerdeki çiçekler kurumuşlar, hüzün verici bir görünümdeydiler. Merdiven çıkmamak için babası alt kattaki odada kalıyordu. Babaannesi ancak İstanbul’a gittiğinde göre bildiği torununu karşısında görünce çok şaşırdı. Hoş geldin kızım diye içtenlikle sarıldı torununa. Ahmet!!! Diye bağırdı oğluna. Gel oğlum gel, bak kim geldi oğlum. Ahmet merakla dışarı çıktı. Kızı karşısındaydı. Hastalığına rağmen koşarcasına gidip kızının boynuna sarıldı. Kaldığı odaya buyur etti kızını. Hep beraber odaya girdiler.Kızına oturması için yatağına yakın bir koltuğu gösterdi. Kendisi de yatağının üstüne oturdu. Babaannesi, Kızım sen yoldan geldin. Karnın açtır. Hazırda bir şey yok ama hemen hazırlarım. Baban da ben de perhizdeyiz. İkimize de yağlı etli şeyler yasak. Neyi seversen söylede hemen hazırlayayım. Babaanneciğim hele otur biraz. Önce hasretimizi giderelim. Ben sonra mutfağa girer gerekenleri hazırlarım. Ahmet merakla sordu. Hayrola kızım, bu zamansız gelişinin nedeni ne? Senin işinde olman gerekmiyor mu? İzin aldım baba. İyi ki tatilini geçirmek için burayı seçtin. Bizim buranın en güzel zamanı. Karpuzun, kavunun ve her türlü meyvenin en bol zamanı. Foça’ya gideriz. Karşıyaka’ya gideriz. Senin sayende ben de gezmiş olurum. Arabanla buraya gelmek için yola çıktığını duyunca aklım başımdan gitti baba. Bu hasta halinle arabayı nasıl kullandın bu denli uzun bir yolda? Annenin dilinden ölmektense arabanın içinde ölürüm diye çıktım yola. Yaşayacak günlerim varmış daha demek, sağ salim geldim işte. Ben tatile gelmedim baba. Kısa bir izin aldım buraya gelip seni alıp götürmek için. Bu gece iyice dinleniriz. Babaannemi de alır hep beraber gideriz. Ne olur kızım bunu bizden isteme. Biz burada babaannenle çok mutluyuz. Geride ömür olarak ne kaldı ki. Görüyorsun babaannenin halini. Annenin dili değil, beni toprağım çekti buraya. Bırak ta biz toprağımızda ölelim. Gelirken resmini aldım yanıma. Bak baş ucumda duruyor. Ona bakarak hasretini gidermeye çalışıyorum. Senden ayrılmak çok acı benim için. Ama bunu sineye çekmeye mecburum. Annenle bir araya gelmek mi? Asla. Ölümü bin defa tercih ederim. Baba, senden annemle kalmanı kim istiyor? Senin haberin yok. Annemle ben de kavga ettim. Beni evinden kovacağını biliyordum. Bu yüzden ayrı bir ev tutup döşedim. Hem de annemden çok uzak bir yerde. Hep beraber gideceğiz yeni evimize. Olmaz kızım. Yeni evin hayırlı olsun sana. Daha çok gençsin. Yeniden evlenmelisin. İlk evliliğindeki başarısızlıktan biz sorumluyuz. Seni annenden koparamadım. Onun asalet budalalığı senin de yuvanın yıkılmasına neden oldu. Evlen ve kocanı annenden de benden de uzak tut. Bir yastık iki baş içindir. Bizi düşünme. Biz burada mutluyuz. Sen de kuracağın yeni yuvanda mutlu olursun inşallah. Nesrin babasını geri dönmeye razı etmek için çok dil döktü ama başaramadı. Umudu ertesi güne kaldı. Olmadı. Babasıyla beraber garaja gidip İstanbul’a dönüş için biletini aldı. Gece saat yirmi birde garaja yine beraber gittiler. Minibüsler beş dakikada bir kalktıkları için babasıyla hemen vedalaşıp minibüse bindi. Meraklı bakışlara aldırmadan yol boyunca doyasıya ağladı. Ah anne ah diye geçirdi içinden. Tüm bunların nedeni sensin. Zaman akıp gidiyordu ve yaşam devam ediyordu. *** Huzurlu bir ortam ve doğup büyüdüğü beldenin ter temiz havası Ahmet’in sağlığına çok iyi gelmişti. Kızıyla sık sık telefonlaşarak hasret gideriyorlardı. Şermin hanım yalnız kalınca bunalıma girdi. Gördüğü psikolojik tedaviler bile onu hırçınlıktan koparamadı. Giderek sağlığı daha da bozulmakta. Ah onun o asalet tutkusu. Bir kopa bilse o aptalca tutkudan, gidip kocasının dizlerine kapanıp af dileyecek ama kopamıyordu. Belki de onun o asalet tutkusu, hayatını bir ruh hastalıkları kliniğinde noktalayacak. Boşuna dememişler etme bulursun diye. Asalet budalalığı onu kocasının hastalığından beter etmişti ama, o yine de bildiğini okuyordu ve gittiği kötü yoldan dönüş ola bileceğini aklına bile getirmiyordu. Özcan NEVRES .
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Özcan Nevres, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |