Gençliğinde müzik öğrenen, felsefeyi daha iyi anlar. -Platon |
|
||||||||||
|
Yağmurlu bir gecede , köprü üstündeki adam kendini boşluğa bırakıp düşerken ona eşlik eden bir yağmur damlasına takılır bezgin gözleri . O düşene kadar eşlik eder ona yağmur damlası . “Korkma sonuna kadar yanındayım , bundan sonra hiç yalnız kalmayacaksın.“ Yağmurun ona gülümsediğini sanıp mutlu olur bir an için ama neon ışıklarıyla parıldayıp yağmur damlasından yansıyan kendi yüzüdür gördüğü . Düşerken yüzüne vuran rüzgarla gözünden bir damla yaş süzülür , sevinçten . Asfalta çakıldığında ondan geriye kalan yüzündeki gülümseme ve gözünden akan bir damla yaşam sevincidir yağmura karışan. * * * * * * Dedem, Balkan Savaşı’ndan kaçan askerlerden biriydi. 1912 Kasım’ının öldürücü soğuğunda kendisi gibi kaçak bir Osmanlı kafilesiyle kapağı Amerika’ya atmıştı . Kısacası kıçını kurtarmayı başarmıştı . Bundan yıllar sonra ise ülkedeki rejim değişiminin ardından kendisinin Kafkas kökenli olması ve buna müteakip Enver Paşa’nın dostlarından birisi olduğu gerekçesiyle babam da babasının ardından Amerika’nın yolunu tutmaya mecbur bırakılmıştı . New York limanına yanaşan gemiden inen uzun boylu kaytan bıyıklı adam 24 Ekim 1929 Kara Perşembe’sinde elindeki küçük valizle Queens’in arka sokaklarına daldı . Sonrası ise bilinmiyor , babam kayıp . Rusya’dan,Türkiye oradan Afrika ve son olarak Amerika’ya uzanan dört kıtalık göç öyküsü Queens’te son buluyor . Ailede babayı aramak için bir çaba sarf edilmedi . Elinden hiç eksik etmediği votkası ,müstehcen şakaları ve şen kahkahası ile yitip gittiği söyleniyor . Ben o sıralarda henüz bir ya da iki yaşlarında çok sık altını ıslatan bir adamdım . Babama dair bildiklerim çevremden duyduklarımdır . Babamdan sonra ailenin başına gelenler ise bir dizi garip tesadüf ve ürkütücü bir alınyazısının işbirliğiyle meydana getirdiği trajik bir öyküden ibaret . Soyumuzun her neslinden bir kişi; tuhaf , bazen ürkütücü , ama çoğunlukla işe yaramaz bir doğaüstü yetenekle doğar . Bu nesle rasgelen o tuhaf hikaye ise bana ait. Babamın kaybından sonra doğuştan kazanılmış olmasa da çeşitli tuhaf yetenekleri olan aile fertleri bu yeteneklerinin para getireceği tek yer olan bir gösteri sirkine katılmaya karar verdiler. Dedemin bir yeteneği olduğu herkesçe biliniyordu fakat dedem bu yeteneğini ömrü boyunca bir sır olarak saklamayı başardı . Ailede ondan sonraki yetenek ise anneme aitti . Annem son derece alımlı , hoş bir bayandı . Güzelliği insanlarda serinlik hissi uyandırırdı . Çevresindeki bekarlar onu dul olduğuna inandırmak için epeyce çaba sarf etmelerine karşın o babamın bir gün döneceğine olan inancını hiçbir zaman kaybetmedi . Sakallı kadınlar bildiğimiz bir dünya için sıra dışı bir durum teşkil etse de gösteri dünyasında sık rastlanan bir vakaydı ve pek rağbet gördüğü söylenemezdi . Fakat annemi diğerlerinden ayıran farklı bir özelliği mevcuttu . Mentollü sakız çiğnediği taktirde sakalları muazzam bir hızla uzuyordu . Birkaç dakika içerisinde dizlerinin altına kadar inen altın sarısı sakallar izleyicilerin gözlerini fal taşı gibi açmasına sebep oluyor ve öylesi bir güzelliğin böylesi bir lanetle doğmasının seyrine gözleri doymuyordu . II .Dünya Savaşı’nın başladığı yıllara değin bir çok gezici sirke katıldık . Asya ve Avrupa’nın bir çok şehrini gezme fırsatımız olmuştu . Benim henüz keşfedilmiş bir yeteneğim yoktu . Hatta oldukça yeteneksiz olduğum bile söylenebilir . Lobut çevirme , ip cambazlığı , palyaçoluk gibi bir çok alanda denenmeme karşın tüm hocalarımın ortak görüşü benim beş para etmez bir çocuk olduğum yönündeydi . Kafileyle birlikte oradan oraya taşınan bir valizden farkım yoktu . Bir çok aile ferdi neslimin özel çocuğu olduğuma dair inancını kaybetmişti . Annemin onlara aldırdığı yoktu . Yeteneğimin şimdiye kadar olanların en iyisi olacağını ve benim buna olan inancımı bir gün olsun kaybetmemem gerektiğini söyleyerek beni her zaman yüreklendirdi . Savaş başladıktan sonra ise ülkeden çıkışımız zorlaştı . Para kazanmamız gerekiyordu ama halkın sirk gösterisine verecek parası yoktu . Savaşın son yıllarında zor durumda olan ve ülkemizin desteğini isteyen Almanlardan oluşan bir kafile için gösteri şansımız oldu . Bu bizi büyük ölçüde rahatlatacak ,bir süre için rahat nefes almamızı sağlayacaktı ama etkisi tahminimde çok daha büyük çaplı oldu. Gösteriye gelen Almanların arasında müttefikleri olan Japonlardan da oluşan küçük bir grup vardı . Çoğunluğu Alman Nazilerden oluşan grup gösteriyi büyük bir ilgiyle izledi . Japon grubun içerisindeki bir subayın ilgisi ise yalnızca annemin üzerindeydi . Gösteriden sonra karavanımızı bir tercüman eşliğinde ziyaret etti . Anneme olan ilgisini saklama ihtiyacı duymadan ama kendi kültürünün el verdiği ölçüde ciddi bir tavırla , gösteri yapmamız için bizi kendi ülkesine davet ediyordu . Güvenliğimizin garantisi ve ticari kazancımızın teminatı kendisine aitti. Gösteri yapacağımız Japonya’nın liman şehrine vardığımızda yıl 1945 ve Ağustos ayının ilk günüydü . Gökyüzü açık ve etraf cıvıl cıvıldı . Burada savaştan eser yoktu . Liman bundan 450 yıl önce inşa edilmiş Dejima adlı yapay bir adanın üzerine kurulmuştu . Sokaklar kalabalık ; insanlar ve çocuklar dört bir yanda koşturup duruyorlardı. Mimarisi bizimkilerden çok farklı ; eğimli çatıları olan evler ve tuhaf görünüşlü minyatür ağaçlarla örülü şehir ilk gördüğüm andan itibaren beni büyülemişti . Dejima Sokaklarındaki kalabalığın sanki yalnızca tek bir yüzü vardı ve herkes birbirine benziyordu . Kalacağımız yeri öğrendikten sonra etrafı keşfetmek için izin alıp kendimi dışarı attım . Ellerim ceplerimde , yüreği özgürlükle dolup taşan genç bir delikanlıyken,işte o büyülü gün,hayatımın aşkı Mushishi ile tanışacaktım . Burası küçük bir liman şehri olduğundan keşfim fazla uzun sürmedi.Girip çıkılmadık sokak bırakmadım ve sonunda yorgunluktan bitap düşüp evin yolunu tutarken minik bir patikanın bir orman parkına doğru tırmandığını fark ettim . Yorgun adımlarla patikayı izlerken ağaçların arasında beyaz elbiseli ,kumral , açık tenli ,saçları rüzgarda savrulan benim yaşlarımda bir kızın yerde bir şeyler aradığını fark ettim .Elinde bir şeyler tutuyor ve diğer eliyle toprağı eşeliyordu .O sırada ağaçların arasında bir kıpırtı oldu ve bir grup genç onun etrafını sardı . Ben olduğum yere gizlenip olan biteni izlemekle yetindim . Gençler onu itip kakıyor elinde tuttuğu şeyi bırakmasını istiyorlardı . Daha dikkatli baktığımda elinde tuttuklarının iri , kabuklu ve kıllı bacakları olan böcekler olduğunu fark ettim . Elindekileri bırakmamak için sonuna kadar direndi ama diğerlerinin onu rahat bırakmaya niyeti yoktu . Sonunda aralarından biri çıkıp kızın yüzüne okkalı bir tokat yapıştırdı ve kız yere savruldu . Halen elindekileri bırakmaya niyeti yoktu ama serseriler daha da hırslanmışlardı ve üzerine çullanmaları an meselesiydi . İşte tam o anda öyle bir şey oldu ki herkesin midesi ağzına geldi . Kız elindeki böcekleri tek bir hamlede ağzını açıp boğazına kadar tıktı . Bu manzara karşısında altüst olan çocuklar etrafa kusmuklarını saçarak kaçıştılar ve ağaçların arasında gözden kayboldular. Gizlendiğim yerde kala kalmıştım ve herkes gittikten sonra kızın tüm böcekleri ağzından çıkarışını izledim . O sırada artık kendimi tutamadım ve bende kustum . Sesin geldiği yöne doğru bakıp beni gördü , hemen böcekleri tekrar ağzına atmaya yeltendi ama benim onlardan biri olmadığımı anlayınca vazgeçti . Kızgın ve yorgun bir ifade ile gözlerimin içine baktı ve yerdeki kavanozunu alıp böceklerini içine yerleştirdi ve arkasını dönüp hızla uzaklaştı . Hemen peşinden koşup ona yetiştim ve bildiğim tüm dillerde ona adını sordum . Bir süre sonra durdu ve gözlerimin içine bakarak adını söylemek üzere ağzını açtığında konuşamadı . Ağzına attığı böceklerden biri dilinin üzerine sıçmıştı ve dili tüm ağzını dolduracak kadar şişmişti . Birkaç denemeden sonra vazgeçti ve yine o hırçın ifadesiyle yoluna devam etti . Yol boyunca ona eşlik etmeme ses çıkarmadı hatta bazen yaptığım sakarlıklara güldüğü de oldu . Bazı sorularıma başını sallayarak cevap verdi . Evine vardığımızda yine başıyla beni selamlayarak gülümsedi ve avludan içeriye girip gözden kayboldu . Arkasından bir süre baktım ona . Sonra ellerimi tekrar ceplerime yerleştirip dönüş yolunu tutmuştum ki arkamdan koştuğunu fark ettim . Elinde bir kağıt parçası vardı ve yanıma kadar gelip nefes nefese bir halde kağıdı bana doğru uzattı ve kağıdı elinden almamla birlikte evine doğru koşup gözden kayboldu . Kağıdı açıp baktığımda tek satır bir şey yazıyordu ; Mushishi - Böcek Terbiyecisi . Kağıdı katlayıp cebime yerleştirdim ve türlü hayallerle dolup taşarak yola koyuldum . Yol boyunca Mushishi hiç aklımdan çıkmadı . Zihnimden bağımsız ayaklarım beni şehrin merkezine getirdiğinde başımı yukarı kaldırıp baktım ; o zamana kadar bana hiç bir şey ifade etmeyen bu küçük Japon kentinin adını ilk defa tabelada,bildiğim harflerle gördüm : NAGASAKİ . On gün daha burada kalacaktık ve her gün bir gösterimiz olacaktı . Ama ben artık gösteriyle ilgilenmiyordum . İlgim ve alakam yalnızca tek bir varlık üzerineydi ; Mushishi . O günden sonra her gün orman parkına gittim ve Mushishi’yi gördüm . 1641-1859 yılları arasında ülkenin tek açık limanı olan Dejima Hollanda ile sürekli ticaret halindeydi ve buna bağlı olarak Nagasaki halkının çoğu Felemenkçe biliyordu . Gösteriler için Avrupa’ya yaptığımız bir çok seyahat sırasında Hollanda da uzun zaman geçirdiğimizden az çok bende bu dili biliyordum . Mushishi dünyadaki en son böcek terbiyecisi ailenin tek kızıydı . Böceklerle yapabildikleri inanılmazdı . Her tür böceğin farklı bir yeteneği ve bilinmesi gereken bir dili vardı . Çeşitli akrobatik hareketler yapabilen tespih böcekleri , yapraklara Mushishi’nin istediği desenleri verebilen çekirgeler, çeşitli şekillerde kuleler ve yapılar inşa edebilen uğurböcekleri , istediği zaman düşüp bayılan ya da ölü taklidi yapabilen komedyen örümcekler , insan gibi iki ayağı üzerinde durup tiyatro estetiğiyle hareket eden karıncalar , Mushishi’nin tasarladığı minik enstrümanları çalabilen peygamber develeri , kalabalık gruplar halinde havada istenilen şekilleri oluşturan kara sinekler ve bunun gibi daha bir çok böcek Mushishi’nin maharetiyle yetenek kazanıyordu . Günlerdir çiçek tarlalarında, ırmak kıyılarında ve ağaçların altında Mushishi’nin işine yarayacak böcekleri aramasında ona yardım ediyordum . O da bana işin inceliklerinden bahsediyordu . Yorulunca ağaçların altında pinekliyor ve ondan öğrendiklerimi böceklerin üzerinde deniyordum . Pek başarılı olduğum söylenemezdi . Ayrıca böcekler içgüdüsel bir dürtüyle benden hoşlanmıyorlardı . 6 Ağustos 1945 günü tüm Dünya ve Japon halkı Hiroşima’ya yapılan saldırıyla çalkalandı . Nagasaki’de tedirgin bir bekleyiş hüküm sürüyordu . Japon Başbakanı Kantaro Suzuki’nin haklı gerekçelerle Potsdam Demecini kabul etmemesinin ardından yapılan bu saldırı Dünya’da eşi görülmemiş bir yıkıma neden olmuş ve ilk anda 140.000 kişi buharlaşarak hayatını kaybetmişti. Mushishi ve ben bunları başkalarından dinlemiştik . Ama yarattığımız çift kişilik aleme kendimizi öylesine kaptırmıştık ki Dünya’da olup bitenler sis perdesinin ardındaki bir hayal oyunuydu bizim için . 8 Ağustos akşamı bütün gün dağ bayır, dere tepe dolaşmaktan yorgun düşmüş ve Nagasaki tepelerinde Mushishi’lere ait bir orman kulübesinde dinlenmeye ve geceyi orada geçirmeye karar vermiştik . Dönüş için epey geç olmuş , hava kararmıştı . Ertesi gün beni ve ailemi ülkemize götürecek olan gemi limana yanaşacaktı . Bir anlamda bu gece ; ben ve Mushishi için sondu. Kulübenin çatısı kiaki ağacının sazlarıyla birbirine tutturulmuş , zemini ise tahta döşemeyle kaplı ve tatami hasırıyla süslenmişti . Kağıt kapıları ve eşyasız odaları ; sadeliği ve görsel dinlendiriciliği ile misafirleri uyumaları için yere serilmiş sedirlere davet ediyordu sanki . Yıldızlar gökyüzünde belirdiğinde dudaklarım Mushishi’nin dudaklarını buldular . Kimonosunu üzerinden sıyırıp ellerimi pürüzsüz cildinde gezdirdim . Dudaklarımla vücudundaki tüm eski yara ve ısırıkları buldum. Dilimle hepsini tattım . Sırtüstü sedire uzandığında bir ışık aradım tüm güzelliğini gözlerimle içmek için . Eliyle hafifçe omzuma dokundu . “ Bana bırak,ben hallederim “. Onu kollarıma alıp sardığımda parmaklarıyla döşemeye birkaç kere vurdu ve bilmediğim bir dilde bir şeyler mırıldandı . Hasırın üzerindeki kıpırtıları fark ettiğimde oda aydınlamış ve etrafımız binlerce yanıp sönen ateşböceğiyle çevrilmişti . Aynı dağın zirvesinde, zevkin kutsal çatısında eriyorken dişlerinin arasından kurtulan çığlıkla tüm böcekler havalandı ve odanın içerisi binlerce kanatla alevlendi .
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © namra namra, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |