Müzik söylenemeyeni, ama sessiz de kalınamayanı anlatıyor. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Aynanın karşısında saçlarımı fırçalıyordum. Aklaşmış saçlarım her fırça darbesiyle avuçlarıma iniyordu. Yaşlanmıştım artık. İnsan doğuyor ve göz açıp kapayana kadar yaşlanıp,veda hazırlıklarına başlıyordu. Yanında hiçbir şey olmadan sessizce veda ediyordu. Geride tek bir şey bırakmak bile giderken mutluluk veriyordu. Benim mutluluğumsa oğlumdu. Yirmi iki yaşımdayken eşimle tanıştık. Aramızda derin bir bağ vardı. Üç senelik nişanlılık döneminin ardından evlendik. Birbirmizi çok seviyorduk. Çevremizdekiler ne kadar iyi bir çift olduğumuzu herkese anlatıyordu. Biz de bu mutlu yuvamızı etrafta koşuşturan çocuklarla daha sevgi dolu bir hale getirmek dileğindeydik. Evliliğimizin ilk senesinde hamile kaldım. Bu haberle birlikte hayallerimizde su yüzüne çıktı. Maddi durumumuz oldukça iyiydi. Bebeğimizi en iyi şekilde yetiştirecek imkanlara sahiptik. Onu kolejlerde okutacak ve geleceğe en güzel şekilde hazırlayacaktık. Doktor henüz cinsiyetini söylemese de oğlumuz olacağından çok emindik. Önemli olan sağlıklı olmasıydı elbette kız veya erkek farketmezdi.Dördüncü ayımda bebeğimizin erkek olacağı kesinleşti.Bu haber bizi çok mutlu etti.Eşim bir futbol fanatiğiydi.Oğlunu maçlara götürecek ve ona futbol oynamayı öğretecekti. Benim hayallerimdeyse oğlumun o küçücük ayaklarıyla ilk adımlarını atarken ki halleri vardı. Bebeğim bir yürüsün ona ne ayakkabılar alacağım ben diyordum. Aradan birkaç ay geçmişti. Bizim ufaklık çok hareketliydi. Ama karnımı tekmelemiyordu, benim güzel oğlum annesine kıyamıyordu sanırım. Karnımda iyice büyümüştü, geceleri rahat bir uyku uyuyamaz olmuştum. İsmini ne koyacağımızı düşünüp duruyorduk. Hiçbir isim oğlumuza layık değilmiş gibi geliyordu. Henüz bir isim bulamamamıza rağmen oğlum gece yarısı dünyaya gelmek istediğini duyurdu. Ve böylece sancılarım başladı. Telaş içerisinde hastahaneye geldik. Doktor bebeğimi sezeryan yöntemiyle almaya karar verdi. Nedenini anlayamamıştım. Kontrollere gittiğimiz doktor oğlumun gayet sağlıklı olduğunu söylüyordu. Ben de normal doğum yapmak istiyordum. Ancak doktor sezeryan konusunda ısrarcı olunca karşı çıkmadım. Sancılar içerisindeyken narkozun etkisiyle bayıldım. Uyandığım da ameliyathaneden odama getirildiğimi farkettim. Aradan üç saat geçmiş olmasına rağmen ne eşim ne de bebeğim gelmemişti yanıma. Gelip giden hemşirelere bebeğimin nerede olduğunu soruyordum. Onlar ise bununla bir başka hemşirenin ilgilendiğini söyleyip yanımdan uzaklaşıyorlardı. Neyse ki sonunda eşim bebeğimle odadaydı. Kundağa sarılmış minik ise benim yavrumdu. Kucağıma alıp karnını doyurmaya başladım. Annelik hoş bir histi. Birinin size tamamen muhtaç olduğunu bilmek ne kadar da garipti. Ancak ters giden bir şeyler vardı. Eşim hiç gülmüyor düşünceli düşünceli bana bakıyordu. Kundağın alt kısmında bir boşluk vardı. Bunu farkeder farketmez kundağı açtım. Dünya o an başıma yıkıldı. Oğlumun ayakları yoktu. Hiçbir zaman yürüyemiyecek, top oynayamıyacak ve o güzel ayakkabılardan giyemiyecekti. Benim oğlum bir engelliydi. Ben hala oğlumun özürlü olmasının şokunu yaşarken eşim hiçbir şey yokmuşcasına ellerinden, dudaklarından ve gözlerinden söz ediyor adını ne koymak istediğimi soruyordu. Cevap veremedim. Ben kederle oğluma bakarken eşim adının Demir olmasını istedi.Demir gibi güçlü olacaktı oğlu. Engelli olması hiçbir şeyi değiştirmezdi. Gelecek planlarımızdan bahsediyordu sürekli. Her şey normalmiş gibi konuşmasından nefret ediyordum. Demir hiçbir zaman hayalimizdeki çocuk olmayacaktı, eşim benimle aynı fikirde değildi. Demir altı yaşına gelmişti. Masmavi gözleri, sapsarı saçları vardı. Öyle güzel ve hayat dolu bir çocuktu ki ona hayran oluyordum. Bazen ona şefkatle sarılmama rağmen çoğu zaman ondan kaçıyordum. Bunu neden yaptığımı anlayamıyordum. Ona gerçek bir anne gibi davrandığımda çok mutlu oluyordum ancak garip bir duygu bu mutluluğuma engel oluyor oğlumdan uzaklaşmamı sağlıyordu. Onu her şeyden çok seviyordum. Ama etrafta koşuşturan,top oynayan ve de gıcır gıcır ayakkabılarıyla dolaşan çocukları gördükçe Demir ile arama giren o duygu tüm bedenimi kaplıyordu. Ona karşı soğuk olmama neden oluyordu. Bu duygudan ve kaderimden nefret ediyor bunların acısını ise oğlumdan çıkarıyordum. Eşim ise her şeyi kabullenmiş ve oğlumuza sıkı sıkıya bağlanmıştı. Evimize Demir'in rahat hareket edebileceği sistemler yaptırmıştı. Oğlumuzun doğumundan önceki hayallerini gerçekleştiriyordu.Onu maçlara götürüyor, takım formaları alıyor ve her türlü sosyal faliyetten yararlanmasını sağlıyordu. Bazen ben de eşimin zoruyla onlara katılıyordum. Onlarla vakit geçirmekten keyif alsamda belli etmiyordum. Bu kayıtsızlığımı anlayamıyordum. Ben bir anneydim onu çok seviyordum ama bunu belli edemiyordum ya da etmemek için elimden geleni yapıyordum. Eşim hem oğlumu hem beni idare edebilmek için uğraşıp duruyordu. Oğlum düzgün bir çocukluk geçiriyordu ve bunun tek nedeni yürekli adam yani babasıydı. Ben ise bazen şefkat dolu bir anne çoğunlukla da bir yabancı olup tutarsız davranışlarımla onun kafasını karıştırmak dışında bir şey yapmıyordum. Oğlum çok güçlü bir çocuktu. Ayaklarının olmayışına ve benim davranışlarıma rağmen mutlu olmayı başarabiliyordu.O gerçekten mükemmel bir çocuktu. Demir artık yedi yaşındaydı.İyi bir kolejde okula başlamıştı .Babasıyla birlikte okula gitmişlerdi, ben sık sık yaptığım gibi onları yalnız bırakmıştım. Bembeyaz gömleği içinde çok yakışıklı görünüyordu. Arabaya binip bana el salladığında o küçücük yüreğinin bunları nasıl kaldırdığını düşünüyordum.Tüm gün kendimle iç çatışmalar yaşamıştım. Neden onu ilk gün yalnız bıraktığımı bilemiyordum. Ama oğluma acıyan gözlerle bakanları gördükçe buna katlanamıyordum. Ve eğer gitseydim yine o gözler ruhumu ve tüm benliğimi tekrar tekrar yaralayacaktı.O günün akşamı oğlum eve gözyaşları içinde döndü. Çocuklar onunla alay etmişlerdi. Çocuklar acımasızdı ve annesi gibi ona acımamışlardı. Babası koştu yardımına, saatlerce konuştu onunla. Bazı sözleri yüreğime dokundu.İşte o sözler: "Oğlum engeller bedenlerde değil kafalardadır. Onlar kafalarında yarattıkları engelleri aşamadıkları için seninle alay ettiler. Ama şunu da sakın unutma insanlar kendi zayıflıklarını örtmek için başkalarını en zayıf noktasından vurmaya çalışır. Arkadaşlarında böyle ama onlara kızma çünkü onlar kafalarında yarattıkları engelleri görebilecek yaşta değil.O olgunluğa erişip de hala engellerini göremeyenler ise engelleriyle yaşamayı öğrenmiştir. " Ben engellerimle yaşamayı öğrenmiştim. Asıl engelli olan bendim. Yeni yeni fark ediyordum. Oğlum okuluna alışmıştı. Arkadaşları onu kabullenmişti artık onunla alay etmiyorlardı. Üstelik derslerinde de başarılıydı. Sınıfında okumayı ilk o sökmüştü. Babasıda ona ödüller verip onu mutlu ediyordu. Birgün Demir ile odada yalnızdık hiç konuşmadan kahramanımızı bekliyorduk. Zil çalmıştı. Ben gidip kapıyı açtım. Kapıda iki polis vardı ve bize eşimin bir trafik kazasında hayatını kaybettiğini söylüyordu. Dünya başıma yıkıldı adeta. Haykırdım günlerce, kaderime lanetler yağdırdım. Hayat amacımız, kahramanımız ve tek aile bağımız bizi bırakıp gitmişti. Oğlum benden daha kötüydü. Canından çok sevdiği babası ölmüştü ve anne olduğunu ara sıra hatırlayan kadınla yalnız kalmıştı şu koca dünyada. Şimdi ne yapacağım diye düşünüp duruyordum. Tek dayanağımız derin bir uykudaydı artık. Oğluma bu kadar acı vermişken ve o, yaşama sevincini korumuşken şimdi onu yaşamla savaşında yalnız bırakamazdım. Kafamdaki engellerden kurtulmam lazımdı. Özürlü ya da değil o benim bebeğimdi. Onu dünyaya ben getirmiştim. Hayatımda ilk kez güçlü olup bir başkasına destek olmalıydım. Yeni bir hayat başlıyordu bizim için. Önce gidip doyasıya sarıldım ona hüngür hüngür ağladık. İkimiz de onu çok özlüyorduk. Ama o gitmişti ve bizim bu yola birlikte devam etmemiz gerekiyordu. Yıllar geçmiş oğlum lise son sınıfa gelmişti. Onca geçen sürede birlikte ne badireler atlatmıştık. Babasının ölümünden sonra aramızdaki buzlar erimeye başlamıştı. Seneler içerisinde ona hem anne hem baba hem de arkadaş oldum. Demir ise benim hayat kaynağım oldu. Yaşamamın tek amacıydı. Çocukluk yılları çok zor geçmedi. Arkadaşları onu canı gönülden seviyor ve onunda oynayabileceği oyunlar oynayarak kendisini yalnız hissetmemesi için ellerinden geleni yapıyorlardı. Ben de onu tiyatrolara, sinemalara ve maçlara götürüyordum. Oğlum bazı zorluklar yaşamıyor değildi. Bazı insanlar kendilerinin de birgün engelli olabileceği ihtimalini unutup hayatı sadece sağlıklılar için oluşturmuşlardı. Tekerlekli sandalyeler için ne bir yol ne de başka bir şey vardı. Ulaşım araçlarını kullanmak çok zor oluyordu. Ama oğlum bu tür problemleri kendine sorun etmiyordu. Kolay geçen çocukluğunun aksine gençlik yılları çok zorlu geçti. Gençler ergenlik döneminde en ufak kusurları gözlerinde büyütürlerdi. Oğlum da ayaklarının olmayışına üzülüyor ve bu kusurunu çok büyütüyordu. Yardım etmeye, destek olmaya ve çözüm üretmeye çalışsam da tepkisi ters yönde olmuştu. Kız ve erkeklerin yakınlaşmaları da başlıyordu bu dönemde. Bu durumda sanırım Demir'i yaralıyordu. Kızların, engelli olduğu için onunla ilgilenmeyeceğini düşünüyordu. Ben de çaresiz kalmıştım. Evladımı ilk kez hayattan böyle soğumuş görüyordum. Onunla konuşma çabalarım hep sonuçsuz kalıyordu. Beni dinlemiyor ve kendisine hakaretler yağdırıyordu. Bu iletişimsizlik beni bitiriyordu. Ve oğlumun gözlerimin önünde yok olup gitmesine izin vermeyecektim. Ona ulaşmanın bir yolu mutlaka olmalıydı. Ben de ona bir mektup yazmaya karar verdim. Gözyaşlarım eşliğinde beyaz sayfalara döktüm anlatmak istediklerimi. Mektubum: " Sevgili Demir, Seni ilk kez engelli olarak görüyorum. Ama ayakların olmadığı için değil. Sen kafanda yaratmış olduğun engelleri aşamamışsın. Oysa ben oğluma hayrandım.O, ayaklarının olmadığını asla hissetmeyecekti. O, dimdik duracaktı hayatta. Ayaklarının üstünde olmasa bile yüreğiyle yapacaktı bunu. Hani bizim hayallerimiz vardı. Bu hayalleri sırf kendi komplekslerin yüzünden reddedemezsin. Bu seni de beni de yıkar çünkü. Ayakların yok belki ama kalbin attığı sürece başarabilirsin. Elleri, ayakları, gözleri ve işitme duyusu olmayan onca insan mucizeler yaratıp hayallerinin peşinden koşmuşlar ve bunu başarmışlar. Bunları beraber kitaplardan okumadık mı? Peki sen neden yapamayacaksın? Benim oğlum kafasında yarattığı engellere takılmamalıydı. Benim oğlum hayallerinin peşini asla bırakmamalıydı. Benim özrüm var deyip kenara çekilmek kolay olandır ama sen zoru başaracaksın. Sen çok güçlü bir çocuksun. " Oğlum bu satırlarımdan sonra düzelme sürecine girdi. Eskisi gibi hayat dolu bir çocuk haline geldi. Kendisiyle dalga geçiyor , hiçbir sosyal etkinliği kaçırmıyordu. Hatta bir kız arkadaşı bile vardı. Oğlumla çok iyi anlaşıyorlardı. Ayaklarının olmayışına aldırdığı yoktu Ahu'nun. O, oğlumun yüreğine aşık olmuştu gerçek sevgi de buydu.Artık liselerinde son seneleriydi. Öğrenci Seçme Sınavı'na son sürat hazırlanıyorlardı. Oğlumla gurur duyuyordum. Dershane listelerinin en başında Demir Özgen yazısını görmek mutluluk kaynağım oluyordu. Demir çok gayretliydi hatta bazı geceler onu test çözerken uyuyup kalmış halde buluyordum. İşte o gün gelmiş ve oğlum ÖSS' yi kazanmıştı. Puanı tıp fakültesine girebilecek kadar yüksek olmasına karşın oğlum rehber öğretmen olmak istiyordu. Çocukluğundan beri hayalini kurduğu meslekti bu. Artık ona ulaşabilecekti. Yaşadığımız şehirde bulunan üniversiteye başvurdu. Sevgiliside aynı üniversitenin çocuk gelişimi bölümü için başvuru yaptı. İkisi de aynı okulu kazanmıştı, kader onları ayırmamıştı. Dört yıllık üniversite sürecini birincilikle tamamlayan oğlumun mezuniyet töreni hala gözlerimin önünde. Sahnedeydi benim güzel oğlum, elinde mikrofonla konuşmaya başladı. " Hayatımdaki üç insan sayesinde buradayım arkadaşlar.Annem, sevgilim ve rahmetli babam... Şunu asla unutmayın kalbiniz attığı sürece ister sakat ister kör ister sağır olun yapabilecek iyi bir şeyiniz mutlaka vardır. Yeter ki siz ben yaparım diyebilin. Ne insanlar var ki kafalarındaki cehalet perdesini kaldıramadıkları için hayatını yaşayamayan işte gerçek engelliler onlar gerçek çaresizlerde onlar. Ben ayaklarımın olmamasına rağmen başardım. Eğer çevrenizde engelli birileri varsa onlara destek olun ve başarabileceklerini söyleyin. İnançlarını asla kaybetmesinler ve hayallerinin peşini bırakmasınlar. " Aynanın karşısında dalıp gitmişim anılara. Ne de çabuk geçmiş onca sene. Demir artık otuz beş yaşında bir baba. Bir engelliler okulunda rehber öğretmenlik yapıyor. Lise aşkı olan Ahu ile on yıllık güzel bir evliliği var. Bir de melis adında dünya tatlısı kızları var. Oğlum mutlu bir yaşam sürüyor. Ben ise yakında eşimin yanına gideceğim. Sonsuzluk denizine giden geminin yakında kalkacağı söyleniyor çünkü. Giden geminin güvertesinden oğluma el sallamak beni korkutmuyor hatta mutluyum. Ayakları olmadan dimdik durabilen bir oğula sahip olduğum için.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © burcu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |