Sevgi en azgın yüreği uysallaştırır, en uysal yüreği azdırır. -Alexis Delp |
|
||||||||||
|
Konya’nın değişik yörelerinde ‘hıdrillez’ veya ‘hıdırillez’ şeklinde telaffuz edilen bu geleneğin doğuşu hakkında halk arasında kesin bir bilgi mevcut değildir. Halkın, “Hıdırellez nasıl ve ne zaman doğmuş?” sorusuna verdiği cevaplar çoğunlukla “Hıdırellez neden dolayı kutlanmaktadır?” sorusunun cevabıdır ve bu konudaki rivayetler de hemen hemen aynıdır. Dile getirilen rivayet, “Hıdırellez, Hızır ve İlyas adlı iki kardeş nebinin isimleridir. Bunlar, her 6 Mayıs’ta bir araya gelirler. Onların bir araya gelmesiyle bolluk, bereket olur ve yaz başlar. Bizler de bu günü bahçe veya kır gibi açık alanlarda sak olarak geçirip Hızır’a erişmeyi, dolayısıyla sıhhat, afiyet ve bereket bulmayı umuyoruz.”dur. Bu cevap ve halkın birtakım hıdırellez inanış ve kutlayışları hakkındaki kanaatimiz odur ki; bu âdet İslâmiyet öncesi paganizm döneminde görülen, tabiattaki çeşitli evrelerin halk yaşantısı üzerine bıraktığı etkiler yanında, çok tanrılı dinlerin bazı inanış ve tapınışlarının -İslâm’a rağmen- kutlanılmasıdır. Zaten halkımızın pek çok âdet ve geleneğinin kökeni ya İslâm öncesi dinî hayatına, yahut da bu toprakların önceki sahiplerinin paganizm veya Hıristiyanlıktan kaynaklanan eski âdetlere dayanmaktadır. Ancak halk, İslâm inancının etkisiyle bu kabil tezlere karşı çıkarak, “Bizler sadece Hızır ve İlyas aleyhisselâmların senede bir gün bir araya gelişlerini anmaktayız. Hem bu karşılaşmada bolluk, bereket vardır. Bundan da nasibimizi niçin almayalım?” savunmasına geçmektedirler. Halk kendisini ne denli haklı ve mazur göstermeye çalışsa da bu düşünce ve inançlarda iki hakim unsur vardır ki, onlar da bu âdetin İslâmiyet’ten önceki inanışların uzantısı olduğu görüşünü kuvvetlendirmektedir. Bunlar: 1- Tabiatın, adeta ölü olduğu uzun kıştan kurtulup baharla birlikte yeniden hayat bulmasının kutlanması; 2- Birtakım hoşa gidici, coşkulu kutlama faaliyetleri ile bazı etkili varlıkların gönlünü hoş ederek bolluk, bereket bulma inancıdır. Milletimiz İslâm’a girmekle birlikte –yeni dince reddedilen- bazı âdetleri bir türlü bırakamamış, bu tür gelenek ve göreneklerine İslâmî gerekçeler bularak kendilerini mazur gösterme yönüne gitmişlerdir. Bu gelenek de böylelikle Hızır ve İlyas’a isnat edilmiş olabilir. Gerçi bu isnadın tutarlı gerekçeleri olduğu, bu isimler hakkında bilgi sunan dinî referanslar incelendiğinde görülecektir. Bu tutarlı gerekçe de Peygamberimiz’in hadislerine göre Hızır ve İlyas isimleriyle bereket ve derde devanın özdeşleşmiş olmasıdır. Halkın ısrarlı savunmasına rağmen İslâm dininin temel iki kaynağı Kur’an ve Hadis’te hıdırelleze dair bir bilgi yoktur. Hatta bu günün dört gözle beklenen kutsal zatı Hızır’ın ismi Kur’an’da açıkça belirtilmemiştir de. Kur’an’da Kehf Sûresinde geçen ve Hz. Musa ile bir kıssasına yer verilen bu zatın kim olduğu ihtilaflıysa da çoğu müfessirlerce Hızır olarak kabul edilegelmiştir. Hadislerdeki Hızır’a gelince: “Ebû Hüreyre (ra)’den rivâyet olduğuna göre Nebi (sav): Hızr’a Hızır denilmesinin sebebini izah ederek: “Hızır otsuz kuru bir yere otururdu da ansızın o otsuz yer yeşillenerek peşi sıra dalgalanırdı.” buyurmuştur.” “Hızır’ın adı Mücâhid’e göre Elyesa’dır, nesebi Sâm İbn-i Nûh’a müntehî olur. Tâberî’ye göre, Hazret-i İbrahim’in dördüncü batında evlâdıdır. İbn-i Asâkîr, Hızır ve İlyas’ın iki kardeş olduğunu Süddî’ye nisbet ederek bildirmiştir. Ulemânın cumhuruna göre Hızır, peygamberdir. Hızır kıssasının birçok cihetleri nübüvvetine delâlet ettiği için sahih olan nebi olmasıdır. Velî olduğunu iddia edenler de vardır. En çok ihtilaf edilen cihet Hızr’ın hayatı keyfiyetidir. Şârih Aynî’nin beyânına göre, ulemânın cumhuru hususiyle mükâşefe sahipleri Hızır’ın hayatta olduğunu ve sahralarda görüldüğünü kabul etmişlerdir. Ömer İbn-i Abdülaziz’in, İbrahim İbn-i Edhem’in, Bişr-i Hâfî’nin, Ma’rûf-ı Kerhî’nin, Cüneyd’in, İbrahim Havass’ın Hızır’ı gördükleri rivayet olunmuştur. Fütûhât-ı Mekkîye’de Muhiddîn Arâbî de Hızır’ın hayatı hakkında birtakım hikayeler bildirmiştir. Kâmus Tercümesi’nde de şehâdet parmağı ile orta parmağının beraber olması Hızır’ın fârık bir alâmeti olduğu naklediliyor. Yine Aynî, Tarih-i Kebîr’inde bu hususa dair bir bahis açtığını ve Hızır’ın hayatını delilleriyle müdafaa ettiğini haber veriyor. Müfessir Ebû Hayyân ise, Şârih Aynî’nin hilâfına olarak, ulemânın cumhuru Hızır’ın öldüğüne kâil olduklarını iddia etmiştir. Ehl-i intikâdın yüksek bir simâsı olan İbn-i Kayyım; Hızır’ın hayatına dair nakledilmiş rivayetlerin hepsi yalandır, bu hususta sahih bir hadis yoktur, demiştir. Hiç şüphesiz ki hayatını reddedenlerin delilleri kuvvetlidir. O cümleden birisi ve en kuvvetlisi Enbiyâ Sûresi’nin 34. Âyetidir ki meâli şöyledir:” Bir de habîbim biz, senden önce gelip geçen hiçbir peygamber için ebedî hayat müyesser kılmadık.” Âl-i İmrân Sûresi’nin 144 üncü âyeti de bu hususta kâfi bir delildir ki: ”Muhammed, muhakkak surette bir peygamberdir. Kendisinden önce de birtakım peygamberler gelip geçmiştir. Muhammed ölürse, yahut öldürülürse, ey Muhammed’in ashabı siz topuğunuza basarak geri mi döneceksiniz?” buyurmuştur. Şu meşhur hadis-i şerîf de inkar edenler için kuvvetli bir delil olabilir. Peygamber efendimiz hayatının son günlerinde: “Bundan yüz sene sonra bugün yeryüzünde yaşayanlardan bir kimse kalmaz.” buyurmuştur. Müellif Buhârî, İbrahim Hurbî, İbn-i Cevzî, Menâvî de Hızır’ın hayatta olmadığını kabul edenlerdendir.” Hızır’ın hayatı üzerine Kâtib Çelebi de ilginç görüşler beyan eder: “Hızır’ın hayatından murat, eğer beşer olmaktan soyunup da ruhâniyete katılmak ise, Hazret-i İsâ aleyhisselâm gibi onların hakkında söylenmiş olan delillerin benzerleriyle bu dava da o hale göre sabit olur. Lâkin Hazret-i İsâ aleyhisselâm yeniden hayat bulup ininceye dek ne halde ise, Hızır da o hal üzre olur. Onların soydaşları ile buluşup görüşmedikleri gibi Hızır’ın da buluşmaması lazım gelir. Onların buluşup görüşmeleri başka bir iddia olur ki önceki iddiaları bozar.” Anlaşılan odur ki; çoğu hadis bilginlerine göre öldüğü kesin, ancak tasavvuf ehlince halâ yaşayan Hızır ile Musa’nın vakası bir zâhir ve bâtın kıssasıdır. O bâtın (gizlilik) Hızır meselesinin konusunu meydana getirir. Tasavvufçuların sözünde buna delil de yok değildir. Şeyh Sadreddin İshak Konevî “Tebsıratü’l-Mübtedî ve Tezkiretü’l-Müntehî” isimli eserinde: “Hızır (as)ın varlığının misâl âleminde” olduğunu nakletmiş. Abdurrezzak-ı Kâşî: “Hızır, ruhun ferahlığından, İlyas ruhun sıkıntısından ibarettir” demiş. Bazıları da Hızriyyetin, Hızır (as)ın derecesi üzere bazı salih kimselerin erdiği bir rütbe olduğunu söylemiştir. İlyâs (as)’a gelince: Kur’an-ı Kerim’de En’am ve Saffât sûrelerinde ismi zikredilir. Ancak hayatı hakkında açık bilgi yoktur. İlyas (as) hakkındaki hadise gelince: “Hazkil (as)’in vefâtı üzerine Benî İsrail’de fenalıklar çoğalmış, halk putlara tapınmağa başlamış. Bunun üzerine Hakk Teâlâ İlyas peygamberi göndermiştir. Musâ’dan sonra Benî İsrail peygamberlerinin hepsi, zaman geçtikçe Tevrat ahkamını unutan Benî İsrail’e Tevrat’ın hükümlerini yenilemek üzere gönderilmişlerdir. Musâ’nın vefâtından sonra onun yerine peygamber olan Yûşa’ (as) Şam’ı fethederek burayı Benî İsrail esbat ve kabaili (evlat ve kabileler) arasında taksim etmişti. Bunlardan bir kabile halkına da Ba’lebek ve mülhakatı düşmüştü. İşte İlyas peygamber, bu kabile halkına gönderilmiştir. Ba’lebek halkı üzerinde o sırada hükümran olan putperest melik, tabaasını zorla bunlara tapmağa teşvik ederdi. Onun ‘Ba’l’ adlı bir putu vardı. İlyas peygamber ise halkı Allahü Teâlâ’ya davet ederdi. Zalim hükümdarın gadrine uğrayan İlyas peygamber nihayet kaçar ve köylerde gezerek Tevrat öğretir ve bu surette gizli yaşardı. İbn-i Abbas’tan gelen bir rivayete göre, bu seyahati sırasında İlyâs bir köye uğramış, Benî İsrail’den bir kadının hanesine sığınmıştı. Misafir olduğu kadının Elyesa’ İbn-i Ahtub adlı ve hastalıklı bir çocuğu vardı. Kadın, çocuğunu okutmak için İlyâs’ı gizlemişti. O da çocuğa dua etmiş, çocuk şifa bulmuştu. Bunun üzerine Elyasa’ iman edip kendisinden ayrılmamış ve İlyas’ın vefatında Benî İsrail’e peygamber olmuştur.” İlyas’ın Hızır olduğu da söylenmiştir. Zira İsa ve Hızır gibi İlyas’ın da henüz hayatta olduğuna dair bazı eserler vardır. Ebu Hayyan, tefsirinde der ki: “İlyas, İsâ’ya yakın olarak zikredilmiştir. Henüz ölmemiş olmakta ortaktırlar.” Sözün kısası, öyle anlaşılıyor ki insanımız hıdırellez geleneğine kendi dininden bir mesnet oluştururken dinin medrese yorumundan çok tekke yorumuna yaslanmıştır. Bu kabulde tekke çevresinin halkla iç içeliği, yanı sıra hoşgörü sınırlarının enginliği, kuşkusuz, en büyük etken olmalıdır. Bütün anlaşmazlık ve tartışmalar bir yana, insanımızın engin muhayyilesi, ortak özellikler taşıyan bu iki zatı önce kardeş kabul etmiş, sonra da âb-ı hayatı içmekle ölümsüzleştiklerine inandığı bu iki kardeşi göklerde yaşatıp her 6 Mayıs gününde de bunları bir araya getirerek birtakım inanç, kutlama ve eğlence faaliyetlerine dayanak yapmıştır. Hıdırellez geleneğinin dayanağı Hızır ve İlyas hakkındaki dinî kaynaklardaki bu malumatlardan sonra Konya’daki bazı hıdrellez âdet ve inanışlarına geçebiliriz. * Bu bilgiler Konya’nın Sarıcalar Köyü halkından, h.1323/ m. 1905 doğumlu Hatice Bezirci ile Konya-Kadınhanı-Başkuyu beldesinden 1933 doğumlu annem Emine Işık’tan derlenmiştir. Hatice nine, her ne kadar Sarıcalar köyü doğumlu ise de bu köyümüz, yakınlığı sebebiyle ilimizin bir yaylası konumunda olduğundan halkının bir ayağı da ilimizdedir. Sarıcalılar (Hacıveliler) çoğunlukla Araplar semtinde ikamet ettiklerinden bu ninemizin verdiği bilgiler kırsal yöre yanında şehir merkezi âdetlerini de yansıtmaktadır. Emine Işık ise aslen Sarıkeçili aşiretinden bir yörük olup Kadınhanı ilçemiz sınırları içerisinde yer alan ve Konya'ya 130 km mesafedeki Başkuyu köyünde doğmuştur. Sarıkeçili aşiretine mensup 8-10 sülalenin Antalya Toroslarından bu topraklara yerleşimi aşağı yukarı bir asırlık bir zamana dayanır. Bu bakımdan anneciğimin verdiği sınırlı bilgiler daha çok yörük âdetleridir. * Yurdumuzun çoğu yöresinde olduğu gibi, bu iki yöremizde de hıdırellez Mayıs’ın 6. günüdür ve bu gün aynı zamanda yazın başlangıç tarihidir. * Her iki yöremizde de, ab-ı hayatı içerek ölümsüzleşen iki kardeş peygamber Hızır ve İlyas yılda bir kez bu gün bir araya gelirler. * Bu tarihe kadar havalar ne kadar ısınırsa ısınsın evlerde sobalar sökülmez, bahar temizliği yapılmaz. * Gerek Sarıcalar köyü kadınları, gerekse Konya’nın yerlisi kadınlar, hıdırellezden birkaç gün önce komşularıyla bir araya gelerek hıdrellez günü birlikte yiyecekleri yemekleri ve kimlerin hangi yemekleri pişireceklerini kararlaştırırlarmış. * Sarıcalar köyünde hıdrellez günü herkes ambarlarının kapısını bereket bulma umuduyla açık tutarmış. Hızır gelir de buralara elini bir dokunursa bütün bir yıl evde hiç kıtlık olmazmış. * Sarıcalar köyünde hıdırellez günü kaynatılan sütün, gümüş yüzük veya ziynet eşyası ile mayasız yoğurt tutacağına inanılıyor (Hiç denenmemiş olmasına rağmen bu hakim bir inançmış). * Konya’nın çoğu yöresinde olduğu gibi bu iki yöremizde de hıdırellez eğlentilerinde çocuklara kuru soğan kabuğuna sarılarak haşlanan yumurtalar verilirmiş (Aynı âdet Hıristiyanlarda da Paskalya gününde mevcuttur). * Başkuyu beldesi ile diğer civar köylerdeki çiftçiler, baharlık ekeceklerini ekmek için hıdırellezi beklerlermiş. Bu ekimler hıdırellezden önce ekilirse ürüne bir âfet dokunurmuş. Mesela hıdırellezden önce ekilen nohutu mutlaka ülker (yıldız) çalar, sonuçta ürün tane vermezmiş. * Her iki yöremizde de hıdırellez günü dam altında, kapalı yerlerde durmak, hatta bu günde uyumak, nasipsizliğe, hastalıklara bir davetiye çıkarmakmış. Hızır’ın bu ziyaret gününde mutlaka açık alanlarda kalınmalıymış ki bu zatla daha kolay karşılaşılsın. Şayet hastalık gibi sebeplerle zorunlu olarak evde kalınması gerekiyorsa uyunmamaya çalışılmalıymış. * Sarıcalar kökenli eski Konyalı ninemize göre eskiden kocaya gitmesi geciken kızlar, kale gibi yüksek alanlara çıkıp bir an önce evlenebilmek amacıyla dilek tutup, Hızır’dan medet umarlarmış. * Başkuyu ve diğer yörük köylerinde zenginler, sahip oldukları hayvanların da bereketlenmesi için bu günde hıdırellez kuzusu kestirip fakirlerle birlikte yerlermiş. * Yine Başkuyu yöresinde hıdırellez günü tarla sahipleri tarlalarının başına giderek burada bol bol nafile ve kaza namazları kılarlarmış. * Başkuyu yöresinde hıdırellez, kuzuların da bayramı sayılırmış. Bu sebeple köylüler, evlerde bakılan kuzuları hıdırellez günü köy dışındaki ağıllarda bulunan analarının yanına salıverirlermiş. Bu günde koyunların sütü sağılmayarak hepsi kuzulara bırakılırmış. * Her iki yöremizde de hıdrellez günü yapılmasında sakınca olan hiçbir iş yokmuş. Yalnız hıdrellezin on beş gün öncesindeki ve Sarıcalar halkınca ‘baskala’, Başkuyulularca ‘cavırın beddemi’ gününde ev işi yapmak çok sakıncalıymış. Sarıcalarlılara göre bu günde yapılan ekmek özsüz olur, kabarmazmış. Bu ekmekle tirit dahi olmazmış. Ev temizliğine kalkışılsa, evi, koca koca kurtlar kaplarmış. Bu günde banyo yapan kişinin vücudu al olurmuş. *** Bugün için birisi (Hatice nine) hayatta olmayan bu iki yaşlı kadının, hafızalarını zorlayarak verdikleri hıdırellez gelenek ve inanışlarına ilişkin bilgiler bu kadar. Kökeni nereden kaynaklanırsa kaynaklansın, pek çok millî unsuru bünyesinde taşıdığından bize mal olmuş bu gelenek, günümüzde sınırlı bir kesimden kadın ve genç kızların kır eğlentisi şekline sürdürülmektedir. Sürdürülüyor sürdürülmesine ama pek çok motiflerinden yoksun olarak... Öte yandan yaşanmayan pek çok güzelliği yaşlı hafızalarında taşıyanların sayısı da günbegün azalmaktadır. Millet binamızın yapı taşları arasına atılan harç konumundaki bu kabil güzel âdetlerimizin günden güne unutulup kaybolması felaketi bir yana; her yok olan güzelliğin yerini bizden olmayan bir yaşantı tarafından doldurulması tehlikesi ile karşı karşıyayız. Bu durumda bizi biz yapan en küçük bir ayrıntının yaşatılması, en azından kayıt altına alınması görevi sadece halkbilimi araştırıcı ve sevdalılarına bırakmak, milliyetperverlik adına hoş bir davranış olmasa gerektir. DİPNOTLAR: Türkçe Sözlük, TDK, 1945. Lûgât-ı Nâci, Çağrı Yay., İstanbul, 1978. Kehf Sûresi, 60-82. Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi, DİB Yay., c. 9, s. 144, 6. Baskı, Ankara. a.g.e. s. 145-146. Kâtib Çelebi, Mizânü’l-Hakk Fi İhtiyâri’l-Ahakk, MEB Bas. S. 14-17, İstanbul, 1972. Elmalılı M. Hamdi Yazır, a.g.e., s. 371 En’am Sûresi, 85; Saffât Sûresi, 123-132. Sahih-i Buhârî ..., c. 9, s. 88-89. Elmalılı M. Hamdi Yazır, a.g.e., c. 3, s. 458. “Baskala” ve “cavırın beddemi” (gâvurun kötü günü) Hıristiyanların paskalyası karşılığı olsa gerektir.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ali Işık, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |