Eğer bir kelebeği sevebiliyorsak, tırtıllara da değer vermemiz gerekir. -Antonie de Saint-Exupery |
|
||||||||||
|
Güneş başını üzerimize biraz eğdi ya; oda sıcaklığındaki sular artık harareti kesmiyor. Buzdolabında soğutulmuş su içmek için de vakit henüz erken olduğu gibi; havaların iyice ısındığı günlerde dahi -hele yaş ilerledikçe- insana yararından çok zarar veriyor. O halde? Testi ne güne duruyor... Zaten biz de öyle yapıyoruz. Kışın aramasak da yaz onsuz olmuyor. Şimdi yeni bir testi almanın tam zamanıdır. Zira havaların ısınması yanında, mevcut testilerin yüzleri bozarmıştır. Kullananlar bilirler, dışı bozarmaya başlayan testi işlevini yitirmiştir. Bozarmamış olsa da “acar testinin suyu soğuk olur” gereği yine yeni bir testi almanın tam sırasıdır. Eskiden Sille testileri kullanırdık. Bu müzevî, şirin yöremizde testicilik zanaatı öldü öleli, göğsü, beyaz aşıdan helezonî çizgi desenli kına kırmızısı Doğanhisar testilerini kullanıyoruz. Testinin suya, kendine has tat ve soğukluk vermesi yanında hikmetli bir tarafı da var. Yeni bir testinin, tadı ve kokusu topraksı suyunun farkına vardığımız gün, aklımızdan uzak tuttuğumuz bu hikemî yanı, tüm acı ve çıplak hakikatiyle kafamıza dank etti. Testinin bu hikemî yanı, yansımalar âleminde yaşayan insanın tek gerçeği/sonu olan ölüm ve toprak üzerinedir. Aslında testinin bu yanı, insana kendini hatırlatarak olgunlaştıracak, dolayısıyla insanın bulunduğu her ortama çeki düzen verdirebilecek tarafıdır. Testide vücut bulan gerçek: Ölüm ve toprak... Günlük gaileler arasında kaybolup giden hayatın tek gerçeği... Gailelerin kara bulutları bu gerçeğin üzerini gaflet külleriyle örtmeseydi; cenneti bu dünyada tanıyamaz mıydık?.. Biricik Peygamberimiz, Hz. Aişe’nin, “Ya Resûlâllah, bir kimse şehidler derecesinde olabilir mi?” sorusunu: “Evet, günde yirmi def’a ölümü hatırlayan kimse şehidler derecesinde olur.” diye cevaplarken bu gerçeği ihtar ediyordu kuşkusuz. Ömer Hayyam da bu hakikati, bir rubâîsinde, insanı gaflet âleminden çekip çıkaran bir şamar gibi, testicinin şahsında bizim suratlarımıza da vurur: Bir testici gördüm pazarda elde çamur; Pat küt vurarak kardırır yapardı hamur. Canlandı bir an kil, sokuldu ustasına: “İnsandım oğul, dikkat et, yavaşçana vur!” Hz. Peygamberimiz’e yazılan en meşhur övgü şiirlerinden (na’t) biri Fuzûlî’nin “Su Kasidesi”dir. Her beyti birbirinden güzel tablolar çizen bu şiirin en hoşumuza giden beyitinde Fuzûlî, dostlarına: “Dostlar! Hz. Resül’ün elini öpme arzusuyla ölürsem; toprağımı testi yapıp sevgiliye onunla su verin.” derken -bilinçli/bilinçsiz- hayatın tek gerçeğini de ihtar eder gibidir. Feridü’d-dîn Attâr da Mantıku’t-tayr’ında bir testi hikâyesi anlatır. “Suya Acı Tat Veren Testi” adındaki bu kısa hikâye şudur: “Hz. İsâ, suyu tatlı bir dereden su içiyordu. Suyun lezzeti, gülsuyu şerbetinden de tatlıydı. Birisi, o sudan testisini doldurup gitti. Hz. İsâ da testisini doldurdu; hararetle başına dikti. Fakat testideki su, ağzına acı geldi. Suyu içemedi, bu işe de şaştı kaldı. Dedi ki: “Ya Rabbi, testideki su, şu derenin suyu, ikisi de aynı su; bunda ne hikmet var? Neden testinin suyu böyle acı da derenin suyu baldan tatlı?” Testi, dile gelip Hz. İsâ’ya dedi ki: “Ey İsâ, ben eski zamanlarda yaşamış bir insanım. Bu dokuz kâsenin altında binlerce defa testi olmuşum, küp olmuşum, kap olmuşum! Hatta bundan sonra da binlerce defa beni testi yapsalar ölümün acısı zerrelerimden yine çıkmaz. Daima ölüm acısıyla bu lezzetteyim işte; suyum, onun için böyle acı!” Belki Hz. İsâ’ya verilen hikmete sahip olamadığımız için, belki “sıksan şühedâ fışkıracak” topraklar üzerinde yaşadığımızdan, testinin süzmeyenini/soğutmayanını gördük lâkin suyu acıtanını hiç görmedik. Ancak, Attâr’ın bütün çıplaklığıyla ifade ettiği nasihati, testilerin “gul gul” seslerinde -anlamasak da- hep duyduk: “A gafil, sen de sırrı testiden duy da bundan böyle kendini gafletle testi haline getirme! Ey sırlar araştıran, sen kendini kaybetmişsin; ölümün gelip çatmadan, canın boğazından çıkmadan tekrar kendini bir ara!”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ali Işık, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |