Yaşamdan korkmayın çocuklar. İyi, doğru bir şey yaptınız mı yaşam öyle güzel ki. - Dostoyevski |
|
||||||||||
|
her gittiğimizde eğer o gece orada olursa(genelde olurdu) masamıza gelir hal hatır sorar, biraz sohbet ederdik. o gecede oradaydı . sanki olacakları bilirmiş gibi çok ilginç bir hikaye anlattı bize. şimdi düşünüyorum da hikayemi daha ilginçti yoksa o gece orada vuku bulan olay mı daha ilginçti karar veremiyorum. her neyse işe o gece olan olayların kısa bir özeti. taksim istiklal caddesi ananın yeri 21:30 bar her zamanki gibi müdavimleri tarafından işgal edilmişti. istiklal caddesinde olduğu gibi bardada, her yaştan, ve her kategoriden insan vardı o gece. kategori diyorum, çünkü bu insanları başka bir ad altında tanımlayamam size. içerisinin halini görünce, ‘‘ oğum bu gece bize burada ekmek yok galiba’’ dedim irfana. o da şöyle bir baktı etrafına. ‘‘ dur bi bekle’’ dedi ve tezgaha doğru ilerledi. bir ara gözden kayboldu irfan. sonra yanında kadir abiyle birlikte çıka geldi. irfan,’’ bak kimi getirdim sana’’ dedi. aslında böyle zorlama muhabbetleri hiç sevmem normalde ama kadir abı güzel insandır. ‘‘ oo kadir abi nasılsın ya’’ diyerekten tokalaşık. ‘‘ sizi sormalı Mahmut bey, bizim yerimiz belli.’’ kadir abiyle epeydir tanışmamıza rağmen; bana adımla hitap etmek istememiştir. bu bey ibaresi yaşa duyulan bir saygıdan değil de, daha çok öğretmen oluşuma duyulan bir saygıdan ileri gelmektedir. bilirsiniz öğretmenlik kutsal meslektir ya ülkemizde. ‘‘ irfan söyledi yer yok diye. bende gelin benim büroda için dedim ona. haydi düş önüme.’’ irfan önde o ardında yürümeye başladılar. ben tereddüt ettim. kalabalıkta içmeyi severim aslında. ‘‘ abı biz başka bir akşam gelsek.’’ dedim. ‘‘ duymamış olayım ‘‘ dedi kadir abı. kaderime razı bir şekilde peşleri sıra girdim tezgahın arkasındaki kapıdan içeriye. odada hoş bir koku vardı. tütsü kokusuydu zannedersem. çikolata aroması vardı. genzime doldu bu koku; sigara içmememe rağmen canım içmek istedi. gariptir. bazen böyle şeyler oluyor insanın yaşamında. benim en sık başıma gelen ise şarkı olayıdır. bazen yolda yürürken, bir arabanın teybinden yükselen şarkının sözleri, müziği, beni alır götürür uzaklara. hiç gitmediğim bir memleketi hatırlarım o an. başka bir alem sarar her yanımı. dedim ya gariptir. kadir abi’nin büro dediği yer basbayağı bir yazıhaneydi. tek farkla, oturmak için sandalye yerine tek kişilik koltuklar vardı. ve bu koltuklar çok rahattı. ‘‘ abı büronda kıyakmış ama ‘‘ kadir abi gülerek baktı bana. irfanın sululuklarına o da benim kadar aşinaydı. biz yerleşirken büroya garsonlardan biri geldi; ‘‘ abi ne getirim’’ diye sordu kadir abiye. kadir abi bize baktı. ‘‘ rakı içeriz değil mi beyler?’’ ‘‘ bana uyar ‘‘ dedim. ‘‘ hay hay’’ dedi irfanda. ‘‘ oğlum donat işe masayı. beylere kebap getir’’ ‘‘ abi hiç gerek yok’’ diyecek oldum ama kadir abı elini havaya kaldırarak susturdu beni. ‘‘ burası benim mekanım, sonra adımızı çıkarır bu geveze irfan, kadir abi bizi aç aç içirdi diye.’’ hep bir ağızdan güldük bu sözlere. aradan yarım saat kadar geçtiğinde masamız krallara layık bir sofraya dönüşmüştü. mezeler, kebaplar, rakılar. bir müddet havadan sudan konuşuk. kadir abide bir tedirginlik var gibi geliyordu bana. yanılmamıştım, biraz sonra baklayı çıkardı ağzından. ‘‘ bu akşam gelmeniz, beni pek şaşırtmadı aslında. geleceğinizi bana biri söyledi. .’’ ‘‘ nasıl yani?’’diye sordu irfan. ‘‘ valla lafa nasıl başlayacağımı bilemiyorum.’’ ‘‘ bizimkilerden birimiydi abı’’ diye sordum. bir an düşündü, ‘‘ sizin arkadaşlarınızın neredeyse hepsini tanırım onlardan birisi değildi.’’ ‘‘ Allah,Allah biz daha bir saat öncesine kadar buraya gelip gelmeyeceğimizi bile bilmezken kim sana bir gün önceden haber vermiş olabilir ki.’’ ben tedirginleşmeye başlamıştım. irfana baktım onun keyfi yerindeydi. rakısını yudumluyor, mezelere yumulmuş bizi dinliyordu. ‘‘ dün akşam saat on ikiye bir kaç dakika vardı. dükkan yarı yarıya doluydu. eskilerden bir arkadaşım beni görmeye gelmişi. onunla sohbet edip eski günleri anıyorduk. içeriye çocuklardan biri geldi, yüzüme baktı telaşlı görünüyordu, ne vardı oğlum dedim. ‘ abi gelip baksan iyi olur’ dedi. hayırdır inşllah deyip kalktım ayağa. bara girdim. bizim barmen Orhan yanıma geldi. ‘‘ abi köşedeki masada yalnız oturan adam, geleli daha yarım saat oldu ama tam on iki duble viskiyi yuvarladı.’ dedi. adama baktım elinde viski bardağı sakin,sakin oturuyordu masasında. sonra bara doğru döndü ve ‘ kadir bey buyurmaz’mısınız ‘ diyerek beni masasına davet etti. bir kere daha hayırdır inşllah diye masaya doğru ilerledim. bir yandan da eski günlerden bir hasım olabilir mi diye adamı incelemeye başladım. yüzü bana hiçbir şey çağrıştırmadı. masaya vardığımda, ‘ lütfen oturun’ diyerek eliyle masasının diğer ucundaki sandalyeyi işret ediyordu. ‘ teşekkür ederim, ama içeride bir arkadaşımı yalnız bıraktım dönmem lazım.’ ‘ arkadaşınız az önce ayrıldı’ dedi. ‘ merak etmeyin şu an halinden çok memnun.’ ‘ ben çıktığını görmedim’ dedim. ‘ Orhan beyden rica ederseniz sizin için kontrol edecektir eminim.’ Orhan’ı yanıma çağırdım, içeri bakması için gönderdim. bir yandan da bu adam benim ve bardakilerin isimlerini nereden biliyor diye düşünüyordum. hala ayaktaydım. adamın yüzünde hiç bir ifade yoktu. inanın bana hiç bir duygu yoktu ifadesinde. bir müddet sonra geldi Orhan. ‘ gitmiş abi’ dedi. ‘sağ ol Orhan’ deyip gönderdim onu. ‘ şimdi oturacak mısınız?’ diye sordu bana. gösterdiği sandalyeye oturdum. ‘ aslında buraya gelerek programı aksattım, yinede olsun dedim kendi kendime, hep iş, iş, iş, nereye kadar. benimde eğlenmeye hakkım yok mu yani. ‘ ‘ sizi tanıyor muyum’ diye sordum. ‘ er geç tanışacaktık’ dedi. ‘namını duydum kadir bey, çok babacan bir insanmışsınız, sizi korkusuz diye biliyor insanlar. bunu öğrenince birden ilgimi çektiniz. hiç korkmaz mısınız kadir bey?’ o an beni neyin dürttüğünü bilmem ama adam bela çıkaracakmış gibi geliyordu ve bende ona ‘ hiç korkmam ‘ dedim. ‘ ne garip değil mi, bende öyleyim. hiçbir şeyden korkmam. genelde insanlar benden korkar. siz benden korkuyor musunuz?’ adamdan hiç hoşlanmamıştım nedense, ondaki bir şey beni tedirgin etmişi. ‘ korkmam mı gerekir’ birden adamın suratındaki ifade değişiverdi. vahşi bir hayvanı andırıyordu, ‘ sorumu yanıtla’ dedi. adeta kükremişi. etrafıma baktım ama kimse adamın kükreyişini duymamış gibiydi. bende sinirlendim, ‘ korkmuyorum ulan’ dedim. benim mekanımda kimse bana posta koyamazdı. ayağa kalktım, ‘ yerine otur ‘ gözlerini gözlerime dikmişti, ne yalan söyleyeyim o an korktum, adamın gözlerinde cehennemi gördüm. oturdum tekrar. ‘ şu an bana ne hissettiğini söyle’ adam kadehine uzandı bir yudum aldı içkisinden. kadeh boşalmıştı. ‘’kimsin sen?’’ diyerek fısıldadım. adamın gözlerin de bir ışık parladı sanki. elindeki bardak kırıldı. avucunun tam ortasında kocaman bir kesik oluştu ve kanıyordu. elini, avucu gözlerime gelecek şekilde havaya kaldırdı. bana inanmayacaksınız ama adamın elindeki yara kendi kendine kapanıyordu. o an kelimenin tam anlamıyla dehşete kapılmıştım. ‘ şimdi ne hissediyorsun’ ‘ korkuyorum’ dedim. ‘ sanırım sana yeni bir deneyim yaşattım. Korkuyu tattın. ’ ‘ evet ‘ dedim. irfan gene yapacağını yaptı ve gülmeye başladı. ‘‘ abi kusura bakma ama sen dün akşam fazla içmişsin.’’ dedi kahkahalar içinde. aslında kadir abının anlattıkları bana da komik geliyordu. böyle bir hikayeyi başka biri anlatsa hadi oradan palavracı derdim ama kadir abiye karşı büyük bir saygım vardı. kadir abiye baktım, irfanın alaycı konuşmasını ve kahkahalarını gayet sakin bir şekilde izlemekteydi. ‘ abi sen onun kusuruna bakma, içince sapıtıyor hıyar’ dedim. söylediklerim irfanı kendine getirmiş olmalı ki, o da durumu düzeltmeye çalıştı. ‘ kadir abı kusura bakma içince her şeye gülen hıyarın tekiyim.’ dedi. ‘ neyse sonuna kadar dinleyin ve bakın neler oluyor.’dedi. bir an için kadir abinin yüzünde insanı ürperten bir ifade sezinlemiştim ama üstünde fazla durmadım. Kadir abi devam etti ‘ gördüklerin aslında basit şeyler. her insanın sahip olabileceği şeyler.’ dedi adam. gözlerine baktım ve o an benden neyi beklediğini anladım. ‘ nasıl?’ soruyu niye sorduğumu kendim bile bilmiyordum. birden ağzımdan çıkıvermişi. ‘ seninle bir anlaşma yapacağız. eğer anlaşmanın sana düşen kısmını kabul eder ve eksiksiz bir şekilde yerine getirirsen; hayal bile edemeyeceğin güçlerle donatırım seni.’ bir süre konuşmadı. ‘ anlaşma nedir?’ diye sordum. ben kendimi kaptırmış hikayeyi dinliyordum; kırılan bardağın sesiyle irkildim. Sesin geldiği yöne bakınca yan koltukta oturan irfanın elindeki bardak yere düşmüştü. irfan donmuş gibi oturuyordu koltukta. bir yandan da bir şeyler mırıldanıyordu. yanına gittim, söylediklerini duyabilmek için kulağımı ağzına yaklaşırdım. ‘ rakı içme’ diyordu. ‘ ondan uzaklaşsan iyi olur ‘ dedi kadir abi. ‘ abi ambulans çağırsak iyi olur’ diye önerdim.’ bu arada kadir abideki değişimi görebiliyordum. yüzünde şeytani bir ifade vardı. ‘ ona hiç bir doktor yardım edemez artık. ‘ duyduklarıma inanamayarak ayakta dikiliyordum. ‘ nasıl yani?’ ‘ önce kısmi felce uğrayan vücut, daha sonra şiddetli ağrılarla kıvranır’ o bunları söylerken irfanda inlemeye başamıştı. ‘ daha sonra kana karışan aşırı miktardaki amphetamine, kanın damarlarda çok hızlı hareket etmesine neden olur. kan bu aşırı hızlı hareketi nedeniyle kalbe fazla basınç uygular ve kalbin patlamasına sebep olur.’ kadir abi bunları söyledikten sonra saatine baktı ve ‘ sanırım şimdi patlamak üzere.’ dedi. o bunu söyledikten sonra irfan öksürerek oturduğu koltuktan yere düştü. yüz üstü yere düşmüştü. ayaklarımın dibinde yatıyordu. eğildim onu sırt üstü çevirdim, hareket etmiyordu. Ağzından köpük şeklinde kan sızıyordu,halı kanla kaplanmıştı. hırsla ayağa kalktım, ‘ hemen bir ambulans çağır’ diye bağırdım. ‘ henüz hikayemi bitirmedim. ‘ söyleyecek bir şey bulamıyordum. irfan yerde can çekişiyordu; buna rağmen kadir abi hikayesini bitiremediğinden yakınıyordu. kapıya doğru hareketlendim ama daha ikinci adımımda olduğum yere yıkılıverdim. irfanı öldüren her neyse benim damarlarımda da dolaşıyordu. sırt üstü düşmüştüm ve kadir abiyi görebiliyordum. saatine baktı yine ‘ tam zamanında, hikayeyi bitirebilmem için hala vakit var. hatırlarsan en son adama anlaşma nedir? diye sormuştum. ‘ ben yerde bir heykel misali kıpırtısız yatıyordum. gözlerimden başka hiç bir uzvumu hareket ettiremiyordum.o hikayesine devam ediyordu bana aldırış etmeden. ‘ adam benden ruhumu istediğini söyledi. bu önce bana korkunç bir fikir gibi geldi. ama o adamın anlattıkları gerçekten akla yatkın geliyordu. ben ölene kadar bekleyecek, sonra ruhumu teslim alacaktı. tabi bana vaad edilen hayat senin veya irfanın hayatı gibi kırılgan bir şey olmayacaktı. her şey çok güzel görünüyordu. ama işin içinde öldürmek fiili girince anlaşmanın maddelerinde ufak değişiklikler yaptık. ona iki kurban verecektim, ona adanmış iki kurban. bundan kurtuluş yoktu. hapse girip uzun yıllar yatacaktım. bunun için hapisten çıktıktan sonraki yüz elli yıl için anlaşık. iki insanı öldürecektim ama onlarca insanın hayal ettiği güçlere sahip olup, onlarcasının hayal ettiği bir yaşantı sürecektim. sence buna değmez mi.?’ yerde yatmış beni kıvrandıracak ağrıların başlamasını beklemeye koyuldum, ama ağrı filan yoktu. Şaşırtıcıydı ama parmaklarımı oynatmaya başlamıştım. kadir abi odayı turlamaya başlamıştı. bir yandan da konuşmaya devam ediyordu. bana sırtını dönmüştü, fırsattan istifade edip ayaklarımın hareket edip etmeyeceğini denedim. ağır da olsa ikisini de oynatabilmeyi başarmıştım. odayı gözlerimle taradım, masanın yanında ucuna demir halka takılmış olan sopayı gördüm. masayla aramda bir, yada iki metre vardı. o yüzünü bana dönmeden ayağa kalkıp sopaya ulaşabilir ve onu alt edebilirdim. ‘ ve birden fark ettim ki her şey benim planladığım gibi gitmeyebilir, o yüzden bunu yanımda getirmeye karar verdim.’ tam harekete geçmiştim ki son sözlerini duydum yarım yamalak ama aldırış etmedim. keşke etseymişim. daha ben sopaya ulaşmadan bana doğru döndü ve elindeki kırık kaleyi gördüm. en son hatırladığım birilerinin beni ambulansa götürürkenki konuşmalarıydı. ‘ bu ülke cinnet geçiriyor’ dedi beni taşıyanlardan birisi. ‘ bırak zevzekliği de işine bak sen’ dedi ötekide... tekrar kendime geldiğimde baş ucumda öğrencilerim duruyordu. hepsinin yüzlerinde merhamet okunuyordu. acımayla karışık merhamet. ziyaretime gelmeleri beni şaşırtmıştı okulda pek sevilmedi餴mi zannederdim. meğer yanılmışım. daha sonra öğrendiğime göre ben uyurken de bazı meslektaşlarım gelmiş ziyaretime. çok duygulandım bunları duyunca. o yatakta hareketsiz yatmama rağmen aldığım her nefes bana verilmiş en büyük armağan gibi geliyordu. rahmetli irfan geldikçe aklıma, iki damla göz yaşı düşerdi gözlerimden. bir tanesi irfanın ölümüne ağıttır; diğeri ise o olaydan kurtulduğum için döktüğüm minnet göz yaşıdır... kadir Abiye gelince, bana ateş ettikten sonra, silahı kafasına dayayıp intihar etmiş. kurşun sol şakağından girip çapraz bir yol izleyerek sağ kaşının ortasından çıkmış. hala hayatta ama hafızasını yitirmiş durumda. beyninin sol ön lobundan bir parçayı alıp götürmüş kurşun. olaya dair hiç bir şeyi hatırlamıyor. beni ve irfanı tanıyor ama o gece olanlara dair en ufak bir bilgisi yok. polislere onun bize o gece anlattığı hikayeyi hiç anlatmadım. bir şekilde bana özel olmasını istedim o hikayenin. nedenini bilmiyorum ama sanırım o hikayenin gerçek olma ihtimali beni çok korkutuyor...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © MEHMET ERHAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |