Kara bir leke alnımda yalnızlığım. Ne yapacağımı bilmeden yaşamanın sarhoşluğu. Boş bir evrende, boş bir zamanda, boş yaşıyorum. Ne annemi ziyaret ediyor ne babamı arıyorum. Küçük kardeşimi en son gördüğümde 15 yaşındaydı. Tel tel bıyıkları çıkıyordu. Dolgun üst dudağı sürekli nemliydi. Elimi saçını okşamak için kaldırdığımda “hey ben artık büyüdüm” derdi. Eminim şimdi artık gerçekten büyümüştür. Dışarıda güneş var. Odamın içinde güneş pek hissedilmiyor gibi. Sadece yatıyorum. Yatıyor ve kalkıyor. Kapımı sadece biri çalıyor. Kirayı almak için gelen ev sahibi. Öyle bir hale geldim ki onun gelmesine bile seviniyorum. Üzerimdekiler neredeyse bir aydır üstümde. Odanın içinde ağır bir koku var. Ahırdan farklı değil. Kafam yapış yapış. Kirden tenimin rengi değişti. Anladım hayat seni nereye sürüklerse oraya gidiyorsun. Ama benimki bir sürüklenme değil sürgün. Sanırım odadaki ağır kokunun nedenini buldum. Süt kokusu, evet süt kokusu. Odanın her tarafına ağır bir yanmış süt kokusu yayılmıştı. Anladım yine yaktığımı sütü. Ama neden böyle? Aklım neden hep başka yerlerde. Neden boş verdim kendimi bu kadar. İşte bu süt kokusunu ne zaman duysam aklımın seyahate çıktığını anlıyorum. Hani insan yalnız kalmak için kovalar ya evdekileri. Öyle değil işte. Bıktım artık bu sessizlikten. Ama bu benim seçimim. İnsan neyi yaşamak istiyorsa onu yaşar. Baştan hoşuma gidiyordu ama korku ve acı veriyor artık bu yalnızlık. Kafamda cevabı belli olmasına rağmen hala sorular. Sorular ki cevaplarını söylemeye korktuğum sorular. Bir yandan rüyalar, Ancak rüyamda kurtulabiliyorum bu yalnızlıktan. Ancak rüyamda kurtulabiliyorum içimdeki yalınız insandan ve yalnız rüyamda fısıldayabiliyorum anacığımın kulağına onu sevdiğimi. Yalnız rüyamda…