..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Tarihten öğreniyoruz ki tarihten hiçbir şey öğrenmiyoruz. -Hegel
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > Fantastik Roman > Selin Arslanoğulları




16 Nisan 2012
Onuncu Enerji - Bölüm 3  
Selin Arslanoğulları
Ve şimdi, Jordan’ı müzikal yeteneğimle ve gayet sıradan olan çekiciliğimle etkilemem gerekiyordu. “Ah Tanrım, lütfen biri George ve Gerard’a akıl fikir versin!” Belki onlar bu iş için doğru insan olmadığımı göremiyorlardı ancak bu, hayır deme hakkına sahip olmayan ben’i tümüyle rezil olma utancına itmemeliydi. Haksızlık, diye düşündüm ve tekrardan, keşke görevim kurt adamlarla dövüşmek olsaydı, dedim kendi kendime. Zira, onların karşısında başıma gelebilecek en kötü şey acı çekerek ölmek olabilirdi. Ve biliyordum ki sahneye çıkacağım gece utancım, kurt adamların bana verebileceği fiziksel zarardan da beter olacaktı.


:CAAG:
Koltukta oturmuş, Jordan Grayson’ı televizyonda izlerken bir yandan da gitarımla oynuyordum. Uzun süre yanlış basılan akorlardan sonra, üniversitede müziği bırakma nedenimi hatırlayıp gitarı kılıfına geri koydum. İnsanlarda sağır olma isteğine neden olacak yeteneğimin, Jordan’ı nasıl etkileyeceğini gerçekten bilmiyordum. Sanırım Gerard beni müzikal bir dahi yapacak olağanüstü bir büyücü bulmuştu. Başka türlü beni onun karşısında sahneye çıkartması delilik olurdu.
     Televizyonda o yakışıklı yüzü seyredip, görevimle ilgili her zamankinden çok daha fazla tedirginlik duymaya başladığımda kumandadaki kırmızı tuşa bastım. Ekran karanlığa gömülürken içimden, görevim keşke bir rock starı etkilemektense kurt adamlarla dövüşmek olsaydı, diye düşündüm. Sonuçta bir insanın güçlü yönleri kadar zayıf yönlerini de kabullenmesi gerekmez miydi? Müzik kesinlikle benim zayıf yönlerimdendi. Tıpkı resim veya dans gibi. Dans ederken adeta bir embesile benzediğimin bilincindeydim mesela. Bu nedenle de topluluk içinde asla dans etmezdim. Şarkı söylemek de bundan farklı değildi. Ve şimdi, Jordan’ı müzikal yeteneğimle ve gayet sıradan olan çekiciliğimle etkilemem gerekiyordu. “Ah Tanrım, lütfen biri George ve Gerard’a akıl fikir versin!” Belki onlar bu iş için doğru insan olmadığımı göremiyorlardı ancak bu, hayır deme hakkına sahip olmayan ben’i tümüyle rezil olma utancına itmemeliydi. Haksızlık, diye düşündüm ve tekrardan, keşke görevim kurt adamlarla dövüşmek olsaydı, dedim kendi kendime. Zira, onların karşısında başıma gelebilecek en kötü şey acı çekerek ölmek olabilirdi. Ve biliyordum ki sahneye çıkacağım gece utancım, kurt adamların bana verebileceği fiziksel zarardan da beter olacaktı.
Kendi kendime acıyıp, görevimle ilgili sürekli bir kalp çarpıntısı yaşamaktan vazgeçtiğimde aklımı Ryan’a odakladım. Onun İstanbul’da Jérémie’nin yakınlarında olduğu konusunda pozitiftim. Ve bu da, yeni görevime başlamadan önce Ryan’a ulaşmak için iki günüm olduğu anlamına geliyordu. Bu, çok kısıtlı bir zamandı. Ve açıkçası o iki günde İstanbul’a gidip onu bulmam ve sonra da geri dönmem imkansızdı. Ben de, çareyi İstanbul’da tanıdığım tek kişiyi aramakta buldum. Ben, görevimin başındayken İstanbul’da yaşayan üniversiteden arkadaşım olan ve aynı zamanda peri soyundan gelen ama doğaüstü dünyasından uzun zamandır uzak yaşayan Senem, Ryan ve Jérémie ile ilgili araştırma yapıyor olacaktı. Ona, bilgisayardan Ryan’ın bir fotoğrafını göndermiştim. Jérémie’nin fotoğrafı elimde yoktu ancak olmasına da gerek yoktu. Zira “Gördüğün ve görebileceğin en mavi gözlere sahip, en yakışıklı ve güçlü erkeği düşün” demiştim Senem’e telefondan. “İşte hayal ettiğinden de daha yakışıklı biri karşına çıktığında o kişi Jérémie olacaktır”. Bu tarifin yeterli olacağından emindim.
Senem, doğaüstü dünyasından uzak da dursa dostluğumuz hatırına bu süre içerisinde onların arasında benim ajanım görevini üstleneceğini söylemişti. Onu bu dünyaya itmek istemesem de, Ryan’ı bulmayı kafama koymuştum bir kere. Ve utanarak söylüyorum ki, bir şeyi kafaya koydum mu, beni vicdanım bile durduramazdı. Böyle de iyi bir insandım işte.
     Ertesi gün George beni aradığında oldukça hazırlıksız yakalandım. Jordan Grayson’ın peşine düşmeden önce en azından iki günümün daha olduğunu sanıyordum. Ne yazık ki yanılmıştım. O gece, Vox isimli barda sahneye çıkıyordum. Jordan Grayson da izleyiciler arasında olacaktı. Ne şans ama! Ünlü bir şarkıcının karşısında gitarımla rezil olacaktım.
     “Ayrıntıları konuşmak için şirkete gelsen iyi olur Zoe” dedi George telefonda. Yola koyulurken Jordan’la arkadaş olmamı sağlayacakları senaryonun ayrıntıları konusunda hem korku, hem de merak içindeydim.
     “Julian, Doug ve Renee” dedi George ofisindeki üç su perisini benimle tanıştırırken. “Bunlar senin müzik grubun.” Bir büyücü değil ama üç su perisi… Gerard’ın olağanüstü planı buydu demek. Ne güzel, diye düşündüm içten içe kendimle dalga geçerken. Daha birkaç gün önce bir ogre’la dövüşürken bu akşam bir müzik grubundaydım. İyi tarafından bakmak gerekirse, en azından sahneyi su perileri ile paylaşıyor olacaktım.
     “Sahneye çıkmadan birkaç prova yapsak iyi olur” dedim gruptakilere. Teorik olarak, onlarla şarkı söylerken sesimin kulağa bir melek gibi geleceğini biliyordum. Ancak yine de deneyip kendi kulaklarımla bunu duymadan içim rahat etmeyecekti.
     “Gerek olacağını sanmıyorum” dedi George’un Julian olarak tanıştırdığı yakışıklı peri.
     “Sizler peri olabilirsiniz ama ben değilim ve kesinlikle provaya ihtiyacım olacak” dedim.
     Su perileri, müziğe karşı olan yetenekleriyle ünlüdürler. Dünyanın en çirkin sesinin bile insan kulağına ninniymişçesine güzel gelmesini sağlayabilir, dilerlerse müzikleriyle insanlara kendilerini öldürme emrini bile verebilirlerdi. Yani gerek olmadığını ben de biliyordum. Ancak ben hiçbir zaman kulaktan dolma bilgilere güvenen bir insan olmamıştım. Dediğim gibi, kendi kulaklarımla duymadan içim rahat etmeyecekti. Julian gülümsedi.
     “Pekala, kendini daha iyi hissettirecekse madem, senaryoyu dinledikten sonra prova yapabiliriz” dedi. Ben de gülümsedim. Konuşurkenki sesi bile müzik gibi geliyordu kulağa. Belki gerçekten de provaya gerek yoktu. Zira, onlarla şarkı söylerken sesimin herkesin kulağına Mariah Carey gibi geleceğinden şüphem yoktu.
     “Saat on ikide sahne alacaksınız” dedi George ayrıntılarla ilgili bizi bilgilendirmeye başlarken.
     “Sahnede şarkı söyleyerek Jordan’la nasıl arkadaş olmamı bekliyorsun?” dedim alaycı bir şekilde. Alaycı olmam saçmaydı aslında. İşin içinde Gerard ve George oldum mu, en basit planın bile bir şekilde işe yarayacağını biliyordum. Müzik yeteneğinden yoksun olan beni, üç su perisiyle aynı sahneye koyan bu iki kişiden şüphe etmem anlamsız değil miydi zaten? Yine de şüpheli ve alaycı karakterimin baskın çıkmasına çoğu zaman engel olamıyordum.

     Julian, Renee ve Doug ile şarkı söylemek gerçekten de inanılmaz bir deneyimdi. Müzikleri o denli büyüleyiciydi ki duyan, daha birkaç saat önce koltukta oturmuş gitarını tıngırdatan müzik yoksunu insanın ben olduğuma asla inanmazdı. Sahnede olduğumuz sürede Jordan dahil herkesin dikkatini çekmemiz kaçınılmazdı.
İnsanlar, bu ismi duyulmadık grubun nereden çıktığını merak edeceklerdi.
Provamız bittiğinde Julian bana gülümseyerek “Sana provaya ihtiyacımız olmadığını söylemiştim” dedi. Julian, 1.85 cm boylarında, inanılmaz tatlı bir çene gamzesi olan, sarışın ve mavi gözlü, iri yapılı biriydi. Kadınlar arasında çok popüler olduğunu tahmin edebiliyordum. O gamze ve gözlerle olmaması da imkansızdı.
Renee ise kızıl saçlı, incecik ve 1.75 boylarında, beyaz tenli, hokka burunlu bir güzeldi.
Doug sessiz yapısının ardında, esmer ve egzotik tipiyle dikkat çekiciydi. Esas isminin Doug olmadığından emindim ve bu ismi seçmesini anlayamıyordum. Zira bence Doug değil de bir Marcello veya Antonio gibi görünüyordu. Egzotik bir yakışıklı… Ama kesinlikle kısa boylu, kel ve şişman bir Doug değil!
Yeni grup arkadaşlarım sihirli ve inanılmaz güzellerdi. Bu gece sahnede insanların pür dikkat bizi seyredeceği konusunda en ufak bir şüphem bile yoktu. Tek sorun, Renee varken Jordan’ın dikkatini çekecek kişinin ben olacağımdan emin olmamamdı.

     Giysilerimi giyip aynada kendime baktığımda pek hoşnut değildim. Makyajımı yapan peri pek de başarılı değildi. Kesinlikle çok abartıya kaçmıştı ve ben abartılı makyajı kendime oldum olası yakıştıramazdım. Ve peri, makyajı yaparken gerçekten epeyce uğraşmıştı. Dolayısıyla onun gözleri önünde yüzümü yıkamam pek de yakışık kalmadı. Hayal kırıklığını fark ettiğimde;
     “Sorun sende değil” dedim. “Makyaj inanılmaz olmuş ancak ben yüzümde bu kadar makyajla gece boyunca durabileceğimi sanmıyorum. İzin verirsen fondötenden vaz geçip sadece maskara, biraz allık ve parlatıcıyı deneyeceğim.” Sen nasıl istersen, dercesine omuz silkerek odadan çıktı. İçinden bana nefret dolu sözcükler sıraladığından emindim ancak sesimi çıkartmadım.
O gittikten sonra, Jordan’ı etkilemek konusunda şansımı azalttığımın bilincinde olsam da kıyafetlerimi de değiştirerek kotun üzerine şık bir bluz giydikten sonra söylediğim gibi sadece mascara, allık ve parlatıcı sürdüm. Sonrasında görevimi ciddiye almam gerektiğine karar verip buna bir de göz kalemi ekledim. Yeterli olduğuna kanaat getirince de arabada beni bekleyen grubumun yanına indim.
     Arabaya bindiğimde (daha doğrusu limuzine) Julian hoşnut gözlerle bana baktı.
     “Az ama öz” dedi. Renee, abartılı makyajının ardından “İzin olduğunu bilseydim ben de bu kadar abartmazdım” dedi.
     “Bence inanılmaz görünüyorsun” dedim Renee’ye ki gerçekten de öyle görünüyordu. “Bana fazla makyaj hoş durmuyor. Palyaçoya benziyorum” dedim. Julian;
     “Nedense palyaçoya benzeyebileceğini hayal edemiyorum” dedi. Bu beğeni dolu sözler gururumu okşasa da Julian gibi erkeklerden uzak durmam gerektiğini bilecek kadar aklım çalışıyordu. Çünkü Julian tam olarak annelerimizin bizi uyardıkları erkek türündendi. İnanılmaz çekici ve bir o kadar da tehlikeli.
     Doug ise hiç konuşmamıştı. Egzotik görünüşünün, çekiciliğinin ardında nasıl bir kişilik olduğunu merak etmekten alı koyamıyordum kendimi. Bu sessiz adamın bir müzik dahisi olduğuna, su perisi olduğunu bilmesem ve bugün provada uymamış olsam hayatta inanmazdım.
     Kulübün önüne geldiğimizde, içerideki tek ünlünün Jordan Grayson olmadığını anladım. Belli ki bu kulüp ünlülerin takıldığı popüler mekanlardan biriydi. Ve biz birazdan içlerinde birçok ünlü şarkıcının da olduğu bir ünlüler geçidinin önünde sahnede olacaktık. Hiç adı duyulmamış bir grup olarak. Gerard’ın bunu ayarlayabilmesi için epeyce yükseklerde doğaüstü bir arkadaşının olduğu kesindi. Yoksa hiç kimse şu ana kadar duyulmamış bir grubu bu kadar ünlünün karşısında sahneye çıkarmazdı.
     “Sahi, grubumuzun ismi ne?” diye sordum o anda aklıma gelmiş olmasına şaşırarak.
     “Nixies” dedi Renee gülümseyerek. Tanrım bu kadar da bariz olunmaz ki, diye düşündüm. Elbette ki kimse bu üçünün gerçekte birer su perisi olduğunu akıllarına bile getirmeyecekti. Büyük ihtimalle tek düşünecekleri Pixies grubuna özenmiş olduğumuz olacaktı.
     Kulübe arka kapıdan girdik ve soyunma odasında bir süre bekledikten sonra kapımız çalındı.
     “Sıra sizde” dedi bir ses ve aniden heyecanla kalp atışlarım hızlanırken kendimi sahnede, yüzlerce insana bakarken buldum. Ve Doug inanılmaz hızlı parmaklarıyla gitarını büyülercesine çalarken ben de şarkımı söylemeye başladım. Sahnede sesim mükemmel çıkıyordu. Ve aslında öyle olmadığını bilsem de o an için ciddi anlamda havaya girmiş, 15 dakikalık şöhret anımın tadını çıkarmaya başlamıştım.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın fantastik roman kümesinde bulunan diğer yazıları...
Onuncu Enerji
Onuncu Enerji

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Kimim Ben? [Öykü]
Karma [Öykü]
Ben Buradayım... [Deneme]
Hoscakal Sen Sandigim Sen! [Deneme]
Renkli, Keçeli Kalemlerim [Deneme]
Maddenin Pesinde [Deneme]
Yalnizliklar Sehri Istanbul [Deneme]
Bir Harf Binlerce İğnesini Batırır Tenine [Deneme]
Yalnızlık Elbiseleri [Deneme]
Sakın Unutma [Deneme]


Selin Arslanoğulları kimdir?

Ne ekersen onu bicersin' e inaniyorum ve aklima ne gelirse yaziyorum ki bu teorimi kanitlayabileyim


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Selin Arslanoğulları, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.