..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Paul'un Peter hakkında söyledikleri, Peter'den çok Paul'u tanımamızı sağlar -Spinoza
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > Fantastik Roman > Selin Arslanoğulları




14 Nisan 2012
Onuncu Enerji  
Selin Arslanoğulları
Benim adım Zoe. Ve ben, insanları doğaüstü yaratıklardan koruyan bir şirkette çalışıyorum. En iyi arkadaşım ‘Monster’ adını verdiğim silahım ve normal bir günüm, yoldan çıkmış perileri, vampirleri, kurtadamları, ogreları ve aklınıza gelebilecek ve adını bile duymadığınız binbir çeşit güçleri olan varlıkları avlamakla geçiyor. Kendim de bir doğaüstüyüm. Toprak, ateş, hava ve suyu kontrol etme gücüne sahibim. Ve şimdi, önümde iki görev var. Birincisi, Grammy kazanmış ünlü bir şarkıcı olan Jordan Grayson’ı peşindeki kötü adamlardan korumak. İkincisi ise, eskiden en iyi dostum ve ortağım olan Ryan’ı bulmak.


:BEID:
Baldırlarım, tüm bu koşuşturmacadan dolayı tir tir titriyordu. Yarın, inanılmaz bir kas ağrısıyla uyanacağımı ve tuvalete oturmak gibi en basit işi yaparken bile acı çekeceğimi biliyordum. Aslında, oldukça antremanlı sayılırdım. Benim yaptığım işi yapan birisinin zaten her daim kovalamacaya hazır, son derece formunda olması gerekir. Garip olan da buydu zaten. Uzun zamandır ilk defa beni bu kadar zorlayan bir iş günü olmuştu. Ve uzun bir oyunun sonunda bir daha antremanlarımı asla kaçırmayacağım konusunda kendi kendime söz verir olmuştum. Artık çikolata yok, dedim kendi kendime. Ve kesinlikle bir daha içki içmeyecektim. Belki de bugün beni zorlayan da bu olmuştu. Dün gece saat üçe kadar barda içtiğim tekilalar… Evet, kesinlikle suçlusu onlar olmalıydı.
Tabancamın emniyetini kapattıktan sonra belime geri yerleştirdim. Bir Glock 17 kullanıyordum. Kullanımı kolaydı ve elimdeki duruşunu oldum olası sevmiştim. Ancak son zamanlarda teklemeye başlamıştı. Bu da yeni bir silah almanın zamanı geldiği anlamına geliyordu. Monster’dan ayrılmak benim için kesinlikle zor olacaktı. (Evet silahımın ismi Monster’dı) Onunla bir çok ava çıkmış ve çok ama çok eğlenmiştik. Karşımda yatmakta olan iri cesede baktım ve silahımla duygusal anlar yaşamayı bırakarak Cliff’i arama zamanımın geldiğini hatırladım. Favorilerim arasında ilk sırada olan numarayı tıkladım ve ilk çalışta açılan telefona;
     “İş tamam” dedikten sonra adresi verdim. Buradan sonrasını Cliff hallederdi. Artık benim bu iğrenç kokulu hangardan çıkma vaktim gelmişti.
     Şirkete geri döndüğümde, insanların bakışlarından korkunç göründüğümü anladım. Ve ofise gitmeden önce tuvalete uğramaya karar verdim. Aynanın karşısına geçtiğimde ise, bakışların nedenini anladım.
     Saçlarım dağılmış, sağ gözüm aldığım yumruktan dolayı morarmaya başlamıştı. Elmacık kemiğimin hemen üstünde çirkin, kanlı bir çizik vardı. Neyse ki dikiş gerektirmiyordu. Ancak omzumdaki yara için ne yazık ki aynı şeyi söyleyemeyecektim. Belli ki ogre’ın iğrenç tırnağı omzumu sadece çizmekle kalmamış, kocaman da bir yarık açmıştı. Kendi kendimi iyileştirmeyi deneyebilirdim. Ancak gün daha yeni başlamıştı ve kendimi iyileştirmek için harcayacağım enerji bugün beni tümüyle işe yaramaz kılardı. Dolayısıyla, büyük bir olgunlukla şirket doktorunu ziyaret edip ve dikiş attırmamın daha doğru olacağına karar verdim. Üzerimdeki kanları mümkün olduğunca temizledikten sonra doktorumuz Billy Thompson’ın kapısını çaldım. Aşina olduğum beyaz odaya girdiğimde Billy ilk yardım malzemelerini çıkartıp yaralarıma müdahale etmeye başladı.
     “Bugünkü neydi?” diye sordu işini yaparken.
     “Bir ogre” dedim.
     Güldü. “Gerçekten de en zorlu görevlere hep seni gönderiyorlar” dedi.
     “Ayın elemanı seçilmem an meselesi”
     “Niye kendi kendini iyileştirmiyorsun?”
     “Gün daha yeni başlıyor Billy. Bugün karşıma neler çıkacağını bilmiyorum.”
     “Şu haldeyken karşına çıkan herhangi bir şeyle baş etmen çok da mümkün görünmüyor.”
     “Alt tarafı birkaç çizik.”
     “Annen görseydi…”
     “benimle gurur duyardı.”
     İşine ara verip bir süre yüzümü inceledi. “Zoe…” dedi. Arkasından gelecek nasihatı hissettiğim için araya girdim.
     “Hadi ama Billy, daha kötüsü de olabilirdi.”
     “Kesinlikle” dedi. “Daha kötüsü olabilirdi.”
     Burada çalışmaya başlayalı dört sene olmuştu. Bu tip yaralanmalara alıştığım gibi Billy’nin endişelerine de aşinaydım. Sürekli endişelenmesi gururumu okşuyordu elbette. Ancak, çalıştığım bu şirketteki şu sahne de gayet normaldi ve bundan kaçmam imkansızdı. Şey, belki imkansız değildi. Her zaman istifa edebilirdim sonuçta. Ancak olduğum şey nedeniyle, bunu yapsam bile normal bir hayat asla yaşayamayacaktım. En azından bu şekilde, yaptığım işin bir anlamı vardı. Kötü adamları yakalıyordum sonuçta. Zarar vermelerini engelliyordum. Bu da biraz hırpalanmayı önemsiz kılıyordu.
     Yaralarım temizlendikten, dikiş atıldıktan ve sarıldıktan sonra kendimi çok daha iyi hissediyordum. Güçlü bir ağrı kesici iğne de yemiştim ki bu da şimdiden sancıların geçmeye başladığı anlamına geliyordu. Sadece biraz midem bulanıyordu ancak bunun nedeninin yaralarım değil de akşamki tekilalar olduğundan emin sayılırdım.
Billy’nin odasından çıktığımda Nadia kapının önünde beni bekliyordu.
     “George seni bekliyor” dedi. Kahretsin, diye düşündüm. Beş dakika nefes alamayacak mıydım?
     İçeri girdiğimde George, kocaman deri koltuğunda oturmuş, tıpkı Nadia’nın dediği gibi beni bekliyordu.
     “Ortalığı epeyce karıştırdığını duydum” dedi karşısındaki koltuğa oturmamı bile beklemeden.
     “Bunun suçlusu ben değildim George. Ogre’ı azarlayabilirsin. Ups pardon azarlayamazsın sonuçta o öldü, değil mi?”
     “Komik değilsin Zoe.”
     “Hadi ama George, işi bitirdim mi? Evet. O zaman sorun ne?”
     Yutkundu. “İlk kuralımız ne Zoe?” diye sordu ardından. İçimden ilk kuralını alıp müsait… Ben de yutkundum.
     “Sivilleri karıştırmamak.”
     “Peki seni duyan oldu mu?”
     Tam ogre’a güçlü bir tekme atmaktayken bisikletinin üzerinde şaşkın şaşkın bana bakmakta olan oğlanı düşündüm.
     “Çocuğa bir şey olmadı ve görmüş olsa da ona kimse inanmayacaktır. Ve birazcık da büyüdüğünde, gördüğü şeyin bir hayal olduğuna kendini inandıracak.”
     “Haklı olabilirsin ancak bunu riske atamayız Zoe.”
     Bir süre sessizliğe gömüldüm. Kurallarımız kesindi. Olaya tanık olan bir sivil olursa ya hafızası silinir ya da yaşamasına izin verilmezdi. Böyle bir şey pek sık başımıza gelmezdi. Nedeni ise genellikle baş ettiğimiz syaratıkların asosyal varlıklar olmasıydı. Kalabalıktan uzak yerleri tercih ederlerdi. Bu da bizim işimize gelirdi çünkü olaya tanık olabilecek sivil olasılığını düşürürdü. Sivillere zarar gelmesini istemezdik. Aslında yaptığımız işi yapma nedenimiz de buydu. Sivilleri korumak. Ancak onların, bizi ya da savaştığımız yaratıkları öğrenmesi ve bunu yayması daha çok sivilin zarar görmesine neden olurdu. Bu nedenle de çok ender de olsa bazı sivilleri ortadan kaldırmamız gerekebilirdi.
     Eskiden, eskiden dediğim bir sene önce bizim için çalışan bir vampirimiz vardı. Ryan… Tüm vampirler gibi cazibesi inanılmaz, tüm şirketin aşık olduğu biriydi. Ve Ryan da pek az vampirin seçtiği sivilleri koruma yolunu seçmişti. Bizim için çalıştığı dönemler, şirketin en revaçta olduğu dönemlerdi. Çünkü Ryan sadece çok güçlü değil, aynı zamanda hafıza silme yeteneğine de sahipti. Bu da o dönemlerde hiçbir sivil kaybı vermediğimiz anlamına geliyordu. Ancak Ryan gittikten sonra işler zorlaştı. Sivillerden kendimizi gizlemek için ekstra çaba sarfetmek zorunda kaldık. Ve bir daha da onun gibi, sivillere zarar vermektense onları korumayı seçen, onurlu ve insancıl, aynı zamanda da hafıza silme yeteneğine sahip bir vampiri daha bulamadık.
     “Bunu yapamazsınız” dedim uzun düşünceler sonrası. O ufacık çocuğun sadece yanlış zamanda yanlış yerde olduğu için öleceğini düşünmek midemi bulandırıyordu.
     “Bunun için çok geç” dedi George. Aslında gerekli olanı yaptığını, bunu başkalarını korumak için seçtiğini ve vicdan azabı çektiğini biliyordum. Yine de kendime engel olamayıp bağırmaya, istemediğim hakaretlerde bulunmaya başladım. Bu hakaretler, vicdansız, katil gibi kelimeleri barındırıyordu. Ben bağırırken George sesini çıkartmadan beni izledi. Dinledi demiyorum çünkü kulaklarını kapattığını ve sadece sakinleşmem için beklediğini biliyordum. En sonunda koltuğa geri oturdum.
     “Kulaklarını açabilirsin George” dedim. Beni duymadığını biliyordum ancak yerime oturmamdan, hakaretlerin bittiğini anlayıp kulaklarını açtığının da farkındaydım.
     “İstemediğin şeyleri duymamak çok şanslı bir güç” dedim. George’un nadir bulunan yeteneklerinden biri de buydu işte. İstediği zaman duymamayı seçebiliyor ve gerçek anlamda sağır olabiliyor, dilediğinde ise kulaklarındaki hassasiyeti arttırıp üç blog ilerisindeki konuşmaları bile olduğu yerden net bir şekilde işitebiliyordu. Gerçekten de şanslı bir güçtü bu… Ve zamanında duyduğu şeyler sayesinde de şu anda patron koltuğunda oturduğundan da emindim.
     “Bunun benim de hoşuma gitmediğini biliyorsun Zoe. Bir çocuktan bahsediyoruz ancak birilerinin onu ciddiye alma riskini göze alamazdık.”
     “Bu benim hatam” dedim o anda fark ederek. “Eğer daha dikkatli olsaydım…”
     “O sırada, oradan geçeceğini bilemezdin” dedi George. Ancak bunun doğru olmadığını ikimiz de biliyorduk.
     “Ogre çok güçlüydü George” dedim sonrasında kendimi savunmaya girişerek. “O kadar güçlüydü ki çocuğun gelmekte olduğunu hissedemedim. Kendimi kaptırmıştım ve…”
     “Biliyorum” dedi George daha fazla konuşmama izin vermeyerek. “Biliyorum ve bu aynı zamanda benim de hatam. Seni yalnız göndermemeliydim.”
     “Bu seferkinin bu kadar güçlü olduğunu bilmiyorduk” dedim. Bu doğruydu. Burada çalıştığım dört sene içerisinde pek çok ogre’la karşılaşmıştım. Genelde, onları elimine etmem yarım saatimi bile almazdı. Yani, ogre’lar korkunç varlıklardı ancak normalinde bu günkü kadar güçlü de olmazlardı. En azından beni bu kadar yoranı ile ilk defa karşılaşmıştım. Göreve yalnız gitme sebebim de buydu. Bunun da kolay olacağını sanmıştım.
     “Bundan sonra karşındaki ogre da olsa, vampir, cadı veya kurt adam da olsa hiçbir göreve yalnız gitmeni istemiyorum Zoe” dedi George. “En güçlü elemanım olabilirsin ancak bu, dışarıdaki her şeyden daha güçlü olduğun anlamına gelmiyor.” Haklıydı. Her ne kadar yanımda biriyle göreve gitmeyi sevmesem de haklıydı. İtiraz etmedim. Ve bu George’u şaşırttı. İtiraz etmemi bekliyordu, biliyordum. Ancak edemezdim. Yanımda biri daha olsaydı bugün o çocuk hala hayatta olabilirdi. Önemli olan benim kendimi nasıl rahat hissettiğim değildi. Önemli olan kayıp vermemekti. Sanırım dört sene sonunda nihayet biraz da olsa olgunlaşmış ve kendi isteklerimi ve egolarımı üstün tutmamam gerektiğini öğrenmeye başlamıştım.
     “Evine gidip biraz dinlen Zoe” dedi. “Yarın görüşürüz”
     Yine itiraz etmeksizin odadan çıktım. Arabama bindiğimde o çocuğu düşünmekten alıkoyamıyordum kendimi. Bir Ryan’ımız olsaydı, dedim kendi kendime. Bir Ryan’ımız olsaydı tüm bunlar hiç yaşanmayabilirdi. Peki, hafıza silme yeteneğine sahip, insanları seven bir vampiri nereden bulabilirdik? Bu konuda en ufak bir fikrim yoktu.
     Anahtarı çevirdim ve birinci vitese takarak arabayı hareket ettirdim. Aklım hala Ryan’daydı. Ve o an fark ettim ki, Ryan gibi birini bulmak değildi mesele. Asıl odaklanmamız gereken Ryan’ı bulmaktı.
     Bir sene önce, Ryan’la bir görevdeydik. Yeni kurtadam olmuş, genç bir erkeğin peşindeydik: Steve…
     Steve, büyük bir şanssızlık sonucu, ormanda jogging yaparken o sırada geyik avlamakta olan bir kurt adam ile karşılaşmıştı. Kurt adam, o anki kan şehveti ile Steve’e saldırmış ve onu öldürmese de, hayatının sonuna dek bu lanetli hayata mahkum etmişti. Steve, kontrol edemediği güçleriyle bir kişiyi öldürmüştü. Ve şehrin infazcısı da Steve’in peşine düşmüştü.
İnfazcılar, genellikle kuralları yıkan doğaüstüleri fazla sorgulamadan infaz ederlerdi. Ve biz, Steve’in o insanı isteyerek öldürmediğini bildiğimiz için ölmesini de istemiyorduk. Burada devreye girip, infazcıdan önce Steve’i bulmak için tüm kaynağımızı oraya yönlendirdik. Ve bulduk da… Ryan’la birlikte, infazcıdan yaklaşık beş dakika önce… İnfazcı, bizim Steve’i kurtarmaya çalışma nedenimizle pek ilgilenmemiş, görevine odaklı bir şekilde onun üzerine yürümeye başlamıştı. Ryan ise bu durumda infazcıyı durdurmaya çalışmıştı. Büyük hata…
Bilmeniz gereken, doğaüstü olanların da ayrı bir toplum yaşamının olduğudur. Bu yaşamda da insanlarınkine benzer bir hiyerarşik yapının yanı sıra bir ceza sistemi de var. Başlıca kuralları kendilerini insanlara ifşa etmemek… Ve bunu engellemek için de bu hiyerarşik yapının en tepesinde genellikle vampirler bulunuyor. Her şehrin bir şehir beyi, infazcısı olduğu gibi, ilk kuralı yıkan doğaüstüler için de infaz gibi katı bir kuralları var.
Tüm infazcılar vampirlerden seçilmese de, yetenek burada çok önemli bir faktör. Bir infazcının yeteneği doğaüstü olanlarla rahatça baş edebilecek denli büyük olmalı. Bu da, benim de Ryan’ın da bir infazcı karşısında pek şansımız olmadığı anlamına geliyor.
Her şehir veya ülkede bizimkisi gibi bir şirket yok. Hatta tüm dünyadaki on üç şirketten biriyiz. Bu da tüm dünyadaki on üç enerji noktalarından birinde yaşadığımız anlamına geliyor.
Enerji noktaları, dünyada doğal nedenlerle oluşan ve doğaüstü olanları ekstra etkileyen yerlerdir. Enerji noktalarına yakın yerlerde olan doğaüstüler kuralları yıkmaya daha meyillidirler. Enerji yoğunluğu güçlerini kontrol etmeyi zorlaştırır.
Bu nedenle burada infazcının yanı sıra, şehir beyinin izniyle, infazcının yetişemediği ya da daha fazla dedektifçilik isteyen durumlarda devreye giren bizimki gibi bir şirket var.
     İnfazcılar, genellikle en yetenekliler arasından seçilse de, dünyada bir infazcı olabilecek yetenekte de pek az doğaüstü var. Bu da, hayata gelen en yeteneklilerin bu on üç noktadan birinde görevlendirilmeleri anlamına geliyor. Enerji noktası derecesinde ise şehrimiz onuncu sırada. İnfazcımız da, tüm dünyadaki en yetenekli onuncu infazcı. Ancak onuncu demek sizi yanıltmasın, çünkü emin olun on üçüncü en yetenekli infazcıyla bile asla yolunuzun kesişmesini istemezsiniz.
     Bizim o gün karşılaştığımız infazcı da bir vampirdi işte. Normalinde infazcıların yoluna çıkmamaya ekstra özen göstersek de Ryan da ben de Steve’i korumak uğruna o gün bir aptallık yapmıştık. Ve işte, o anda da bir yanda ben ve Ryan vardık, bir yanda Steve ve hemen aramızda da en yetenekli onuncu infazcı: Jonah.
     Jonah, yine diğer tüm vampirler gibi Hollywood’vari yakışıklı ve inanılmaz korkutucu görünüyordu. O gün, Jonah’ı ilk görüşümdü. Gücü ve cüssesi karşısında etkilenmenin yanı sıra, hayatımda hiç korkmadığım kadar da korktuğumu hatırlıyorum. Ve Ryan’la, Steve’i koruma amacımızın bizi Jonah’la karşı karşıya gelmeye zorlamış olmasına da lanet ettiğimi…
     Steve, kurtadam formunda, cahil cesaretiyle Jonah’a hırlıyordu. Ryan ise ikisinin arasına girmiş, sırtını Steve’e dönerken Jonah’a kafa tutuyordu. Ben, elimde o an hiçbir faydası olmayan silahımla Jonah’ı nasıl ikna edeceğimizi düşünüyordum. Ancak belli ki bunu düşünmenin pek bir faydası yoktu. Zira, Jonah, elinin bir hareketiyle Ryan’ı ormanın diğer ucuna fırlatırken Steve’in üzerine yürümeye başlamıştı. Ve o anda ben de bir delilik yapıp Jonah’ın üzerine atlamıştıms.
     Belli ki Jonah da yaptığım bu şey karşısında şaşırmıştı ki ilk darbem onu afallatmıştı. Steve ise durumdan faydalanıp kaçmaya başlamıştı. Jonah’la karşı karşıya durup birbirimize baktıktan sonra Steve’in peşine düştük. İnfazcı görevi, ben ise vicdanımla koşuyordum. Tabii ki Jonah’dan daha hızlı olmam mümkün değildi. Ve Ryan da afalladığı yerden kalkıp beni geçerken, koşmamın anlamsız olduğunu bilmeme rağmen devam ediyordum. Ryan, bir kez daha Jonah’ın yoluna çıktı ve kendini tekrar yerde buldu. Ben onlara yetişene kadar ise Steve çoktan infaz edilmişti. Yerde yatmakta olan ölü bedene hüzünle baktığımı hatırlıyorum. Ryan ise, Jonah’a bağırıyordu:
     “Onun suçu değildi. Güçlerini kontrol etmeyi öğrenseydi…” Jonah, ikimize de aşağılama dolu gözlerle baktıktan sonra;
     “Gerard’ın size yetki verdiğini biliyorum ancak yerinizi bilin” dedi. “Kurtadam güçlerini kullanmayı öğrenene kadar çoktan ikinci, hatta üçüncü sivili öldürmüş olacaktı. Vicdanınızın bu kadar büyük hatalar yapmanıza neden olmasına izin vermeyin.” Ve sonrasında sırtını dönüp gitmişti.
     Haklıydı. Biliyorduk ancak yine de Steve’e üzülmemize engel olmuyordu bu. O kurt adamla karşılaşmasaydı Steve, bir insan olarak hayatına devam edecekti. Kimseye zarar vermeden… Oysa o an, karşımızda ölü yatıyordu.
     Ertesi gün şehir beyi Gerard, George’u arayarak bizi şikayet etti. Sonucunda Ryan işten çıkartıldı ve nereye gittiğini söylemeksizin şehirden ayrıldı. Benim işimi kaybetmeme nedenim ise, Gerard’ın benim büyük büyük büyük babam olmasıydı. Aile bağları işimi korumama neden olmuştu.
     Omzum tekrar ağrımaya başlamıştı ancak vicdanım omzumun ağrısından daha şiddetli bir şekilde zonkluyordu. Ryan burada olsaydı, bugün o ufak çocuk hala hayatta olabilirdi. Ve bu düşünce beni bir yıl önce yaptığımız o hatadan dolayı da tekrar pişmanlık duymaya itiyordu. İnfazcının yoluna çıkmasaydık, çocuk da hala hayatta olacaktı. Bir yıl önceki bir hatanın bugün hala yoluma çıkıyor olması ne garipti.
     Arabayı kenara çektim ve o güne kadar hiç yapmadığım bir şeyi yapma kararı verdim. Ryan’a ulaşmaya çalışmak… Şehri terk ettiğinde ve bizimle tüm iletişimini koparttığında verdiği bu karara saygı duymam gerektiğini düşünmüş ve onunla irtibat kurmaya kalkışmamıştım. Ancak Ryan gibi hafıza silme gücüne sahip insancıl bir vampiri daha şirketimize dahil etme planımız bir senedir bizi hayal kırıklığına uğratmıştı. Bu da, Ryan’ı bulma ve bu bir senenin Gerard’ın da Jonah’ın da öfkesini yatıştırmış olmasını ummama neden oluyordu. Telefonu çıkarttım ve diğer on iki enerji noktasındaki şirketleri tek tek aramaya başladım.
     İçimden bir ses, Ryan’ın başka bir yerde aynı işi yapmaya devam ettiğini söylüyordu. Ki bu da enerji noktalarının aramaya başlamak için doğru bir yer olduğu anlamına geliyordu. Başka bir şirkette işe başlamış olabilirdi. Bizimkisi dışında sadece on iki şirket daha olduğunu düşünürsek…
     On, on bir ve on iki… Yaklaşık bir buçuk saat sonra, on iki şirketi de aramış ve Ryan isimli tüm çalışanlarla konuştuktan sonra hiçbirisinin bizim Ryan’ımız olmadığına ikna olmuştum. Elbette ki ismini değiştirmiş olma ihtimali vardı. Ancak bu ihtimal de şirketlerden birinde olmadığı kadar yüksek bir ihtimaldi. Kontağı çevirdim ve bir buçuk saattir durmakta olduğum yol kenarından uzaklaşıp evime doğru giderken kafamda Ryan’la ilgili olarak hatırlayabildiğim her şeyi düşünmeye başladım. Bildiğim kadarıyla bir yakını yoktu. Tam olarak kaç yaşında olduğunu bilmiyordum ancak yüze yakın olduğundan şüpheleniyordum. Bu da ailesinden kimsenin kalmamış olmasını olağan kılıyordu. Peki ya arkadaşları, diye düşündüm. Ve o an aklıma, Ryan’ın yanında gördüğüm o kişi geldi.
     Sanırım üç yıl kadar önceydi. Bir görev sonrası, şirketin yakınlarındaki bir doğaüstülerin takıldığı bara gitmiştim. Ryan da yanında gizemli bir erkekle oturuyordu. Bu erkek, hayatımda gördüğüm en yakışıklı doğaüstüydü. Upuzun boylu, ince ama kaslı, melek gibi yüzü olan ancak üzerinden inanılmaz yoğun bir güç akan biri. Tüm heyecanıma rağmen cesaret edip yanlarına gitmiştim. Ve o anda, başta vampir olduğunu sandığım bu yabancının başka bir şey olduğunu hissetmiştim. Vampir cazibesi, teni, gücü; diye düşündüğümü hatırlıyorum. Ancak farklı olan bir şey vardı onda. Ve bunun ne olduğundan emin değildim. Ryan, biraz rahatsız olduğunu belli etse de güler yüzle karşılamıştı beni.
     “Yoğun bir gün müydü Zoe?” diye sormuştu ancak ben yanındaki o yabancının masmavi gözlerinin büyüsünden iki kelimeyi bir araya getirememiştim bir türlü. Ryan, bakışlarımı fark ettikten sonra gülümseyerek;
     “Bu Jérémie” demişti. “Çok uzaktan ziyaretime geldi.” Jérémie soğuk eliyle elimi sıkarken ben, tanıştığımıza memnun oldum bile diyememiştim. Tanrım! Böyle bir erkeğin karşısında kim olsa donup kalırdı.
     “Oturmak ister misin?” demişti Ryan gitmeye niyetimin olmadığını fark edince. Yine tek kelime etmeden yanlarına oturmuş, tüm gece aralarındaki sohbeti bile dinlemekten yoksun bir şekilde bu gizemli doğaüstünün ne olduğunu düşünürken, çevremdeki tüm kadınların onu arzulamalarını hissederek suskun kalmıştım. Şimdi bile, onu düşünürken heyecanıma engel olamıyordum. Öyle bir erkek, şey öyle bir erkeğin gerçek olması bile inanılmazdı.
     Ertesi gün Ryan’ın ağzından Jérémie ile ilgili bilgi almak için epeyce çabalamıştım. Sonunda, şaşırarak onun İstanbul ve Paris’in infazcısı ve bir dhampir olduğunu öğrenmiştim. İstanbul ve Paris enerji noktalarının en güçlüleriydi. Ve bu da Jérémie’yi infazcıların en güçlüleri yapıyordu. Ve en yakışıklısı, diye düşünmüştüm.
     Alabildiğim pek ender bilgiler sonucunda Ryan’ın Jérémie’yi kendi çocukluğundan beri tanıdığını öğrenmiştim. Jérémie ise Ryan’dan çok daha yaşlıydı.
     “Onunla ilgili olarak içinde bir umut olmasın Zoe” demişti Ryan bana. “Jérémie’yi bildim bileli kadın milletinin yanına pek yaklaşmaz. Yani senin arzuladığın şekilde…” Şaşırtıcı bir bilgi değildi bu. Her kadının arzusunun kaynağı olan o kadar güçlü bir erkek fazlasıyla seçici olmalıydı.
     Bütün bunlar üç yıl kadar önce yaşanmıştı. Ama ben Jérémie’yi daha dün görmüşçesine net bir şekilde hatırlıyordum. O gün, bir infazcının Ryan’ın arkadaşı olduğunu öğrenmek beni çok şaşırtmıştı. Hatta Ryan’a bunu sormuştum bile. Ryan ise Jérémie’nin diğer infazcılardan çok farklı olduğundan bahsetmişti. “Suçsuz veya insancıl olan bir doğaüstünü asla infaz etmez” demişti. Ve o an, Ryan’ın Jérémie’ye ne denli saygı ve sevgi beslediğini anlamıştım. Ve şimdi, bu düşünce beni İstanbul’da Ryan’ı bulabileceğim düşüncesine itiyordu.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın fantastik roman kümesinde bulunan diğer yazıları...
Onuncu Enerji - Bölüm 3
Onuncu Enerji

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Kimim Ben? [Öykü]
Karma [Öykü]
Ben Buradayım... [Deneme]
Hoscakal Sen Sandigim Sen! [Deneme]
Renkli, Keçeli Kalemlerim [Deneme]
Maddenin Pesinde [Deneme]
Yalnizliklar Sehri Istanbul [Deneme]
Bir Harf Binlerce İğnesini Batırır Tenine [Deneme]
Yalnızlık Elbiseleri [Deneme]
Sakın Unutma [Deneme]


Selin Arslanoğulları kimdir?

Ne ekersen onu bicersin' e inaniyorum ve aklima ne gelirse yaziyorum ki bu teorimi kanitlayabileyim


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Selin Arslanoğulları, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.