Bu kitap çok gerekli bir açığı dolduruyor. -Moses Hadas |
|
||||||||||
|
Huzur ve mutluluk ayrı ayrı şeylerdir. Huzur; sükunet, ağız tadı gibi yaşamın aranan birer gerçeği olan kavramlarla ifade edilebilirken, mutluluk ondan çok daha farklıdır. Huzur da mutluluk da hiçbir zaman bir diğeri için garanti vermez insana. Küçük şeylerle mutlu olabildiğini söyleyen insanların yaşadığı, mutluluktan ziyade bir iç huzurudur. Gerçek mutluluk; genelde acının kol gezdiği, çilenin, ıstırabın, kederin ve hasretin en uç noktalarda yaşandığı ilişkilerin bir getirisidir. Kolay elde edilemez o... Ve kıymetli nesnenin olduğu gibi mutluluğunda bedeli ağırdır. Ve her beden, her yürek bu yükü kaldıramaz. Önce ‘azla yetinmemeyi’ sonra gizemli ve tehlike dolu bilinmezlere doğru yelken açacak cesareti üzerinde barındırmayı gerektirir. Bir çok şeyde olduğu gibi, istemekle başlayan bu süreç, insanın ‘insan’ olduğunun farkına varmasıyla gelişme kaydeder. Mevla’nın kuluna ‘lütfu’ denilebilecek bir yazgıyla, kişi karşısına çıkarılan ruh eşi ile tanışır. Yüreği kıpır kıpırdır artık o insanın. Anlayabilme ya da kavrayabilme kapasitesince anlamlar yüklenir, eşyalara, mekanlara ve olaylara... Ve her şeye bir kutsaliyet kazandırılır. Birlikte dinlenilen bir şarkı, beraber yenen ilk yemek, sonraki günlerin detaylarını belirlediği gibi, ölümsüz aşkların, ömür boyu unutulmayan film karelerini de oluşturur. Nedensiz ve niçinsiz bir dünyadır bu hayat tarzı. Seven, sadece sever... Şeksiz, şüphesiz, ‘her şeye rağmen’ sever... Bir müddet sonra birinin çektiği acıyı diğeri de hissetmeye başlar. O kederliyse diğeri de kederlenir. Kederle birlikte neşede paylaşılır. Ve kimin teselliye ihtiyacı varsa, onu diğerinde arar... Aradığını bulamadığı zamanlarda çoktur. ‘Beni neden anlamıyor?’ sorusu sık sık gündeme gelir... Sonrasında seven, görevinin, kendisini değil, sevdiğini mutlu etmek olduğunun farkına varır. Öyle içten davranışlar sergilemeye başlar ki seven insan, beklemedik anda, beklemedik yerde olmalar, umulmayan zamanlarda aramalar... İlgilisinin dahi hatırlayamadığı özel günleri hatırlama ve özel bir şeyler yapma çabası alır başını gider. Lakin sevdiğinden ya azar işitir böyle zamanlarda, ya da ‘aman sende’ tarzında ilgisizlik görür. Bu kez kendine kahretmeye başlar. Damarlarının ve kaslarının sinirden kaskatı kesildiği günler yaşar. Sara nöbetlerinden daha beter nöbetler bekler aşığın yüreğini. Bağırmak istese sesi çıkmaz, ağlamak istediğinde ağlayamaz... ‘Ben neyi yanlış yapıyorum?’ sorusu, bazı şeylerin mesafe alabilmesi için zamana ihtiyacı olduğunu öğrenmesine vesile olur. Olduğu gibi kabullenmekten ve sabretmekten başka çaresi olmadığını görür. Bir müddet sonra , çok alakadar olduğu, her şeyini düşündüğü kişinin kendisinden uzaklaşma arzusuyla karşılaşır. Ve anlar ki, sevdiğini mutlu etmeye tek başına bir sevgi de yetmemektedir. Bu kez sevginin önüne ‘saygı’ yı da koyması gerektiğini kavrar. O’na, fikirlerine, yaşam tarzına, kılık-kıyafetine ve her şeyine saygı... Sevgi de olduğu gibi, hesapsız kitapsız bir saygı olmalıdır bu... Bazen de kıskançlık duyguları kabarır seven insanda. Sevdiğini bütün insanlardan kıskanır. Ve bu kıskançlığı elinde olmayacak şekilde dışa vurmaya başlar. Sevilen öyle olmadığını anlatmak ister ama, nasıl ifade edeceğini bilemez ve seveni kendi kafasında kurduklarıyla baş başa bırakır... Bu aşamada devreye giren düşünme dönemiyle birlikte seven, sevgi ve saygısının yanına bir de ‘güven’ duygusunu yerleştirmesi gerektiğinin farkına varır. Güven... En azından kendisine güvenilmesi gerektiği kadar güven... Sevginin emek verene ait olduğu ortaya çıkar bir müddet sonra... Sahiplenme duygusu yerini hak teslimine bırakır. Kimsenin diğerine muhtaç ya da mahkum olmadığı bir anlayış hakim olur ilişkiye. Anlaşmak için konuşmaya bile gerek kalmaz. Telefondaki ses bile verir insanı ele. Ne dert gizlenebilir. Ne neşe saklanabilir. Her şey ama her şey paylaşılır. Gözler karşı karşıya geldiğinde ise sevgi pompalar yüreklere... Koşulsuz sevgi, sınırsız sabır, sonsuz saygı ve sonuna dek güven mefhumlarının olgunlaştırdığı ilişki de, karşılıklı iki insanın tüm inanç ve değerleri birbirlerini beslemeye başlar. Ben- sen yerine “biz” kavramı konulur. Tek beden ve tek ruhta bütünleşmeye doğru yol alırlar. Bir elmanın iki yarısı gibidirler. Ne birisi bir adım önde, ne diğeri bir adım geridedir. Hep eşit, hep yan yana, can cana... Mutluluk; sınırsız saadet veya çıkar ilişkisi değildir. Mutluluk; paparazzi kültürünün dayatmaya çalıştığı, birbirinden faydalanmaya dayalı bir ilişki de değildir. Mutluluk; bir gülü dalından koparma hadisesi ya da kokladıktan sonra beğenirsem severim anlayışı da değildir. Mutluluk; karşılık beklemeden yapılan iyilik gibidir. Sevilenin, sahip olunsun olunmasın, her şart altında mutluluğunu isteme ve o yönde çaba sarf etmektir. Mutluluk; Ateştir.. Kahırdır... Azaptır...Istıraptır.. Çiledir... Belki de ömür boyu sürecek bir hasrettir... Kısacası mutluluk zordur. Ve ancak zora talip olanlar mutlu olmak hakkına sahiptirler...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mümtaz Beğen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |