Sanatçı, toplumda uzun çalışma ve çabalardan sonra alnında ışığı ilk duyan insandır. -Atatürk |
|
||||||||||
|
Son nefesini sevdiği adamı düşünerek vermişti HASRET. Onun için dünya yaşamı bitmişti. Artık sadece diğer yaşam vardı onun için. Ne kadar yol aldıysa kendisine dair mükâfatını alacaktı. O gün onun son günüydü ama normal bir günmüş gibi yaşadı. O gün o yine bulutları görmüştü. O gün yine kocasını sabah kaldırmıştı. O gün yine sevdiği adamı düşünmüştü ve yine acı hissediyordu. En çokta bunu sevmiyorum. Yani sıradan bir günmüş gibi öldüğü günü yaşaması. Ölüm tarif edilemez derecede tuhaf bir şey. giden sensin ama geride kalanlar acı çekiyor mesela. Yani son gününü normal bir günmüş gibi yaşamak gerçekten kötü değil mi? bilseydi? Mektubu yazmak yerine gider miydi ki sevdiği adamın ayağına. Ya da özür diler miydi onu hiç sevmediği için kocasından. Bir gün gelecek ve herkes oraya gidecekti. İşte o gün yüzleşme başlayacak herkes kendi için bir şeyler söyleyecekti. Kocası Hakkı eve gelmek üzereydi. Karısını görmenin heyecanı vardı yine suratında. 5 yıllık evlilerdi ama o hala ilk gün ki gibi seviyordu karısını. Ona Tuna’yı unutturmak için her şeyi yapıyordu ama Hasret her seferinde unutmuş gibi yapıp gerçekte unutmuyordu. Kalbi Hakkı ya karşı donuk bir buz kalıbı gibiydi. Gönül istemeyince gözler de susuyordu. Her şey bakışlarından anlaşılıyordu aslında. Karşılıksız seviyordu Hasret’i Hakkı. Onu her şeyiyle kabullenmişti. Onun başkasına değer verdiğini bile bile yine de seviyordu onu. Kim bilir belki de onun için aşk buydu. Herkes için farklı bir şey midir aşk? Yoksa herkes ona verileni mi yaşar? O ona verileni yaşadı. Onsuz hayat anlamsızdı Hakkı için. Kim bilir belki sever diye bekledi bunca yıl, belki sevmese de olur dedi. Sadece bir şeye inanıyordu onsuz yaşayamazdı. Eve oldukça yaklaşmıştı evin önünde kalabalık vardı. Şaşırdı. Garip bir duygu hissetti. Sanki anlamıştı. Herkes dışarıdaydı. Bütün uğultular birbirine karışmıştı kulaklarında. Eve her adımında biraz daha gürültü artıyordu. Durdu. Dış kapının önündeydi. Samimi komşuları Semra Hanım yanına geldi. Dokunaklı bir ses tonu ve yaşlarla: -başımız sağ olsun. dedi. Bu üç kelime kulaklarında defalarca yankılandı. Birden sendeledi ve arkasından yere yığıldı. Bayılmamıştı ama kendinde değildi. Gözyaşları hızlı bir şekilde döküldü yanaklarından. tuzlu gözyaşları üzerindekileri ıslatmaya başlamıştı. Gözyaşlarını silerek: -nerede? Diye sordu. Semra hanımda ağlamaklı bir sesle: -içeride. Diye cevap verdi. Koşar adımlarla içeri girdi. Beyaz çarşafı görünce duraksadı. Yavaş ve cesaretsiz adımlarla beyaz çarşafa yaklaştı. Hala ağlıyordu. Çarşafı açtı. Karşılaştığı görüntü karşısında tekrar sendeledi. Biricik karısının dudakları mosmor bedeni sopsoğuktu. Öylece yatarken güldüğünü fark etti. Şaşkındı biraz da. Daha fazla dayanamadı ve çarşafı kapadı. Çarşafın üstüne sarılarak ağlamaya başladı. Görevliler gelip aldılar. Karısının artık gittiğine hala inanmıyordu. Yere yığıldı. Baygınlık geçirdi. Sabah gözlerini açtığında tanımadığı bir yerde tanımadığı bir yataktaydı. Hemşireler gelince hastanede olduğunu anladı. Hemşire: -merhaba dedi. Ama Hakkı da hiçbir ses yoktu. Tekrar konuşmaya başladı hemşire: -iyi misin? Yine cevap gelmedi. Muhabbet edemeyeceklerini anlayan hemşire direk konuya girdi ve bir kağıt uzattı: -al bakalım. Bunu karının elinde bulmuşlar bize verdiler bizde sana getirdik. Hakkı hemen doğruldu ve ani bir hareketle kağıdı aldı. Hızlı bir şekilde okumaya başladı. okurken gözyaşlarına boğuldu. Mektubun ona ait olmadığını anladı. şimdi neden güldüğünü anladı son nefesini verirken bile onu düşünmüştü. Hasrete kızamazdı. Onu Tuna yı sevdiği için yargılayamazdı. Bütün kelimeler sanki beyninde bir kez daha tekrarlanıyordu. Ona niye ben değil? Diyemezdi. O niye başkasını sevememişti? O niye illa hasreti istemişti? O yaptıklarının cezasını çekiyordu. Bu bilmecede herkes sırasıyla günahını çekiyordu. Bu aşkın bedelini hasret hayatıyla ödemişti. Yataktan kalktı. Giyindi. Kimseye bir şey söylemeden hastaneden çıktı. Yolda ne yapması gerektiğini düşündü. Artık daha fazla hata yapamazdı. Mektubu asıl sahibine vermeliydi. Bir yandan cenaze işleriyle ilgileniyor bir yandan da Tuna’yı bulmaya çalışıyordu. Sonunda bir iz bulmuştu, küçük bir sahil kasabasında yaşadığına dair. Kalktı oraya gitti. Küçük bahçeli şirin bir evleri vardı. Onu buldu. Yıllar geçmişti ama o hala hiç değişmemişti. Yanında karısı vardı. Tuna’nın karşısına çıktı. Tuna da onu tanımıştı. Birbirlerine yaklaştılar. Tuna hem öfkeli hem üzgün hem de şaşkın bakıyordu. Konuşmaya başladılar. Hakkı: -uzun zaman oldu. -epey uzun bir zaman 5 sene. -evet. nasılsın? -nasıl olmamı bekliyorsun? Karısı lafa karıştı: Tuna bizi tanıştırmayacak mısın? -tanışın tabi, eski bir arkadaşım. El sıkıştılar ikisinin de yüzünde hafif bir tebessüm vardı. Karşılıklı “memnun oldum” dediler. Tunanın karısı yani Handan sofrayı hazırlamıştı. -lütfen buyurun beyefendi. -teşekkür ederim. Herkes sofraya oturmuştu. Bir tek Tuna’ nın kızı yoktu? Birden birinin sesi yükseldi Handa nın sesiydi: -hasret. hadi sofraya gel kızım. Hakkı sofraya eğik başını hayretle kaldırdı ve devam etti: -kızınızın adı hasret mi? Handan yanıtladı tuna hiç konuşmuyordu. -evet, babası koydu. Duymadı herhalde ben bir çıkıp bakayım şuna. Hakkı şaşkın, üzüntülü bir şekilde yere bakmaya başladı. İkisi de yere bakıyorlardı. Tuna başını kaldırdı. -Hasret nasıl? Hakkı buruk bir sesle cevap verdi: -Hasret’i kaybettik. Tuna’nın elindeki kaşık şaşkınlıktan yere düştü. Gözleri doldu ağlamaklı bir sesle: -nasıl? Diye sordu. Hakkı: -kanser, bildiği halde benden saklamış, resmen ölüme gitmek gibi bir şey bu. resmen bir intihar. Hala seni unutamamış. Seninle sırf çocuğun evliliğinizden önce doğduğu için, çocuğun babasız kalmasın diye ilişkisini kesmiş. Yani çocuğun için senden vazgeçmiş. Elini cebine atarak zarfı çıkardı. Ve devam etti: -bu mektubu sana yazmış her şeyi açıklıyor. Zarfın arkasında adresim yazıyor eğer onu görmek istersen istediğin zaman gelebilirsin. Ben gitmek zorundayım. Vedalaştılar ve Hakkı gitti. Gecenin karanlığı çökmüştü her yere. Tuna mektubu açtı titrek elleriyle. Okumaya başladı. Ağladı. Bir daha ve bir daha okudu. tekrar ağladı. Mektup adeta gözyaşıyla ıslandı. Uyuyamadı. Eşyalarını hazırladı. Kızı uyuyordu. Onu alnından öptü ve yola çıktı. Sabah hakkı uyanmıştı. Kapı çaldı. Gelen Tuna’ydı ve: -beni ona götür. dedi. Hakkı hiçbir şey demeden giyindi. Yola çıktılar. Tuna’ nın elinde papatyalar vardı. Hakkı bir papatyalara baktı bir Tuna’ya. Gözleri doldu. Ne kadar büyük bir yanlış yaptığını anlamıştı. Ama hasrete olan aşkı gözünü döndürmüştü. Adeta bir canavara dönmüştü ve farkında değildi. İstemediği halde birini onu sevmeye zorlamıştı. Kabristana gelmişlerdi. İkisi de yavaş adımlarla ve dolmuş gözlerle içeri girdiler. Mezarın başına geçtiler. Birinin güneş arkasından vuruyordu birini ise ağaçlar gölgeliyordu. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı tuna. Şimdi orda iki kişi vardı. Biri sevdiği ama evlenemediği biri ise sevmeden evlendiği adam. Birini hala seviyor zamanı geri döndürebilse evlenirdi birini ise sevmiyor ama onunla evliydi. Akıllardaki soru şuydu şimdi aşk kazanmış mıydı? İşte bunun cevabı herkeste gizliydi. bunun cevabını herkes verebilirdi. kimine göre kazanmış kimine göre kazanmamıştı. Tek bir gerçek vardı aşkın günahını herkes ödemişti. Kimisi sevdikleriyle, kimisi hayatıyla. Ve ben o küçük kız. Hasret. Ancak gerçek hasret olabildiğim zaman öğrendim bunları. Şimdi o kadını sevmeli miyim? sevmemeli miyim? bilmiyorum. O İyi biri mi? kötü biri mi? bilmiyorum. Bildiğim tek şey benimde aynı şeyleri yaşadığım. Yani bir sondan çıkan başlangıcı yaşıyorum. Şuan kabristandayım. Ve o kadının mezarının yanında babamın mezarı var. Romanımın son cümlelerini yazmaktayım. Tek düşündüğüm benim sonumla doğacak başlangıçlar ve tek düşündüğüm benim aşkımın bedelinin ne olacağı ve yıllar geçtiğinde benimde bedenimin toprakta olup olmayacağı. aşk adeta bir kısır döngü. o kadından ne nefret ediyor ne de onu seviyorum. kabristanda bazen bir adamla karşılaşıyorum. bu hakkı olmalı. karısının mezarının başında sürekli ağlıyor ve sonra dönüp babamın mezarına bakıyor. şaşırdığım şey bana kimsin diye hiç sormadı. sadece bir kere sen hasretsin değil mi? dedi. o küçük kız değilim artık her şeyi anlıyorum ve biliyorum. babam zamanı geldiğinde iyi ki anlatmış. şimdi onları nasıl yargılamalıyım bilmiyorum! Şimdi buradan çıkacağım çıktığım zaman ne olacak bilemiyorum tek bildiğim şey başka hasretler olmaması için uğraşacağım. eğer deli gibi seviyorsam ki seviyorum bunu itiraf edeceğim ne kadar korkak ne kadar cesur olurum bilmiyorum. güneş batmak üzere. her taraf tupturuncu. etrafımda iki kelebek uçuşuyor. İkisi de bıraktığım papatyaya kondu. artık gitme vakti. umarım benim başlangıcım iyi olur. Bu bir son olduğuna göre başkalarının yeni başlangıcıdır. Bu hikâye böyle bitti ama geride kalanlar kaderlerini yaşamalıdır. Kader; Bazen acı bir lokma, Bazen bir pamuk şekerdir. Önemli olan sabretmek, Pamuk şekeri yiyebilmektir. Küçük kızdan sevgilerle; İREM TURGUT…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © irem turgut, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |