Öküzün rengini dışında, insanın rengini içinde ara. -Mevlânâ |
|
||||||||||
|
Y.Karataş: Ben ‘ rengârenk’im. Büyüyünce Can Yücel’in kelamıyla Renkahenk olacağım… Uyumsuzluğun belki de hiç görülmemiş uyumu. Mavinin özgürlüğüne inanırım; özgürlük tanımım hiç örtüşmez çoğu insanla, denizle öpüşür ama. Eşitlik olmadan kardeşliğin olmayacağına olan inancımla; beyazı, çoğu rengin önüne koysam da ille kırmızı. Hayatım dediğimiz şey ne haltsa ben işte orada tastamam bir MOR beneğim. M. Altan: Dilin anlamla kurduğu ilişki ile üslubun anlamla kurduğu ilişki arasındaki farkları ve doğacak paralelliklerin şiire artısını sorsam? Y.Karataş: Dil ile üslup ayrılamaz. Bir paralellikten çok, neden sonuç ilişkisi vardır aralarında. Anlam asıldır hayatta ve sanatta. Çağının ürünü insan varoluşunun nedenlerini ve sonuçlarını farklı tanımlıyor her yüzyılda. Yanıtlarını değişik üsluplarla verse de soru hep aynı: Neden buradayız? Şiir şairin gerçeklik karşısındaki duruşunun üslubudur bir bakıma. M. Altan: ”Entelektüel uçlarını sürekli abartan bir şiir sonunda yapmacılığa/ züppeliğe dönüşebilir kolaylıkla.” Ahmet OKTAY Şiirde uçlar risk konumuna geldikçe amaç çizgi dışı seslere dönüşebiliyor… Amaç hangi konumda şiiri çoğaltmak yerine köreltir Sayın Karataş? Y.Karataş: Biçimsel denemeler hakkında ‘ahkâm kesilmesi’ çok rahatsız eder beni. Hangi biçimde isterse öyle yazar şair; yazdığı şiir olduğuna göre. Şairlik boyna asılmış ömür boyu geçerli bir yafta değil. Her şiiriniz yenidendir. Öyle şiirler vardır ki ‘kolay algılanır oldukları için dönemlerinde dillerden düşmezler ama moda olan üslup geçtikçe, ( sanatta moda yoktur çünkü, olsa olsa, anlayışlar vardır! ) şiir unutulur. O yalın diliyle hala okuduğumuz Yunus, çağına göre ‘en entelektüel’ diyebileceğimiz şiirler yazmıştır. Şair ne anlaşılmama ne de anlaşılma derdiyle yazar. Yalınlığa ancak entelektüel birikim sonucu ulaşılır. Burada Ahmet Oktay; şiir entelektüalizm arenası değildir demek istiyorsa, bunu açıkça söylemeli ve şiire bir entelektüel uç ekleyip, entel bir uçluk yapmamalı diye düşünüyorum. Yapmacıklık da ancak bilgisizlikle ilişkilendirebileceğimiz bir tavırdır. Entelektüel birikim, kişisel övünmelere, gerçekliğe karşı keyfi tutunmalara yol açmaz, aksine onlara karşı durur. Entelektüel görünümlü cahiller ise kol gezmektedir, dünyanın her bir tarafında. Bu ikisini ayırmak lazım diye düşünüyorum. Kaosu bilmeyen, düzeni anlamaz! Sanata sorumlulukla değil ahlaki bakışla yaklaşırsak, fazla entelektüellik gibi saçma sapan kaygılar üretiriz. Kimin entelektüelliği kiminle ölçüşecek yahu? Kim biliyor kimin ne kadar entelektüel olduğunu. Türkiye’de entelektüel insan var mı? Hatta aydın sayısı kaç tane? Parmakla bile sayamıyorum ben. Bizim bakkal anlasın diye bir çabayla mı şiir yazacağım; entelektüellik tehlikesi alarmını yakıp şiirime ayıklama mı yapacağım. Şiire böyle ahlaki kaygılar yüklemek korkutuyor beni. Züppecilik bilgisizlikten doğar. Gerçek bir entelektüel birikim insanı ‘aydın’ yapar! İnsani değerleri anlamanın yolu aydınlanmadan ve toplumsal materyalizmden geçer. Bu bilince sahip olmak için de ‘entelektüel’ olmak şarttır! M. Altan: Sanat alanında her zaman kötü satıcılar ve kötü alıcılar olacaktır ’ Afşar Timuçin” Sanat alanında iyi satıcı iyi alıcı nasıl olmalıdır ki kötü olan çoğalımın çizgisini silme gücüne sahip olsun? Y.Karataş: Afşar Timuçin’in satmak ve almak kelimelerini metaya ilişkin değil, şiirin öznesine ilişkin söylediğini düşünüyorum. Sanatı metalaştıran kapitalist toplum; değil şiire değer vermek, onu öldürüyor. Metalaştırmaya çalıştırdığı bütün sanat dalları arasında en son şiir var. Şairler hep başına bela çünkü. Toplumsal hareketlerin ilk tetikleyicisi ve habercisi şairlerdir. Bunu bizim insanımız pek bilmiyor ama burjuvazi çok iyi farkında. Kötü manzumeleri, şiir gibi satmaya çalışıyor demek istiyor yanılmıyorsam Afşar Timuçin. Ama yine biliyoruz ki gerçekliği ‘ kendi hesabına yeniden yaratan ‘ sanatçı, bütün çağlara seslenir. Şiir olmayan bir şeyin insanlık tarihinde yaşama şansı olabilir mi? Yeniden sunduğu gerçekliği, ( bazıları ‘yalan’ da diyor) gerçeğin önünü aydınlatmak için yaratan yanılsatan bir şairin şiiri yalan söyleyebilir mi? Çağlar boyu garip bir içgüdüyle gerçeğin peşinde koşan insanoğlu, istese de istemese de sadece ‘sanat’ olabileni yaşatacaktır tarihin bilincinde. Burada alıcı ve satıcı varsa eğer, istedikleri gibi olabilirler: Sanat satılabilen bir şey değildir! M. Altan: Türkiye’de edebiyat üzerine yapılan son çalışmalar sizi pozitif ya da negatif anlamda hangi duygu dağarcığında birleştiriyor? Son dönem çalışmaların edebiyat dünyasına kattıkları ve bunların iyi kötü yansımaları hakkında fikirlerinizi alabilir miyiz? Y.Karataş: Sokrates’in neden baldıran zehirini bir ödülmüş gibi içtiğini her gün biraz daha iyi anlıyorum sadece… M. Altan: “Hayata Sığamayanlar” denemenizi okudum… Onlar hayata sığamazken anlara nasıl sığıyorlar sormak istedim… Y.Karataş: Anlara sığmıyorlar, anları üretiyorlar; Tanrı aşktır çünkü! Hayat bir çerçevedir bir çoğuna göre, çerçevesiz hayatlar vardır, ipsiz sapsız hayatlar,. Bilgeliğin eşiği varsa eğer orada başlar. Bilgeliğin an’ı ise sığma üzerine değil, sığışmamama üzerine kuruludur: Kurulmanın da kendisine başkaldırarak. O nedenle ölüm anına bile sığamaz onlar! M.Altan: ANKA’DAN KALMA Nar yarası gecenin ortası İnce aylardayım karanfiller çağında Bir damla kan oturuyor kalbimin sol yüzüne Orada bir kül var Anka’dan kalma diyorlar Nerde görsem aksimi dert yanıyorum güneşe Ah! Şairler bile aşkı inkâr ediyor Şimdi silah çekiyorum aşk yerine Yelda Karataş Güneşe dert yanan eller atlasın sırrında şiir şiir kanadıkça çoğalacak dizelerin endamı geleceğe… Sizce şair ruhunda şiire değen hangi gizi korudukça geleceğe çağlayacak? Y.Karataş: Giz yok! Gerçek var. Gerçeğe dayanamayan yürek giz arar ve hatta yaratır onu. Gerçeğin peşinde koşmak özellikle çağımızda çok acıtıcı. Son çağı bu sömürünün çünkü. Çünkü çok kanlı ve sanıldığının tersine giz değil, ayan beyan… Şair bilincini, korudukça insan olacaktır. İnsan olunmadan şair olunmuyor çünkü… M. Altan: Kalbim Ege’de Kaldı, Aşkları da Vururlar, Davet, Son Sardunyalar, Yarası Saklım, Rakkas, Davet, Dert Faslı... Sezen Aksu ile birlikte çalıştığınız bu şarkıların çoğu yaşamın hüzün sokağında doğmuş gam kervanın yaşam kaldırımlarında ıslak ıslak betimlenen çalışmalar… Bunlardan bir tanesinin hikâyesini sizden dinlemek istiyoruz… Y.Karataş: Bu hikâyelerden hiç birini anlatmak istemiyorum. M. Altan: İlk kitabınız "Ürperme" Orhon Murat Arıburnu şiir ödülünü aldı, ikinci kitabınız “Alacaydınlık” Dünya Globus şiir ödülünü aldı, "Enel Aşk, Bir Kadının Kaleminden Şems ve Mevlana, İstanbul Bir Dişi Orospu, Hüzün Suretleri, Şahdamar - Şahdemar " diğer kitaplarınız. 2007 yılında Japonya’da düzenlenen 10. Mainchi Uluslararası Haiku Yarışması Büyük Ödülün sahibi oldu… Başarılarınız bir insanın, bir kadının, şiir üreten edebiyata soyunan bir ruhun geceye değen güneşin kaçınılmaz ışığı gibi… Bu ışığı hiç sönmeyecek bir masal haline nasıl getirebiliriz? Y.Karataş: Yazmıştım bir şiirimde: Masallar büyümez ki çocuklarla, masallar hep çocuk kalır! Ahmet Hamdi Tanpınar da ‘masalı olmayan’ insanlara dayanamadığını söylüyor. Masal şiirdir bence, ilk sözü insanın. Yazmak beni öldürmeyen tek eylem! Yaşadıklarımı öldürerek dirilttiğim bütün masallar sözlerim; eylemimden bir fazla ya da eksik değiller. Başarı mı? Başarı kelimesinin olmadığı bir dünya istiyorum ben. Gerçek eşitliğin, farklılığın sevinçle karşılanıp tanındığı o dünyada bütün insanlar başarılı olacaklar. O dünya için yazıyorum, şimdiyi ve dünü hep kalbimde düğümleyerek… Bir masal bu: Gerçeğin masalı! M. Altan: Aşağıdaki verdiğim kelimeleri siz de uyandırdığı manada tek bir cümle ile tanımlamanızı istesem… An… Topaç Mevlana… Gül Zait… Kalbim Aşk… Biz Mavi… Şems Tek kelime yazmak istedim her kelimeye kardeş ve eş olan kendimce… M. Altan: Samimiyetinizi şiirdeki edebi dünyadaki donanımınızı yaşama bakış pencerenizden bana en canlı tonuyla sunduğunuz için teşekkür ediyorum… Y.Karataş: Sizi tanımak ne güzel Sevgili Mehtap. Ben teşekkür ederim soruşmaya değer bulduğunuz için. Hoşkalın Enel Aşk Biliyorum beni yalnız karanlık taşır Acıların resmi çıkmış yüzüme Öyle diyorlar Sana benzediğimi ya da benzettiğimi seni kendime Benzemek nedir ki Hiçbir diken benzer mi dokunduğun güle... Yelda Karataş Ol’ama’dıklarım Masmavi bir gökyüzü olamadım mesela bir damla yağmur ansızın bozuyor kalbimi gölde balık da olamadım hiç tersine akan ırmak sularını özlüyor gözlerim korkulu bir sevdanın perçemi olamayacağım ki sevda: korsan yürekli şairlerin zamanına yazılı toprak üste ay’la benim ki hiç silinmeyecek. Mavi kanadına martının düşen bir damla kanlı intikam ben olamadım. Küçük vaadlere sığan büyük sözlere hayran olmadım büyük yaşamların küçük sözlerle başladığı zamanlara aktı ömrüm delik deşik ki bu kargının kırık parçası ölüm, yaşamımdan büyük değil ne yapsam Eylemimden bir fazla söz olamadım. Yelda Karataş
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehtap ALTAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |