Umutlar, tersine çevrilmiş anılardır. -Anonim |
|
||||||||||
|
Bayramlarımız vardı eskiden, şimdilerde tatil fırsatı olarak değerlendirilen, bir çok güzelliğin yanı sıra özellikle büyükleri ziyaretin ve hayır dua almanın vesilesi olan dini bayramlar. Ve başta sınıfımız, okulumuz olmak üzere dört bir yanı bayraklar ve balonlarla süslediğimiz ve çocukluğumuza aldırmadan, kendimizi Atatürk’ün hitabesine muhatap gördüğümüz, milli heyecanı had safhada yaşadığımız, milli bayramlarımız! Şimdi bir de günlerimiz var. Çoğu yakın zaman önce icat olunan ve özellikle yeni nesil arasında hızla yaygınlaşan günlerimiz. Doğum günü, evlilik yıldönümü, anneler günü, babalar günü, sevgililer günü ve dünya kadınlar günü. Ve ismini burada sayamadığımız, dini, içtimai, mesleki bir çok “özel gün” daha var şimdi hayatımızda. Hatırlanmak, aranmak, sorulup sual edilmek güzel şey doğrusu. Bir telefon, üzerine iki satır yazı karalanmış bir kartpostal ya da şimdilerin moda iletişim araçlarından mesaj, e-posta yahut elektronik kartpostal. Şekil ve cins önemli değil zaten burada. Önemli olan ihtiva ettiği içerik, mânâ. Mühim olan hatırlamak ve hatırlanmak. Maddi bir değer taşımasa bile, bu özel günün anısına hediye vermek de alan için olduğu kadar veren içinde bir haz vesilesidir aslında. Önce insanız, sonra kadın- erkek, evlat- ata, ağabey- kardeş, karı- koca, arkadaş- dost, yada can ve cânan. Hepimiz birer nefis taşıyoruz ve kimse unutulmayı istemez şüphesiz. Her türden ilişkide saygı ve hoşgörünün temel şart kabul edildiği günümüzde, sevgiyi, arkadaşlığı ve dostluğu besleyen en önemli insani tavrın vefâ olduğunu, söylemeye gerek yok sanırım. Bu “özel gün” uygulamalarına “her gün özeldir” düşüncesiyle karşı koyanların da olmasına rağmen, “özel gün” kaygısını günler öncesinden duyanların varlığı da bir gerçek. Bu tür alışkanlıklar toplum hayatında kendiliğinden yer eden sosyolojik hadiselerdir. Geliştirilmeleri ve çeşitlendirilmeleri zamanla mümkün olsa bile, yok sayılmaları, böylesi davranış biçimlerini ortadan kaldırmaya yetmiyor… Yeri gelmişken, yakın zaman önce yaşanmış bir olayı aktarmaya çalışacağım. Sanatsal bir faaliyet için Ege yöresinde bulunan bir sanatçımıza, şöyle bir ricada bulunurlar; - “Yeni evli bir çift var. Eşiyle aralarında bir anlaşmazlık doğmuş. Zahmet edip konuşursanız, belki bir faydanız dokunur.” - “Hay hay, başımızın üstüne, üzerimize düşen bir şey varsa yaparız elbet” diyerek, görüşmeyi kabul eder. Ve tek tek görüşür ikisi de öğretmen olan genç çiftle. Genç hanıma eşinden duyduğu rahatsızlığın sebebini sorar; - “Biliyor musun ağabey, ne doğum günü, ne evlilik yıldönümü, bana hiç bir özel günde bir demet gül almadı” demiş genç kadın. Gülmüş bizimkisi; - “Hadi oradan canım, insan hiç böyle bir kusur için eşine küser mi?” demiş, işi tatlıya bağlayabilmek için. Ve görüşmeler neticesinde yumuşama sağlanmış. Kırgınlık ve dargınlık ortadan kaldırılmış… Daha sonra olayın gerçekleştiği şehirden ayrılmış bu olayın hem tanığı hem de hakemi olan sanatçımız. İki kenarında bahçelerin sıralandığı şehirler arası yolda seyir halinde iken canı elma çekmiş bu kez. Çalışan insanlar gördüğü bir bahçenin önüne çekmiş arabasını.Ve selam vermiş, eşinin bahçeden toplayıp getirdiği elmaları kamyonetine yerleştirmekle meşgul olan genç adama. Ardından; - “Biraz elma almak istiyorum, bana elma satar mısınız?” diye sormuş.. - “Buyur ağbi istediğin kadar al, ye!..” şeklinde cevaplamış bahçenin sahibi. Neticede bir yandan satın alacağı elmayı bir kaba doldururken diğer yandan da bahçe sahibi ile sohbete koyulmuşlar. Bu arada hızlı adımlarla yanlarına gelen, çalışmaktan duyduğu zevk her halinden belli olan, yüzü güleç, genç hanımında halini hatırını sormuş bizimki. Ve birden, “Eşim bana hiç gül almadı” bahanesiyle yuvasında kırgınlık yaratan bayan gelmiş aklına. Şaka yollu sormuş, genç köylü kadına; - “Kocan sana hiç gül aldı mı?” Genç kadın utangaç, genç kadın mahcup… Nasıl cevap verecek bilmemektedir bu soruya. Alışkın değildir, böyle bir mevzuda, hele hele de yabancı bir erkekle konuşmaya. Başı öne eğik, heyecanlıdır. Sesi titriyordur; - “Ben gülü nidem ağabey?” Sonra hafiften kaldırır başını ve gözüyle kocasını işaret ederek, “O’nun elinin değdiği kuru çalı gül oluyor…” der… Bu yazıyı bu özel günlerin ne savunucusu nede karşı çıkanı sıfatıyla kaleme aldım. Sadece özelliğin ve güzelliğin farkına varılmasını gâye edindim. Ömür bizim, yürek bizim, gün bizim günümüz. Özellerimizde bizim özelimiz… Kıymetini bilmesek bile… Mümtaz Beğen
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mümtaz Beğen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |