Seviyorum, öyleyse varım. -Unamuno |
|
||||||||||
|
Bunlardan biri 14 Mayıs 1950, diğeri ise 27 Mayıs 1960. Ne acıdır ki bu iki tarihin de bireysel ve kurumsal aktörleri aynı isimler; Adnan Menderes ve Demokrat Parti. Birincisinde halkın 27 senelik tek parti rejimine “ Yeter Söz Milletindir ” diyerek son vererek, iktidara getirdiği bir partiyi, aradan tam 10 sene geçtikten sonra, bu kere ordu içinde bir cunta eliyle devirip, başta bu partinin lideri olmak üzere, iki bakanını da darağacına götürecek süreç başlatılacaktı. 1950 yılına gelindiğinde, Türkiye, 1923’ den beri yakın geçmişi ile bağlantısını kesmiş, Osmanlı dönemini hiç yaşanmamış bir olgu olarak kabul etmiş ve toplumun hâfızasından kazınması için elinden geleni yapmıştı. Ancak aradan daha yarım asırlık bir zaman bile geçmemişti. O dönemleri yaşamış büyük bir kitle hayattaydı ve geçmişin izleri acı da olsa henüz dün gibi hafızalarındaydı. DP’nin iktidarıyla birlikte: “…devletin ekonomik,sosyal ve kültürel siyasetinde önemli değişiklikler meydana geldi. Ülkede yaygınlaşan liberal ortamda Türk aydınları Osmanlı tarihine daha tarafsız bir gözle baktılar. İstanbul’ un fethinin 500. yıldönümünün 1953 Mayıs’ ında törenlerle kutlanması, Cumhuriyet’ in Osmanlılık ile barıştığının göstergesi…” 1 olacaktı. Cumhuriyet kurulduktan sonra, özellikle 1945’ e kadar, projelendirilmiş “inkılâp” ların gerçekleştirilmesi için ister istemez toplumun “özgürlük”leri oldukça kısıtlanmıştı. Bu yüzden bir takım emrivakilerle rahatsız olmuş olan toplum, 1950’ lere gelindiğinde, dünya konjoktürünün sağladığı açılım sonucunda, çok partili rejime geçilmesiyle tercihini yapacaktır. Tabii ki toplumun tercihi,kendisinin taleplerini seslendiren siyasi hareketi, mevcut “Millî Şef” iktidarına karşı olacaktı. Cumhuriyet ideolojisinin ana ekseni olan “…batılılaşma, 1950’ lere kadar, biraz da tek parti devrinin resmî görüşüyle hep olumlu taraflarıyla değerlendirilmiştir. O tarihten günümüze, bu görüşe tepki olarak Batılılaşma, aşırı bir şekilde yerilmiştir….” 2 İktidara geldikten sonra, ilk icraatı 16 senedir Türkçe okunan “ezan” ın , halktan gelen talep üzerine, yeniden orijinal dili ile okunmasını sağlar. Buna dair kanunu TBMM’ nden, muhalefet partisi olan CHP’ li milletvekillerinin de verdiği destekle oybirliğiyle çıkarır. Sonrasında siyaset, ekonomi ve kültürde peşpeşe son derecede liberal kararlar alır. On sene sürecek iktidar döneminde, 1934’ den bu yana devlet eliyle başta öğretim ve yayın yasağı olmak üzere, çeşitli vesilelerle önüne engeller konulan geleneksel musıkimiz de, nisbeten kendi varlığını sürdürecek ortama kavuşur. DP İktidarı teslim aldığında , tekel olan Devlet radyolarının müzik yayınları içinde, Türk Musıkîsi yayınlarının yeri, bütün müzik yayınlarına göre %39 oranında iken, Ağustos 1950’ de bu oran % 46 ya çıkar. O zamana kadar Devlet eliyle tekdüze bir müzik oluşturma gayretleri, kesintisiz olarak ve baskıcı bir dayatma ile sürüp gitmiştir. Hatta Devlet , Batı sistemli müziği kendi korumasında tutup, Makamsal Türk Müziğini kendi haline bırakıp, şartları farklı bir plâtforma dahi beraberliklerine tahammül edemez. Klâsik Musıki ancak gazinolarda yozlaşarak yaşamını devam ettirmeye çalışır. Geleneksel Musıki, DP iktidarı ile bir yerde dolaylı da olsa Devletin himayesine alınır. “…1950 yılında DP iktidara gelinceye kadar,Türkiye’nin resmî müzik politikasında hiçbir sapma olmamış ve devlet ancak Batı Müziği çalışmalarını desteklemişti. Ancak o tarihten sonra bu denge Klâsik Türk Müziği ile Halk müziği lehine bozuldu ve radyolardaki çok sesli müzik programları iyice azaltılarak,Türk Müziği yayınlarının oranı büyük ölçüde arttırıldı. Türkiye’de yapılan müzik eğitiminde ve bu daldaki eğitim kurumlarına verilen devlet desteğine daha dengeli bir politika izlenmesi tam anlamıyla ancak, 1970 yılından sonra sağlanabildi…” 3 DP İktidarının kültürdeki muhafazakâr politikasına rağmen, iktidarda olduğu yıllarda Türk Filmciliği de kalıplarını kırarak kendini yeniler. Dolayısıyla film müziklerinde geçmişe oranla farkedilir düzeyde iyileşme başlar. Her ne kadar : ”……Film müziği olgusu 1950’ de başlar. Bu tarihten önce şarkılarla örülmüş olan film müzikleri bulunmaktadır. Ancak bunlar, film müziğinden çok, kimi sanatçıların bestelerinin filmlerde kullanılmasından ibarettir. Orijinal film müziğini 1950’ de ‘İstanbul’ un Fethi’ adlı filmin müziğini bestelemiş olan Nedim Otyam’la başlatmak yanlış olmayacaktır…” 4 gibi tesbitler varsa da, bunun pek doğru bir tesbit olmadığı Hasan Ferit Alnar’ ın “Halıcı Kız” filmine yaptığı müziklerle başlayan özgün film müziği, Nedim Otyam’ a gelinceye kadar, başka bestecilerce de devam ettirilmiştir. Bu isimler bu konuda başarılı veya değildir; Ne var ki özgün müzik niyetiyle film müzikleri o tarihten çok önceleri yapılmıştır. DP İktidarının ilk günlerinde, Devlet Operası’ nın eski Cumhurbaşkanı İsmet İnönü için ötedenberi uygulamakta olduğu özel koltuk rezervasyonu kaldırılır. Bunun hikâyesini İnönü’ nün damadı Gazeteci Metin Toker şöyle anlatır : “…İsmet İnönü’ nün müziğe olan merakı bilinir.Cumhurbaşkanıyken Operanın şeref locasında, sol tarafında dinleme aleti bulunan bir koltuğu vardı. 14 Mayıs’ tan sonra koltuk, yandaki bir locaya konulmuştu. Devlet Tiyatroları Genel Müdürü, büyük tiyatro adamı Muhsin Ertuğrul’ un emriyle… İsmet Paşa orada oturup opera dinlerdi. Tevfik İleri koltuğu kaldırttı…” 5 “Harika Çocuklar Yasası” çerçevesi içinde eğitimini tamamlayan piyanist İdil Biret, 14 Şubat 1951’ de Paris’ te ilk piyano resitalini verir. DP hükümetinin uyguladığı politikalar sonucu Türkiye’de yoğun olarak yaşanan iç göç ve çarpık şehirleşme sonucu, kültüründe bir takım yanlış hayat tarzları ortaya çıkar. Bunun müziği de etkilememesi mümkün değildir. Bu yüzden ileride bir değer haline gelecek olan “alt kent kültürü” nün , önce arabesk ve sonra da pop-arabesk’ e dönüşmesi kaçınılmaz olacaktı. Demokrat Parti’nin kültürde muhafazakâr, ekonomide batı yanlısı bir politika izlemesi şaşırtıcı gelse de, dünyanın iki kutuplu, yani kapitalist ve komünist bloktan oluşmuş iki seçenekli sisteminde ekonomik tercihi başka bir şey olamazdı. 1950’lerde Celal İnce isimli müzisyenle Türkiye’de Popüler Batı müziğinin kapıları açılır. 1930’lu yılların ortalarında başlayan Arap Filmleri furyası, 1950’ lerde de devam etmektedir. Geleneksel Türk Musıkısi artık yasak olmayıp, toplumdan gelen taleplere göre radyo yayınlarıyla desteklenmektedir. Çok partili rejimle beraber, devletçi politikalardan liberal politikalara geçilmesiyle ve bunun sonucunda sanayileşme, Türk toplumunun hayat tarzları da önemli ölçüde değişime uğrayacak, bu durum kendisini müzikte bayağı farkedilebilir şekilde gösterecekti. “…Demokrat Parti’ nin batı yanlısı politikasının da etkisiyle ülkeye Tanzimat döneminden beri zaten girmekte olan batılı müzik formlarının girişi daha bir hız kazanmıştır. Üstelik bu kez batının belli bir kesime yönelik ciddî sayılabilecek nitelikte bir müziği değil, toplumun düşük beğeni düzeylerine seslenen popüler müzik ürünleri de girmektedir…” 6 Riyaset-i Cumhur Filarmoni orkestrası, 1957 senesinde 6940 sayılı kanunla Riyaset-i Cumhur Senfoni Orkestrası’ na dönüştürülür. Her ne kadar geleneksel musıki bir ölçüde itibar kazandıysa da, kapalı rejimden açık rejime geçilmesi ve ABD ile Avrupa’ dan sadece ithal ürünler gibi yeni yeni müzik akımları da bundan sonraki yıllarda kapımızı sıkça çalacaktır. 1935 ’ den bu yana kapalı olan “Askerî Müze Mehterhânesi” 1952’de yeniden açılır. Tekkeler’in kapatılmasıyla birlikte Mevlevîliğin de sema âyinlerine getirilen yasak Hükümet’ in kararnamesi ile 1952’ de kaldırılır. Ayrıca o güne kadar radyolarda hiç yapılmamış bir müzik yayını başlatılır. Artık radyoda tasavvuf musıkîsine ilişkin bütün formlarda eserler çalınabilecektir. 1950’ li yıllarda Geleneksel Türk Musıkisinin yıldız isimleri Münir Nureddin Selçuk, Yesari Asım Arsoy, Safiye Ayla, Müzeyyen Senar, Hamiyet Yüceses’ tir. Daha sonra bu isimlere Alaaddin Yavaşca ve Zeki Müren katılacaktır. DP iktidarın milletin öz değerlerini gözönüne alarak yaptığı uygulamalarda Geneneksel Musıkimiz de nasibini alır. Mesud Cemil’ in öncülüğünde “Klâsik Koro” kurulur. Devletin yanlış ve tarafgir politikaları sebebiyle o güne kadar pasifize edilen “Üsküdar Musıki Cemiyeti” ve benzeri Musıki dernekleri bir bir eski misyonlarına dönerler. Musıkimizin o gün de sevilen bir yorumcusu olan Alaaddin Yavaşca’ nın rahmetli Başbakan Adnan Menderes ile buruk bir anısı da vardır. Bu anıda, Menderes ‘ in her zamanki kibarlığı ve zerafeti ile birlikte, aynı zamanda Geleneksel Musıkîmize yakınlığı ve sevgisini de görüyoruz. “Yıl 1952 veya 1953….Ziraat Bankası Genel Müdürü Midhat Dülger’ in Kalender’ deki büyük evinde yemekli bir toplantı düzenlenir. Refik Koraltan’ ın bu toplantıda eşi Mukbile Hanım’ ın akrabalarından Alaaddin Yavaşca’ nın da küçük bir konser verilmesini istemiştir. Sıra musıkîye gelmiştir. Alâaddin Yavaşca birkaç eser okuduktan sonra Menderes’ in kalktığını görür ve fena halde alınarak, ’Hiç konserin yarısında kalkılırmı, sevmiyorsan musiki istemeseydin? ’ diye geçirir aklından . Fakat tam o sırada birinin nefesini hisseder ve bir fısıltı: ’Sayın Doktor, acaba repertuvarınızda Bu imtidâd-ı cevre kim bahtın şitâbı var şarkısı varmı? ’ ‘Dönüp baktım ki Adnan Menderes’ diyor Alaeddin Yavaşca, ’Meğerse arkadan dolaşmış. Var efendim’ dedim. ’Lütfen okurmusun,rica edeceğim’ dedi. ’Hayhay efendim’ dedim. Gitti, yerine oturdu ve bu sefer aynı aynı şarkıyı yüksek sesle istedi. Düşününüz , bir sanatkârı , istediği şarkının repertuvarında bulunmaması ihtimalini düşünerek kalabalık önünde küçük düşürmemek için gelip önce kulağına fısıldıyor. Varsa isteyecek!Ne büyük bir incelik! Doğrusu içimden geçirdiklerimden utandım’..” 7 Beşir Ayvazoğlu yazısının devamında Menderes’ in anılan şarkıyı isteme sebebinin, akrabasından Doktor Nazım’ ın İstiklâl Mahkemesi’ nce idama mahkum edilmesi üzerine son arzusu sorulduğunda, kendisinin bu şarkının dördüncü mısrasını okuyarak cevap verdiğini ve bunu öğrenen Atatürk’ ün üzüntüsünden bu şarkının repertuvardan çıkartılmasını istemesiyle Lemi Atlı’ nın bu uşşak şarkısının uzun yıllar okunmadığını, Menderes’in isteği üzerine yeniden konser ve radyo emisyonlarında okunmaya başladığını uzun uzun anlatmaktadır. Sonrası, yani gerek DP ve gerekse Adnan Menderes’ in akıbetin de Doktor Nâzım’ dan pek farklı olmadığı hepimizin mâlumu. Darbe bütün sebep ve sonuçlarıyla halâ tartışılıyor. Ancak ortada bir gerçek var, geleneksel musıkimiz yediği darbelerden sonra, 1950 senesinden itibaren kendini toplamış ve ayağa kalkmaya başlamıştır. Bundan dolayıdır ki, DP iktidarına son veren darbe cuntasının ilk uygulamalarından biri de, 1950’ den sonra geleneğe dönülmenin hesaplarını Türkiye Radyolarından da sormak olacaktı. Nitekim ihtilâli takibeden günlerde , başta o dönemin önemli müzik adamı Ruşen Ferid Kam olmak üzere, bir çok sanatkâr hakkında kovuşturma ve soruşturmalar başlatılacaktır. Bunun da alt yapısının nasıl oluşturulduğu, “… 1960 olaylarına yakın tarihlerde yayınlanmış Akis ve Kim dergilerinin sayfaları karıştırılırsa….” 8 anlaşılacaktır. Ayrıca radyodaki Türk Musıkîsine ait bant kayıtları ile adetleri 3000 civarında olan ve tarihi değer taşıyan taş plâk, radyonun Ankara/Etimesgut’taki depolarında çürümeye terkedilecektir. D İ P N O T L A R : 1 Mübahat Türker-KÜYEL,”Osmanlıda Modernleşme”,Yeni Türkiye 33-Osmanlı III-Düşünce ve Bilim,Mayıs-Haziran 2000,s.328 2 Orhan OKAY,”Batılılaşma Devri Türk Edebiyatı”,Osmanlı Medeniyeti Tarihi,Zaman Gazetesi Yayınları,İstanbul/1999,C.1,s.196 3 The’ma Larousse (Tematik Ansiklopedi) Milliyet Yayınları, İstanbul/1994, s. 405 4Sinan GÜNGÖR, ”Muhalif Müzik”, Devin Yayıncılık, İstanbul/2005, s. 169 5 Metin TOKER, “Demokrasimizin İsmet Paşa’ lı Yılları- DP’ nin Altın Yılları (1950-1954), Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1992, (2.basım), s.120, 121 6 Nazife GÜNGÖR, ”Arabesk”, Bilgi Yayınları, Ankara/1990, s. 66 7 Beşir AYVAZOĞLU, ”Ve bir Şarkının Hazin Hikâyesi”, Zaman Gazetesi, 20.Ekim 1995 8 M.Nazmi ÖZALP, “ Ruşen Ferit Kam “, MEB Yayınları, İstanbui, 1995, s.161 http://ferahnak.wordpress.com/2010/05/14/adnan-menderes-doneminde-turk-musikisi/
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Salih Zeki Çavdaroğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |