Politik İllizyon ve Babil'in İskambil Kuleleri
(Aydın akdeniz) 6 Ağustos 2008 |
Tarihsel Roman |
| |
Babil’in asma bahçeleri yanıyor, tutuşuyor. Gökyüzüne yükselen duman ve is kapkara bulutlar oluşturuyordu orada! Göz gözü görmüyordu bu karanlıkta. Zifiri karanlık ise ürpertiyordu görenleri.
Nabukadnezar umutsuzca çığlık atmaya çalışıyor fakat nafile bir çaba oluyordu bu! Vücudunun tekrar değiştiğini görüyor… Ayakları kile, gövdesi demire, kolları bronza dönüşüyor… Başı ise altına. Vücudu: altın, bronz, demir ve kilden oluşan hareketsiz bir heykele dönüşmüştü şimdi.
Dağlardan gelen sel suları kilden oluşan bu ayakları aldı götürdü beraberinde! Nabukadnezar, korku dolu şaşkın bakışlarla izledi ayaklarının kopuşunu…
Ardından ateş ırmakları ulaştı bulunduğu yere. Önce mermer kaide yuvarlandı yere. Sonra bu ateş ırmağı mermer kaideyi yutarak bulunduğu yere ulaştı ve demirden gövdesini eritmeye başladı.
Nabukadnezar umutsuzluk içinde yalnızca izliyordu olup biteni. Elinden başka bir şey gelmiyordu! Hem sonra kaçıp uzaklaşması neyi değiştirirdi ki! Çaresizce ateş ırmağının vücudunun kalan son kısmını da yalayıp yutmasını izlemişti.
|
|
Politik İllüzyon ve Babil"in İskambil Kuleleri
(Aydın akdeniz) 15 Ağustos 2008 |
Tarihsel Roman |
| |
Yan odaya geçtiğinde henüz ayakta olan sadık hizmetçisine seslenerek kendisi için bir madhu iksiri hazırlamasını istedi. Hizmetçi, efendisinden aldığı direktif üzerine odadan koşarcasına uzaklaşırken yardımcılarından derhal başrahibi uyandırmalarını istedi.
Başrahip gecenin şu vaktinde uyandırılmaya alışkındı. Koridorda koşuşturan ayak seslerini duyduğunda, acelenin kendisi için olduğunu anladı . Daha adamlar odaya ulaşmadan hazırlanmış ve yanına gelenleri kapıda karşılamıştı. Rahip, oradan ayrılmadan önce madhu iksirinin yapımı için gerekli olan malzemeleri aldı odadan. Sarayda ki tapınağa acele ile koştururken sabah önemli bir hareketliliğin yaşanacağını düşündü. Neydi acaba bu! Şu son günlerde Kral Nabukadnezar’ı bu kadar tedirgin eden ne olabilir di?
Bir taraftan bunları düşünürken öte yandan usulca;
“Asil bir soydan geliyorum nede olsa!
Ülkemin geleceğini ilgilendiren konulara karşı kayıtsız kalmak doğru olmaz.” Diye mırıldandı.
Gizli bir nefretle iyice kıstığı bakışlarını tapınağa uzanan koridorda dikkatlice gezdirip çevresinde kimsenin bulunmadığından emin olunca bu kez daha yüksek bir sesle konuşmasına kaldığı yerden devam etti;
“ Hem büyük babam bir zamanlar, bu hanedan tarafından tahtından alaşağı edilmemiş miydi…!
Ben ki, damarlarımda, büyük Kral Shamasshum-Ukin’in asil kanını taşıyorum;
O halde, bu hanedana günü gelince geçmişin hesabını sormak, atalarımın üzerimde bir hakkı!
Ey ateş tanrısı Athar, o güne dek içimdeki kini diri tut ve bana güç ver.”
Başrahip Esarhaddon son cümleyi bitirdiğinde tapınağın kapısına ulaşmıştı. Bakışlarını çevrede son bir kez sinsice dolaştırdıktan sonra içeri girdi.
|
|
Küçük Dedektifler Tavşan Adası'nda
(Aydın akdeniz) 24 Ocak 2009 |
Polisiye |
| |
Şule duvardaki saate baktı. 13.30’u gösteriyordu. Usulca annesinin yanına gelerek;
—Anneciğim benden istediğin bir şey var mı? Biliyorsun bugün günlerden cuma ve az sonra arkadaşlarla evin bahçesindeki çardakta buluşacağız.” Dedi.
O sırada mutfakta olan Nermin Hanım, öğle yemeği için gerekli hazırlıkları yapmakla meşguldü. Kızının nerede ise fısıltı ile söylenen sözlerini duymadı bile. Salata için yıkadığı marulları doğramakta olan annesinin dalgınlığını fark eden Şule, bu kez daha yüksek bir sesle;
- “ Anne birazdan arkadaşlarım çardakta olacak ben çıkıyorum” dedi. Bunun üzerine kadın;
- “ Peki, ama sakın geç kalma! Baban az sonra burada olur. Bir saate kadar evde olmalısın.” Diye karşılık verdi. Şule;
- “ Kalmam, görüşürüz anneciğim” dedi ve oradan ayrıldı. Arkadaşlarıyla çardakta buluşacak olması minicik yüreğini sevinçle doldurmuştu.
Kapı girişindeki taş basamakları ikişer üçer atlayarak soluğu bahçede aldı. Hızlı adımlarla yirmi metre kadar ötedeki bahçe kapısına ulaştı.
Bir çırpıda burayı aşarak çardağa uzanan patika yola koyuldu. Yol, güzergâh boyunca bir incelip bir genişliyor, kıvrımlar oluşturarak çardağın bulunduğu tepede gözden kayboluyordu. Dağ yamaçlarından deniz tarafına doğru esen meltem rüzgârları, henüz yeterince ısınmamış olan havanın daha da serin hissedilmesine neden oluyordu.
Şule paltosuna sıkı, sıkı sarıldı. Üşümemek için adımlarını hızlandırdı. Yol boyunca, baharı müjdelercesine öbek öbek açmış kır çiçekleri arasından geçerek çardağın bulunduğu tepeye doğru tırmanmaya başladı.
Bir gün önce okul çıkışında Şule ve Kübra, kendilerini kasabadan köye taşıyan okul servisine binecekleri sırada sınıf arkadaşları Ahmet yanlarına gelmiş ve
- “ Arkadaşlar, yarın çardakta buluşuyoruz öyle değil mi? size anlatacağım şeyler var! Demişti. Şule ve Kübra, ikisi de bir ağızdan yanıtlayarak;
- “ Elbette Ahmet, her zaman ki gibi” dediler. Sonra aynı anda birlikte verdikleri bu cevap için birbirlerine bakarak gülüştüler. Ahmet konuşmasını sürdürerek;
- “ Fakat bir şey daha var. Bu kez küçük kardeşim Neslihan’da gelmek istiyor benimle…” Şule;
- “ Bizce sakıncası yok. Neden olmasın” dedi. Ahmet kısa bir duraksamadan sonra;
- “ Şeyy, çocuklar, sanırım tavşan adasındaki madene gitmemiz gerekecek! ”
Kızlar, duyduklarına inanamamışçasına;
- “ Nee! Tavşan adasına mı gideceğiz yani? ” diyerek şaşkınlıklarını belirttiler. Ahmet;
- “ Ne o, korktunuz mu yoksa? Sizin gibi kızlar…”
Ahmet daha sözlerini tamamlayamadan servis şoförü Harun’un tiz ve ince sesi duyuldu arabada;
- “ Haydi, çocuklar, kesin artık şu şamatayı! Yola çıkıyoruz.” Ortalığı saran gürültülü motor sesi ve egzoz dumanı çocukların konuşmasını yarıda bırakmıştı. Kapı kapanırken Şule aracın arka kısmına geçerek Kübra’nın yanındaki yerini almıştı bile.
İşte çardak şimdi tam karşısındaydı. Şule etrafına bakındı, her zamanki gibi buluşma noktasına en erken gelen kendisi olmuştu. Kendi kendine söylenerek;
— “Ahmet’in derdi neydi acaba? ”
Birden az öteden gelen Kübra’nın tanıdık sesiyle irkildi. Başını kaldırıp arkadaşına baktı ve
- “ sen miydin kız beni çok korkuttun” dedi.
Kübra,
- “ Neyin var senin böyle! Çok dalgınsın. Hanidir el sallıyorum sana, beni fark etmedin bile.” Şule;
- “ Bir şeyim yok. Fakat Ahmet’in söyledikleri takıldı kafama. Tavşan adası biliyorsun ki tehlikeli bir yer. Geçen sene orada olanları unutmuş olamazsın! Buna rağmen Ahmet, acaba niçin gitmek istedi oraya? ”
Kübra merakla;
- “ Eeee, sahi ben Ahmet’i bugün okulda hiç görmedim. Sakın başına bir şey gelmiş olmasın!”
Şule;
- “ Sanmıyorum. Çünkü oraya birlikte gitmekten bahsetmişti bize. Yalnız başına hareket etmiş olamaz.”
Kübra, başını öne doğru sallayarak onayladı arkadaşını ve ardından ekledi;
- “ Galiba haklısın, dediğin gibi olmalı. Fakat biraz bekleyelim, eğer gecikecek olursa telefon eder ararız kendisini.”
Aralarında bir süre daha konuşan çocuklar soğuğun da etkisiyle bir an önce çardağa çıkıp ısınmaya karar verdiler. Kübra merdivenlere tırmanırken Şule maşingayı yakmak için daha önce ağaç kovuğuna istiflediği kışlık odunlardan bir kucak dolusu aldı yanına. Ağırlığın etkisiyle rutubetli, ıslak basamaklardan kayıp düşmemek için boşta kalan eliyle sıkı sıkıya tutuyordu basamakları. Yaklaşık on beş metre karelik bir kullanım alanı bulunan çardak, çocukların burada hoşça vakit geçirmeleri için yetip artıyordu bile. Maşinga, denize bakan pencere kenarındaki köşeye yakın bir yere kurulmuştu. İki metre yükseklikteki tavana kadar uzanan borular, ağaçtan yapılmış çardağın duvarındaki delikten olabildiğince öteye, dışarı doğru iyice uzatılmıştı. Maşinga boruları, dıştan bakıldığında hoş bir görüntü vermese de çıkan dumandan ağacın zarar görmemesi için bu şekilde yapılmıştı. Çocuklar, maşingayı yaktıkları zaman söndüğünden emin olmadıkça oradan ayrılmayacaklarına dair söz vermişlerdi ailelerine. Okulda gördükleri derslerden ağaç ve ormanların çevre için ne kadar önemli olduğunu öğrenmişlerdi. Orman yangınlarının ülke ekonomilerine, çevreye ne büyük zararlar verdiğini, ekolojik dengenin bu durumdan nasıl etkilendiğini çok iyi biliyorlardı. Hatta bir ara okulda yapılan “ Ormanlar ve çevremiz ” konulu etkinlikte, hazırladıkları duvar gazetesinden dolayı ödül dahi kazanmışlardı. İşte bu nedenle ateşi yakarken etrafa kıvılcım sıçratmamaya son derece dikkat ediyorlardı.
|
|
Küçük Dedektifler Tavşan Adası`nda (Iı)
(Aydın Akdeniz) 17 Ekim 2009 |
Çocuk Romanı |
| |
Şule, maşingada içinde ateş yakmaya yarayan boşluğun kapağını açtı. Kesilip, maşinganın alabileceği şekilde doğranmış meşe odunlarından birkaç tanesini buraya yerleştirdi. Aralarına bıraktığı çıraları tutuşturdu ve sonra kapağını kapattı. Rafa uzanarak oradan aldığı çaydanlığı güzelce temizledikten sonra maşinganın üzerine bıraktı. Bu arada, oturduğu iskemleden şaşkın bakışlarla kendisini izlemeye koyulmuş olan Kübra’ya seslenerek yanındaki su testisini uzatmasını istedi ondan.
Az sonra odunlar gürül gürül yanmaya başlamıştı. Çıtırdayarak gürültüler halinde yanan ateş, küçücük odanın hemen ısınmasını sağladı. Bu arada Şule Kübra’ya dönerek; |
|
|
Hayatın kendisi mi sorgulanır satırlarda, geçip giden zaman mı? cevap mıdır önemli olan yoksa yaşanan anlar mı?
|
|