Sevgi dünyadaki yaşam ırmağıdır. -Henry Ward Beecher |
|
||||||||||
|
Toplam dört tuvalet vardı ve biri bedensel özürlü hastalara ayrılmıştı. Onlara göre hazırlanmış bu tuvaletin beyaz fayanslarının üzeri yumuşak, şeffaf bir malzemeyle kaplanmış, alafranga tuvalete oturabilmeleri için çeşitli destek profilleri yerleştirilmişti. Lavaboların altlarında tekerlekli sandalyelerin girebileceği büyüklükte boşluklar vardı. Tuvaletin bahçeye bakan büyük bir penceresi vardı ki, diğer tuvaletlerden ayıran en büyük özelliklerden biriydi. Dışarıdan içeri görülemeyecek fakat içerden dışarısı seyredilebilecek büyük bir pencere. Hastaların bu pencere önünde dakikalarca beklemeleri, bahçeyi seyretmeleri daha önce de defalarca tanık olunan bir durumdu. Bu beklemelerin hastaların iyileşme süreçlerini etkilemesini gözlemlenip, bir bilim projesine dönüşerek 2012 Yılı Denemeye Değer Bilim Projesi Ödülü’nü alması, ilk anda akla gelmeyecek bir durumdu. Doktor Mehmet Ali Ozan, ödüllü projesinin uygulamalı denemelerini, en uygun hastaların olabileceğini düşündüğü Moral Hastanesi’nde yapabilmek için uzun zaman uğraşmıştı. Hastane seçiminin gerçek nedeni ise, kimseyle paylaşmasa da projenin esin kaynağı olan E kanadı özürlü hastalar tuvaletinin bu hastanede olmasıydı. “Vücut ısısının bölgesel yoğunluğunun geçmiş ve gelecek ile ilgili düşüncelere göre değişkenlik göstermesi” bulgusu, bu projenin temeli olsa da, bir önceki yılın bilim ödülünü alan düşünceyi, psikiyatrik hastalarda uygulanabilirlik düzeyine taşıyarak, o yılın Denemeye Değer Bilim Ödülü’nü almak Doktor Ozan’ın başarısı olmuştu. Doktor Ozan, E kanadı özürlü tuvaletindeki pencerenin önünde sinir krizi geçiren hastaların sayısındaki artışı araştırmak isterken fark ettiği sonuçlar onu teşvik etmiş ve projeye dönüşmüştü. Ahmet Veli Tanınmış adlı hasta, yaklaşık bir yıl kadar önce pencerenin önünde ciddi bir kriz eşiğindeyken, üç iri-yarı hastabakıcıyla Doktor Ozan’ın yanına getirilmişti. Hastanın bilinç düzeyindeki değişikliği fark eden Doktor Ozan’ın kendinden emin tavırlarıyla hastayı yatıştırıcılarla uyutmak yerine uyanık kalması için çaba harcaması hasta bakıcıları biraz kızdırırken, projenin temel varsayımının başlangıcı olmuştu. Ahmet Veli’nin ağlama krizine, Doktor Ozan’ın omuzu destek olmuş, Ahmet içine sıkışan cümleleri: “Sonbahar, hep sonbaharlardı beni yıkan. Neden ben? Neden bu kadar çaresiz? Kendimi kendimle bırakabildiğim tek anımı da siz bozdunuz. Kimsiniz siz?” diyerek, isteksizce dile getirmişti. Doktor Ozan’ın ilgisini çeken iki soru, sorulmamış cümle, her şeyi açıklıyordu sanki: “Sonbahar, hep sonbaharlardı beni yıkan. Kendimi kendimle bırakabildiğim tek anımı da siz bozdunuz.” Olabilir miydi? Denenmemiş ve kanıtlaması zordu. Riskliydi de ayrıca! Geri besleme açık değildi. Depresyonu tetiklediği kesindi. Fakat o zamana kadar hiç iletişim kurmayan bir hasta dile gelmişti. Hatta , neredeyse anlaşılması o an imkânsız cevapları verilmek zorunda bırakacak sorular sorulmasını sağlamıştı. Doktor Ozan, Ahmet’in kararlı bir şekilde uzaklaştırma çabalarına maruz kalırken, beyni fırtına şiddetinde cevapları, yapılması gerekenleri tarıyordu. Ahmet kol kaslarının sadece görüntüde olmadığını, güç kullanmaya da yaradığını gösterircesine Doktor Ozan’ı ittikten sonra, doktor ilk geri belsemini vermek için ağzını açtı. “Ahmet, ben Doktor Ozan. Seni burada iki seneye yakındır misafir ediyoruz. Misafirliğin sırasında sana yardımcı olmak da benim görevim. Bu nedenle beni itmeyi bırakıp, konuşmama izin verirsen sevinirim. Seninle haftada en çok iki kez yalnız olarak görüşüyoruz. Sen bugüne kadar bunların farkına varacak halde değildin. Bugün tam anlamıyla buradasın ve bu da benim için çok güzel bir durum. Sen kendinle zaman geçirmekten söz ettin az önce, eğer bunu istiyorsan, söylemen yeterli. Benimle on dakikayı geçmeyecek bir sohbet sonrası istediğini yapmakta özgürsün. Benimle konuşmak istemiyorsan, hoşuma gitmeyerek de olsa, saygı duyacağımı bilmeni isterim.” dedi ve sustu. Ahmet çok tanıdık olan odada nelerin dikkatini çektiğini ve bunları nereden bildiğini bulmaya çalıştı. Gözleri bir o yana bir bu yana gezinip dururken, doktorun izlemesi rahatsızlık verse de, merakına engel olamıyordu. Sanki kafasındaki koca bir barajın duvarları yıkılmış, sorular sel gibi bütün hücrelerine akıyordu. Cevabı İmkânsız gibi gelen sayısız soru dolaşıyordu kafasında. “Doktorun dediği doğru olabilir miydi? İki seneye yakın bir süre, buradayım ama hatırlamıyorum. Nasıl olabilir bu? Neden evimde değilim ve ayaklarımın durumu bu kadar kötü değilken, ne zaman bu hale geldiler? Ben yürüme derslerine gidiyordum. Doktorum ihtimallerden söz ediyordu. Son bir filmin sonucu alınacak ve kesin karar verilecekti. Ne oldu da bu sonuç bile gelmeden, beni buraya mı tıktılar? Yürümeyeyim diye mi yaptılar? …” Ahmet ne diyeceğini ve neler yapması gerektiğini bulmaya çalışıyor, ama hiçbir nedenle bu soruları konuşmak bile istemiyordu. Karşısındaki adam yabancıydı. Tanımıyordu. Bu odaya belki daha önce de gelmişti, fakat bu adamı hiç hatırlamıyordu. Nasıl olabilirdi bu? Acaba bir filmin içine girmişti de haberi mi yoktu veya tatsız bir kamera şakası olabilir miydi? Konuşmak için ağzını her açtığında doktorun -ki kendisini öyle tanıtmış ve üzerinde beyaz önlüğü vardı, yoksa ona doktor bile demeyecekti- ilk sözcüklerini söyleyen bebeğin ne dediğini kaçırmamak veya bir hayvanın yeni keşfedilmesinden sonra ilk hareketlerini izleyip, seslerini duymak için sabırsızlanan kâşif misali, heyecanlı bir tavır sergilemesi binlerce soruyu peşinden getiriyordu. Yoruluyor, gözlerini isteksiz bir şekilde daha fazla kırpmaya başlıyordu. Konuşmak, binlerce sorunun cevabını bir seferde almak, binlercesini daha sorarken yine öğrenmek istiyordu. Ama artık o kadar genç ve enerjik hissetmiyordu kendisini. Sanki vücuduna sözü geçmiyordu. Gözleri giderek ağırlaştıkça bilincin yerini bilinç dışı doldurmaya, her bulduğu soru kaybolmaya, kendisini üzerinden bin tank geçmiş gibi hissetmeye başlamıştı. Kendine gelmek, uyumamak için silkindi yerinden. Daha çok durmak istedi ama bir türlü başaramıyordu. Uyanık kalamıyor, anlatamıyor, konuşamıyordu. Oysa konuşması gerektiğini kendisi de biliyordu. Olmadı. İlk defa kendini bu kadar çıplak, çaresiz ve bu kadar huzurlu hissediyordu. Gözlerinin kapanmasından hemen önce ufak bir sinir krizi daha geçirdi ve ağlamaya başladı. Doktor Ozan rahatlaması için bıraktı. Son gözyaşları düşmeden önce, uyku ile uyanıklık arasında gözleri kapalıyken birkaç cümle daha mırıldandı. Doktor Ozan bu cümleleri duyunca, gerçekten şok geçirmemek için kendini zor tuttu. Bütün sihri bir anda çözmüştü. Sanki yıllardır kovaladığı suçlu, bir anda teslim olmuşçasına bir sevinç geçirdi. Düşündü. Hiç yaklaşılmamış bir yönü, bu kadar basit, bu kadar göz önündeyken nasıl kaçırmıştı. “Daha önce de benzer durumlar yaşamış mıydım?” diye aklından geçerken, Ahmet tekerlekli sandalyeden düşecek gibi oldu. Hemen hastabakıcıları çağırdı. Ahmet’i rahat ettirebilecekleri bir yere, uyanmadan götürmelerini istedi. Özellikle yalnız olabileceği bir odada ve gözlem altında tutulmasını söyledi. Onun bu gözlemden haberi olmamasına da özenle dikkat etmelerini istedikten sonra, hastabakıcılar Ahmet’i odadan çıkardılar. Doktor Ozan ne yapması gerektiğini bulamadan, odayı geri geri masasının olduğu yere doğru adımlamaya başladı. Kaba etleri masaya değdiği anda irkildi. Masasının olduğu yerde, bulunduğuna bile sevinmeye başladı. Yani bu bir rüya değildi. Hızlı hareket ederek masanın arkasına geçti ve yaşadıklarını bilgisayarında yazmaya başladı. Tek kelime atlamadan bütün olayları konuşmaları kelimesi kelimesine yazdı. Hatta biraz abartılarak yazarken, nefes bile almadı denilebilir. Yaklaşık yarım saat süren bu kaydetme işlemi biter bitmez derin bir nefes aldı, kollarını ensesinde birleştirdi ve koltuğunun arkasına iyice yaslandı. Geriye doğru yatan koltuk bakışlarını bilgisayardan tavana çevirdiğinde, derin bir nefes daha aldı. Bu derin nefes, onu o kadar kendine getirmişti ki, bırakmak için bile beklemeden, koltuğundan atladı. Gramofonun yanında durdu. Unutulmaya başlanan eski şarkılardan birinin ilk notalarıyla, müziği içinde hissederek, kendine bir kahve hazırladı. İlk şarkı, kafasındaki düşüncelerle yolculuk yaparken, kahvesi hazırdı. Kupasını aldı, ikinci şarkı duyulmadan geri dönüp gramofonun yanına gitti. İğnesini en başa, birinci şarkıya getirip yavaşça bıraktı. Koltuğuna dönüp pencereye çevirdi ve dışarıdaki tombul damlacıklarla yeri ıslatan yağmura dikti gözlerini. Düşündü, düşündü, düşündü… Ahmet bu olaydan sonra sıkı bir terapi sürecine girdi ve kısa süre sonra taburcu edildi. Yaşamında güzel yerlere gelse de, hiçbir zaman eski Ahmet olamadı. Bu gerçeği bir kendi, bir Doktor Ozan, bir de sonbaharlar bildi…(2. bölüm)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Deniz Erdal Kaya, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |