"Yumuşak olma ezilirsin, sert olma kırılırsın." -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Karşımda oturan kadının gözleri aynadan yapılmaydı . Böylece elinde ne var ne yok görebiliyordu herkes , Sol tarafımdaki cılız para babasının kolları zamanında kopartılmıştı kimbilir hangi meseleden , kartları masaya yanındaki köpeği atmak zorundaydı fakat onun da milleti ısırmasın diye ağızlığını zorla taktırtmıştık . Bu yüzden oyunda ona ilk el dağıtılan hala açamadığı kartlara ve çoğunlukla kadının gözlerine bakıyordu . Sağımda ki altı yaşında bir çocuktu , başımızda dikilen casino zebanileri , onun aslında çocuk kıyafeti giymiş bir mesih olduğunu iddia ediyorlardı . Bu doğru bile olsa oyundan zerre anladığı yoktu . Kadının karşısında oturan adam , bendim tamam , herkes çok dikkatliydi , fakat masada bir sandalye boştu . Onun gelmesini beklemiyorduk , fakat yokluğu ve boşluğu hiçbirşeyden yapılma gibiydi , belki ya oradaysa diye arasıra telaşa kapılıyorduk , yokluğu ölümü andırıyordu . Ben kadının kartlarına bakıyordum , Takım elbisem , viskim , ellerim ve bacaklarımla , yaşımla , sır vermeyen gözlerimle , eksiksizdim , hatta eksisizdim , bu oyunu daha önce defalarca oynamıştım . Solumdaki cılız , kolsuz kodaman , arasıra benden yanağını kaşımamı rica ediyordu , ben kaşırken kadına daha da anlamlı bakıyordu , Çocuk mesih , pulları iki ayaklı köpeğe fırlatıp oyun oynuyordu , burnunu karıştırıp kartlara sürüyordu , Bu yüzden zebaniler sürekli yeni deste getiriyorlardı . Bense eksizdim , ,, tam bu oyun için yaratılmıştım , bu masa için yapılmıştım , kazanabilirdim . Fakat isteksizdim , oynamak istemiyordum . Kadın arada bana baktıkça , Aynadan gözlerinde ben yerine , O boş sandalyeyi görüyordum . Yoksa oraya mı bakıyordu ? Orada olmayan ben miydim ? KARA KALPLİ DEV ne kinli bülbüller öldürdük , makamına alışmadan , kaba yorganlarda yattık sızlanmadan , ve çıplak havuzlara daldık , ve o basit havuzlarda yüzdük , ama herkimsenin (!) gözünde dev gibi olanların, kendi içindeki sefaletini anlamış değiliz. siz sevilen kullar , balık cesedinde yakışıklı pullar , yitik esreler , 0 yorum var - 26 Kasım 2010 02:14ütülü beyaz gömlekleri sevdiğim ,saçlarımı geriye taradığım , kim olduklarını bilmediğim kokana kadın akrabalarımın " aa senin gözlerin mavimi yeşilmi ? " diyerek , kıkırdaştıkları ... herneyse .. geçmişimi siktiği-mimin bir zamanında kendime : " bir gün doymak bilmeyen beyaz , büyük bir göbeğim , az gören yeşili kısılmış , perdesi mercekle kuşatılmış gözlerim , kel bir kafam , sürekli alkolle karışık , ( ayı ini ) , küfreden bir ağzım olacak , o zaman sevileceğim " demiştim , hata etmişim ... tek hatam bumu peki ? Evet , bunun dışında siz sevilen kullar gibi yaşamaya çalıştım , siz sevilen kullar , balık cesedinde yakışıklı pullar , yitik esreler , ( evde yokuz ) - 24 Kasım 2010 03:22 bir rüzgar yakaladık , fakat ne uçurtma , ne de tekneyiz artık . kapı çaldı sanki ve evde yokuz , artık yüzüyüz gölgelerimizin , 14yitik kıyı ( herkesin diğeri olduğu yer ( IV ) - 04 Kasım 2010 03:42 Ve biz zamandan nefret ettik . Oysa zaman bize ölü balıkları satmaya çalışan , kıyıya yanaşmış bir balıkçı teknesiydi , ölü dediğime bakmayın , biz zaten hep ölü balıkları istemedik mi masamızda . Titreyen merhamet dileyen hortumla doldurulmuş kovada olan balıklara acıyıp , tezgahta kıl ( çığ ) ı kıpırdamadan , cansız yatanlarını tercih ettik . Ayrılıklar nasıl ilk gününde lanetliyse , aylar ya da yıllar sonra yaşantımızın magazini olmayı becermedimi . Yani biz bir nokta da ölü seviciydik . Düştüğü zaman avucumuzda titreyen , kaldırılmayı bekleyen çocuklar ; suyu gelipte tekrar düştüğünde , o eskiden ağlayan , şimdi sadece elinin tersini gördüğümüz çocuklar , biz büyüklere (!) benzemişti . Yani biz bir anlamda kendimizi becermiştik . Zaman adi bir tüccar mıydı hepimize göre ? hepimize rağmen ? Bize o ölü balıkları satmaya çalışan o cafcaflı teknesini kıyımıza yanaştırıp ; - alır mısınız ? almazsanız da çok umrumda değil , satacak birilerini bulurum nasılsa , diyen , Aramızdan biri çıkıpta , onun yolalmasına tahammül edemeyip ; - evet bu diğerlerinden biraz daha ölmemiş görünüyor , ben bunu almak istiyorum , dediğin de ... Hepimiz sıraya girmemiş miydik telaşla , anılarımızdan bir parça koparabilmek için . Oysa bizim kıyımız ne güzeldi , sevgisizlik gölgesi büyümeden önce ; büyük harfler yoktu , betondan suratlara sığınmadan , içimiz ince konuşur , büyük susardı . içimiz de sormak ; bilmekten daha öteydi , sevi ayrıntıda gizliydi . vakti geldiğinde beni terketmesine , gözyaşlarıyla inanamadığım arzularımın , nasıl desem ? " bir sisle kapanmışlığı " ki ben sisi çok severim , aynı bir gün sakınarak bu zamanların çoğalacağını bilerek ayırdığım gözyaşları ... gibi ... Balkona çıktı adam , sis bir plaka gibiydi , tüm görüş alanını kapatıyordu , ne kadar görmek istemediği durum , bina , ya da göl varsa kapatıyordu , o gölün üzerindeki ışıkları sevmezdi , titrek bir mum alevine benzerdi o ışıkların gökyüzüne yakarışları .. Sis ; " bir tabaka önünde " , " gri " , tahta kapının ardında bulduğun , eski sandalyenin ucuna ilişmiş , fildişi hırkası , biraz masanın üzerinde gözlüğü , ki masa da ; yeni , dayın tarafından çakılmış ... Gülümsemesi sana , senden daha umut dolu ,babaannenize benzemezdi . Onda bunaların hiçbiri yoktu ... Böyle şeylerin vereceği umuttan eser yoktu , çünkü umutsuzluğu yoktu , hepbiribirilerini ararlardı böyle duygular kuytularda , ona anılarını yeniden satacak bir pezevenk yoktu , ileriye bakıyordu fakat yaşamak için değil , yeniyi de sevmek değildi niyeti .. Aşağıya inmişti o gün adam , zengin ve güzel evinden çıkıp , eski fakir hayatını özler gibi değil, çünkü hiç fakirleşmememişti , sis kapatmıştı önünü , görmedi kendisine selam veren ablayı , hala gölgesiyle oyunderdinde olan yawru , gebe sarmanı . Görmedi ağaçların nasıl yapıştığını toprak bulamadığında duvar diplerine . Manavı geçti , marketi geçti , KENDİNİ GEÇTİ , Dairesinden asansöre binip aşağıya inip sadece 32 adım yürümüştü , hiç birşey görmedi , sisi çok severdi , izleyen , dinleyen , okuyan ahali , " bu adam ölmeye gidiyor " derdi , " derdi neydi " Keşke sepeti sallaysaydım dedi içinden tekel bayiine , telefon etseydi ve bıyıklı herif yürüseydi 32 adım , hiçbirşey görmeseydi . Çünkü bunların hiçbirine görmezden gelmeye değemezdi , -selamın aleyküm , dedi , -aleyküm selam abi , aynısından mı ? , dedi , Aynısı neydi ? aynısı belki sisi dağılmadan , kendini acıtmadan , anı satın almadan , aynı yolu geri dönmekti . -aynısından kardeşim , iyice sar ki yolumda tanıyan olmasın taşıdığım şeyi . ŞU BUDUR sessizlik yağar bazen üzerime , " şşşt " diyen bir uzun kalabalık , çok azdır , bilir misin ? hayat ne kadar kenara itelese de , bilir misin inanmak isterim , işitmeye , söyleyebilmeye ve direnmeye , ses yağar bazen üzerime , çığlığımsı deprenimsi bir korkunç tekillik , az çoktur bilir misin ? hayat her ne kadar gel dese de , inanmamak isterim , sevmemeye , öğrenmemeye ve boyuneğmeye , çünkü dar , geniştir , zindanlar özgür , efendiler biraz kaçıktır , ve çaresiz dediklerimiz hür , çünkü ışık karanlıkır , ve kılımız kıpırdayamaz , beyaz siyahtır , eywallah alnımız kendimize göre açıktır, ama insan dediğimiz ancak bir tür , kabullenmek zordur , hayat kabullenmektir hayat göttür , HERKESİNN DİĞERİ OLDUĞU YER, adam uyandığını farketti , dün gece o teşrif edene kadar herşey ne kadar yakışklı bir rezalet içindeydi . sonra yine yoluna girmek zorunda kaldı yalan , belki tam teşekküllü bu hadisesizlik örgüsünde yaşamını parazit gibi sırtımızda ikame ettirebilen tek hadiseydi , ya da biz mi yalana yapışmıştık çöp balıkları misali , fakat balina kadar büyümüş olamaz dedi içinden , bizim coşkulu tembelliğimizi kaldırabilmesi için okyanustaki en iri yaratık olmalıydı . betona yüzü koyun yatmış olmanın verdiği efektleri suratından aynaya yansıttığında , irkilmedi , sonuçta o bu sabaları tokmaklayan gecelerin yabancısı değildi , tam ona göreydi , suratı suretten öte , falına bakılmak istenilen bir el gibiydi . Suyu yüzüne çarptı ayılmak veya temizlemek için değil , alışkanlıkla ; düz alnından gözünün altından ayrılmayan çapak birikintilerinin başından deltaların oluşturduğu su yollarınndan çenesine akan hikayeyi seyretti . gecesi sabahını becermişti , çünkü sabah uyuyakalmıştı ve öğleye dönmüştü , Soğuktu kaloriferi yakmadı , demekki diğerleri için soğuktu , ama bu onun algısının dışında değildi , " o zaman töreleri de anlamak lazım " diye düşündü , " öfff hiçbirşeyi anlamak istemiyorum " dedi , demek ki , düşünmemesi gerekti , düşünmemek için yemek yemeğe karar verdi , zaman dardı onun için nasıl olsa bir an önce valizini hazırlaması gerekti , sahi gece saçmaladıkları neydi , " hiç kimseye ulaşmasa da yazılan mektuplar falan , içki içmemek lazım uyuşmam için başka bir yol bulmalıyım , alkol içimdeki herşeyi herkese fısıldıyor sanki " böyle bayılana kadar içip , sabahleyin ya da öğleyin , yüzde doksan öğleyin uyanan osmanı hatırladı anarşi osman , o gün ona neden uğramışlarlardı hatırlamıyordu çünkü uyanır uyanmaz kafaya diktiği yarı dolu kolonya şişesi hatıralarında daha baskın bir yerdeydi , sonra onu düşünmekten vazgeçti , kıçtan düşmüş iki yumurtanın midesine ulaşması için haşlanmasını bekledi , yazdığı masanın önünde durdu , çamurdu herşey çamurdu , pis değil fakt karışmıştı , kendine bırakılmış birkaç satırı okudu , " bak sen ne kadar paylaşmasan da içindekileri , ben başkalarının dizeleriyle paylaşmak istedim en azından , neyse ... ... " sessizlik yağar bazen üzerime , " şşşt " diyen bir uzun kalabalık , çok azdır , bilir misin ? hayat ne kadar kenara itelese de , bilir misin inanmak isterim , işitmeye , söyleyebilmeye ve direnmeye , ses yağar bazen üzerime , çığlığımsı deprenimsi bir korkunç tekillik , az çoktur bilir misin ? hayat her ne kadar gel dese de , inanmamak isterim , sevmemeye , öğrenmemeye ve boyuneğmeye , çünkü dar , geniştir , zindanlar özgür , efendiler biraz kaçıktır , ve çaresiz dediklerimiz hür , çünkü ışık karanlıkır , ve kılımız kıpırdayamaz , beyaz siyahtır , eywallah alnımız kendimize göre açıktır, ama insan dediğimiz ancak bir tür , kabullenmek zordur , hayat kabullenmektir hayat göttür , selim tezcan bak bu şair yeni yeni emekliyor , belki sende şu hastalığında ... neyse ben umutluyum , Yağmur hala küfür gibi yağıyordu yüzünü hep o tarafa dönüyordu , biliyorum başarılı olan şeyler hep amacına ya da sahibine ulaşıp , ona geldiği yolu anlatabilen şeylerdir . Bir mektup yazabilmek için ne kadar çok şeyi unutmamak gerekiyor . içtiği masadan sigarasını ve papyonunu geri aldı , oturacakken geri dönüp küllüğü ve çakmağı , yazmaya başladığında kızdı … bir şişe viskisi , o viskinin bardağı , gözlüğü , oradaydı hala , o kadar kızmıştı ki ; teleportasyon icad edilse oraya teleport olacak kadar üşengeç bir kızgınlık … Yine de bu küçük kuşlar onun tiksintisinin önüne geçebilecek şeyler değildi , yaşamı içmeye başladığı şişe gibi , acı başlayıp sonradan tatlılaşmıyordu . “ motor “ diyen herkimse onun senaryoyu önceden okumadığına emindi . yine de bir süredir onun verdiği telkinlerle televizyonu kapatmamıştı , kondisyon aleti almıştı , bilimum dalgalar işte … hayata yamanmıştı . Kadehin diğer sahibine mektup “ İnsanoğlu arzuları onu becerdiği sürece yaşam denilen dengesizliği sürdürür , fakat bu esnada yavaş yavaş benliği tutuşmaktadır. Arzularıyla işi bittiğindeyse , küle döner başarsın veya “ siktir et olmadı desin “ uzun bir zaman onu savuracak bir rüzgar bulamazsa , kendini savurmak zorunda kalır , bunun ne demek olduğunu sanırım herkes biliyor...” sana yazmak yine zor olacak en iyisi başka bir şekilde anlatmak : Bir gün bir çocuk , arkadaşımız işte üniverste yıllarında diğer arkadaşlarımız evide değilken bana uğramıştı. Bu çocuğu hep ezer dalga geçerdik , ( hala eziyorum galiba çocuk dediğme göre ) Biraz lafladık işte muhabbetin arasında evinin sularının akmadığı muhabbete dahil oldu . Gir buyur keyfine bak dedim , fena değildi yaşamım o zamanlarda da yine , alkol kadın dostlar (!) Eksik olmazdı, eğlence ekiğimizin de bir kısmını böyle gidermekte bir sakınca yoktu , Banyodan çıktı temiz havlu olmadığı için vermedim , ya da vardı da vermemiştim hatırlamıyorum , öyle altında sadece donu yanıma oturdu , titriyors-du , kıştı zaten , ben kışları da kapıyı penceriyi açarım ki ; sıcağa hiç gelemem, ayrıca çok sigara ve alkol tükettiğim için oksijene ihtiyacım vardı . Pencereleri kapattım i kaloriferi zaten hiç akmazdım ibneler gelmeden önce , soğuk olmalıydı içerisi ona göre, bir elektrik sobası vardı , onu aldım getirdim dibimize koydum çalıştırdım , -Yakma boşuna istemem böyle iyi , dedi … -Ya oğlum saçmalama titriyorsun , dedim … -Yok iyi gerçekten , yakmana gerek yok , sağol … Trip atıyordu aklınca , bizim ona verdiğimiz hasarı böylece gidermeye çalışıyordu … Şimdi düşünüyorum da , trip te atsa , gerçekten öle iyi bile olsa adam bizden iğrenmişti , bunca zaman aptal yerine koyduğumuz o olsa bile iğrenilen bizdik . Bunu uzun zamandır düşünüyor olabilirim fakat bugün içimi daha da sızlatıyor , ama içimi sızlatan hala ona yaptığımız değil , onu bunun biliyor olması, o çocuğun … Bu gemi yürümez , beni bu hastalık iyice yufka yürekl yaptı sanırım ,,,sen hala umut taşıyorsun aksime , bu kondisyon aletinin hiç faydası yok , Ne kadar sarhoştu artık , gece tam onun gecesiydi , yağmuru ve çiçekleri çok severdi , bir de … yağmur artık dinmiş çiçekler karanlığa saklanmış olsalar bile onların dibinde uyuyakaldı , son sevdiği şeyi unuttu , bütün bu tiksintiyi o kadeh başlatmıştı , üzerinde parmak izlerinin , ağız salyalarının olduğu değiştirilmemiş kendi kadehi … ve o böcek mutfakta görüp öldüremediği , zamanla büyüyecek hastalığı gibi … - Tatlım … - Tatlım … seslendi birileri , Beni yine bir zaman sonra böyle sanki çok istiyormuşum gibi betonla kafa kafaya vermiş bulacaksın ve şöyle diyeceksin : - Tatlım … - Tatlım … Ve bende birazcık ayılabilirsem eğer : - Sana mektup yazabildim sonunda … bak orada kadehin yakınlarında olması lazım , -Hımmmm , bu kağıtta hiçbirşey yazmıyor ; “ huzursuz cennet “ dışında ( ********** ) kadehi tekrar doldurmak için mutfağa uğradı , mutfak her zaman ki gibi temiz derli toplu ve kendinin aksine , olması gereken yerdeydi , mutfak tam onun mutfağıydı , fakat dikkatini tezgahın üzerinde küçücük sinek-böcek mutandı birşeye bağışladı , o yaratık sanki tüm fayanslığın , ankanstreliğin içine ediyordu, parmağını uzatsa üzerine ölecekti , öldüremedi, Düşüncelerinden arınmak için içmek yerine yumurtaları buzdolabına dizmeye karar werdi , içmek onu böyle yapıyordu ( sıradışı ), " böcekten hoşlanmıştı ya da sinek hernesi – kimse ... öldüremediğinin değil öldürmediğinin farkına vardı , bir farkı var mıydı ? bunun hakkında binlerce punto düşüneblirdi . Ee vaz mı geçmişti herşeyden yani sokakta yakışıklı bir kübalı adamın ; çirkin , kendisinden daha yaşlıı şişman bir kadına yüreği ağzına gelerek serenat yaptığı parçayı defalarca dinlemeyecek miydi ? internette dolaşıp duran görüntü de onun da kalbi yine bir hoş olmayacak mıydı ? Bakmadığında kuruyan çiçekleri sewmeyecek miydi ? Beyaz çorabın üzerine sandaletiyle sokaklarda dolaşan eli fotoğraf makineli turistlere gülmeyecek miydi ? “ Bizi tek sıraya dizip herkesin diğeri olduğu yere götürdüklerinde, tüm iç dünyamızdan da mı vaz geçeceğiz ? ben kendimi terketmek istemiyorum , yaşadığım coğrafya ve onun fırıldak orospu ruhları beni terketmeliydi , bizi kendini kuyunun en dibinde hisedenleri , bizim adımlarımızla terketmeliydi … “ Birkaç sigara içerse daha ve ikinci kadehin kimin olduğunu unutup onu da bitirirse ... bağlantılar elbette kopacaktı hayatla , onu gücendirmeyen şeylerden de uzaklaşacaktı , onu gücendirmeyen şeyler öyle hırs ve umut gibi karmaşıklaşmamıştı , onu gücendirmeyen şeylere o : herkesin dediği gibi “ sevdiğim şeyler “ diyemiyordu , çünkü onlar basitti , üç şeydi : yağmurdu , bitkiydi we … Balkon her çıktığında üzerine , ona kendini hiç hisetmediği kadar dışlanmış hissettirirdi , dışarıya çıkıpta herkesin arasında olamamanın werdiği kuş bakışı hüzün , işte sanki burası herkesin diğeri olduğu yerdi … karşı komşudan yeni edindiği saksılık ona herşeyi sıcacık hissettirdi , çiçekler nasıl da en hoşuna giden haliyle karşısındaydı … yağmur parçacıkları hemen yakınına düşmek için hiç gocunmuyordu …. Arasıra kadehin diğer sahibinin aldığı yeni hırkanın çabucak eskimiş dirseğine aşk şarkısı mırıldanıyordu , bütün iğreti durumlara rağmen işte insandı ya da hernekimse , kandırılmıştı yağmur ve çiçekler tarafından ... kafasını hep o yöne çeviriyordu kendine mutluluk veren yere ... sabaha yaklaşan saatlerin her işine burnunu sokmasmdan bıkmasına rağmen , yine sabaha karşı yağıyordu yağmur ,,, bitmemiş kadehin sahibine bir mektup yazmaya karar verdi , aklından defalarca hep bambaşka doğruları tekrarlamıştı , yazılmayan mektuplarda , doğruyu yazmanın anlatabilmeye yetmediğini biliyordu . ( ************ ) Aniden elindeki bardağın ne kadar kirli olduğunu farketti adam, üzeride dudaklarından bulaşmış az önce yalanmış bir kaç organın doku kalıntıları , kedi kılları, üçüncü sınıf fındığın, dördüncü sınıf kırmızı şarapla karışarak oluşturduğu tatak büyüklüğünde sarılıklar ve kadehin içinde dışından daha çok bulunan parmak izleri ... hepsini bir araya getirdiğinde hayatından daha iğrenç değildi ... Mevsim onun mevsimiydi kendini iyi hissediyordu, temiz olanında içse daha lezzetli olacağını düşünürdü belki bu havada ama bardak ona ihanet ediyordu .. bu tam sana göre der gibiydi . Nasıl birdenbire bardağın bu kirli halini kendine yakıştırdıysa , farklı hayatların birdenbire ölümleri gibi aniden fikrine atom bombası düştü, bizim gibilerin dedi bir yeri olmalıydı, yani HERKESİN DİĞERİ OLDUĞU BİR YER , bu yer yeryüzünde belki ama sanki karanlıkta büyümüş güneşin pek sevmediği , bulutların nimbus kılığında , ayakların çamurlandığı, yine de kırılmış dalların örtüsünün deliklerden yuvalarları kuşatığı .... ... neden coğrafyasını tarif ediyorum ki dedi kendine , bırakalımda birbirinden farklılar bulsun yaşamak istedikleri yeri,,, evet bizim hepimizi toplayıp, son kez sıraya dizip, marşlar eşliğinde yürütmeliler, hatta diğerlerine de teşhir edebilirler ( zaten yeterince oluyoruz ), , sarmaşıklı sokak aralarından geçirip; kahwelerin içildiği, örnek komşuların birbirlerinin kocalarına yan gözle bakmadığı mahalle içlerinden," insan projelerinin makineleşmiş yumuşak kalbilden " - hakikaten bize sewmeyi kim buyurmuştu ? Buyur burdan yak ... alkolikler, esrarkeşler, bilimum müptellar, yalancılar, hastalar, şizofrenler, deliler, kaçaklar ( kaçmak isteyenler değil ) hırsızlar ( suçlular değil ) , küfürbazlar, piç doğuracak olanlar, utangaçlar, sevişgenler, genibozuklar, yoldan çıkmışlar, ölmek üzere olanlar ( yaşlılar değil ) efendisizler, köleler, devamı için biraz süreye ihtiyacı olanlar ... devam edecek ... KİM KİMDİR aşk şiirleri yazmayı bıraktığımızda büyüdük sandık, yalnızlığa tapınmaya başlamışken şimdi, yanımızda olmayan "kim" di ... evet " kim " , başkası değil . "kim" i sevmeye başladıkça, büyüdü sandık, sandığın içindeki "ben" di ... BARDAĞIN YARI ÇIPLAK HALİ ben bardağın hep boş yarısını görürüm, doldurur doldurmaz kafaya diktiğim için belki, sen benim hep yarımçıplak halimi görürsün, soyunmadan sevişilir sanki uzayda , belki dolu değildi hiç sahiden bardak, belki yerçekimi yok , ayrıyız konuk olduğumuz yıldızın başka köşelerinde , felsefesi anlamsız aşkın ... ben bardağın boş yarısını görürürm çünkü yalnızlık ıkınarak atlatılacak bir duygu değil, yavaş yavaş beni terketmesini bekliyorum, kurduğum kimliğin, sen hep beni yarıçıplak görürsün, sevişmeye vaktimiz kalmamış sanki ... DI RAN seni yalandan sevdiğimi bilmene rağmen, neden herşeyini bana verdin? anlamadığım bu duygudan korktuğumu sanma, çadır daraldıkkça kafam güzelleşiyor, kirden bile sanat yapılabiliyor , ha ? sağ ve sol elimden aldığım hazlar farklıydı oysa geçmişte, az kullanılmış olanın verdiği ... tabii ki biliyorsun ? biz o kalenin surlarında rakı içtik, savaşılan taş duvarların arasında seviştik, beynimizi yormak varken kasıklarımızı deştik ? neden her geri dönüşümde kapın açıktı ? KAN ÇARPANI milyonda bir görülecek hastalığa yakalanmışsın ; ölme isteği, yaşama duyulan rahatsızlık ya da rahatsızlığı yaşayabilme ayrıcalığını sonunu getirebilecek kadar sıcaklık ... çünkü sistem sana küsmez, sen sefilleşip yoruldukça ısınıp daralırsın ve sana bir battaniyeymişsin gibi sarılır , sen azaldığını sandıkça... diyalektiği zaten burda gelişiyor insan dramıyla , bu dramdan payını ters orantısal şekilde arttıran varlığını sürdürdüğün yaşam alanının... ben buna kan çarpanı diyorum ... dışarıya çıkamıyorum bir parça çimen yüzünden ölesiye korkuyorum, karanlığımın önünde gülümsüyor yemyeşil bir parça çimen, üzerinde postal izleri , savaştan yeni uyanmış bir kan kokusu beni içine çekecek sanırım, adımımı attığımda kirden adamlar götürecek büyütemediğim düşleri, fakat bu ışık ; gölgeleri gösteren , pek yabani bana, gözlerimi acıtacak ağlarsam, hayat sandığım şeyin , emin değilim hayatım olduğundan , fakat öyle alıştım ki bu loş kendimliğe, eğer buradan çıkarsam ... kapımdan koşan rüzgar elmi uzatsam beni savurmaz mı ya ? bilmediğim , herkesin birbirine nasılsın derken , nekadar yalancı olduğu diyara götürürse ya , ya hızlanırken çocuklar, emirler almaya mecbur kalıyorsa, kentler varsa orada ve herkes kusursuza vardığını sandığı anda , evine dönmek için dua ediyorsa ? göze almak için doğru zaman mıdır vazgeçilmezi görmezden gelmenin ? zaman benim için ne kadar muamma . yaşadığım mağarada kaçacak yer kalmadı bizden, bazen bizden de kaçılır, bizden diyorum benden başka kimse olmasa da , fakat bütünüm yediğim çanakla, soluduğum is, bunca zamandır üzerimi kapatan, belki beni kendimden koruyan dokunduğum taşlarla , sanki birileri gelip oraya resimler çizecek , herşeyi biliyorum aslında , içeride de olsam dışarıda da, günün neden akşama döndüğünü bilecek kadar yakınım çıkışa, ama bembeyaz bulutlar , siyaha dönmezmi zirveye ulaştığında , yorulmaz mı kıyıya vurduğunda en sevdiğin dalga, acımaz mı ? acıtmaz mı ha ? ya bana bir el uzanırsa, kafamdaki piyano daha hızlı çalarsa , açtığım sayfalar renkli olsada kan kokarsa ? zor bulunursa anılar, ya dün olursa yaşam , toprak dökerken üzerine hala sarılableceğin cesetlerin, korkuyorum , birşeyleri sevmekten , yaşamaktan , fakat yaşadığım bu küçücük mağarada, sıçacak yer de kalmadı ...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © kuzey darıcı ..., 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |