Tarihten öğreniyoruz ki tarihten hiçbir şey öğrenmiyoruz. -Hegel |
|
||||||||||
|
Ellili yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim, saçlarının ortaları iyice açılmış, ve aynı durumdaki her insan gibi, yanlarda kalan saçları özenle geriye doğru taranmıştı. Fazla kiloları,geniş göbeği de olası bir kombinasyondu kafasının tam ortasındaki açıklıkla. Bu özellikleriyle, ilk bakışta, pek de merak uyandıracak bir hali yoktu insanda. Her gün aynı saatlerde ağır ağır girerdi cam kapıdan içeri. Önce şöyle bir bütün masaları süzer ( içerisi bom boş olsa bile yapardı bunu) ,sonra gidip en köşeye, her gün oturduğu, aynı masaya otururdu. Bazen gülerdim kendi kendime. Hangi masaya oturacağını o da biliyordu eminim daha girerken, öyleyse niye “hangi masaya otursam “ bakışları takınıyordu ki içeri girdiğinde. Güldüğümü gizlemeye çalışarak giderdim yanına, alacağım cevabı bildiğim halde,her gün aynı soruyu sormak üzere : “Hoş geldiniz efendim,ne alırsınız?” .Ve artık ezberlediğim cevabı belki yüzüncü kez duyarak ayrılırdım yanından : “Sade bir kahve” .Kahveyi götürdüğümde sigarasını yakmış olurdu. Yanında getirdiği gazetelerden birinin sayfalarına dalıp gitmiş olurdu aynı zamanda. Masanın, gazeteden arta kalan bir köşesine kahveyi bırakıp, usulca çekilirdim köşeme ve devam ederdim onu izlemeye. Evet,izlerdim garipti çünkü hali. Merak ederdim ,neden her gün, bu yaşta bir adam, bir pastahaneye gelir,en aşağı iki saat otururdu ki!?Hem de tek başına!Karısı,çoluğu çocuğu yok muydu bu adamın?! Ya adamın durumu gerçekten çok garipti, ya da ben o kadar sıkılıyordum ki orada dikilirken, tahminler yürütüp duruyordum bu gizemli adamın üzerinden. Her gün farklı bir hikaye yazıyordum kafamda onunla ilgili. Bir gün onun boşanmanın eşiğinde olduğunu düşünüyordum. Mutsuz bir evlilik. Huzursuz bir ev ortamı. Karısının yüzünü bile görmek istemiyor, iş çıkışı saatlerce dışarıda oyalanıyor bu yüzden. Ya da, karısı öldü mü acaba? Karısının ani vefatının ardından bir travma geçiriyordu belki şimdi. Ya da, yoksa çocuğu mu ölmüştü?! Ertesi günü oluyor,yine tam tahmin ettiğim saatte beliriyordu kapıda .Aynı cümleler yine, sade kahveyi masasına bırakıp çekilirken, kafasını önündeki gazeteden kaldırmadan, boğuk bir “sağol” kelimesi duyuluyordu ağzından. Gazetesini okurken saatlerce aynı sayfaya baktığı olurdu bazen. Gazeteye bakar,bakar sonra başını kaldırıp bir kahve daha ister. Sonra gazeteden vazgeçip masaya diker gözlerini, uzun uzun bakardı bomboş masaya. Bu bence de daha mantıklıydı. Gazete açıkken de okuduğunu düşünmüyordum çünkü, okumuyorsa gazetenin açık durmasının da bir anlamı yoktu tabi. Bazen adamın elindeki gazetelerin her gün aynı gazeteler olduğu gibi saçma bir düşünceye kapılıyordum ve kahvesini masaya bırakırken kaçamak bakışlarla gazetenin tarihini yakalamaya çalışıyordum. Hastaydı belki de! Tedavisi olmayan bir hastalığı olduğunu öğrenmişti ve bunu eşine çocuklarına nasıl söyleyeceğini düşünüyordu,kendi ölümünü düşünüyordu belki. Ya da, işten atılmış olabilir miydi? Ailesine bu durumu açıklayamadığı için, her gün işe gider gibi çıkıp çeşitli mekanlarda böyle saatlerce oturarak mesaisini mi doldurmaya çalışıyordu?Yok canım, öyle olsa her gün içtiği kahveleri ödemek için para bulması güç olurdu herhalde. Başka bir şey vardı öyleyse? Ama neydi? Neydi?! Böyle düşünürken, benim gibi garson olan diğer arkadaşım yanıma gelirdi bazen “Ne düşünüyorsun” diyerek. Beynimde dönüp duran öykülerden bahsetmezdim ona. Tanımadığım kel,şişman bir adam hakkında bu kadar tahmin yürüttüğümü duysa deli olduğumu düşünebilirdi çünkü. Yalnızca, “Çok sıkıldım,uykusuzum biraz da .”demeyi yeterli görürdüm.O yanımdan ayrılır ayrılmaz ,tekrar döndürüp durmaya başlardım kafamın içinde, tahmin yürütmelerimi...Sanki bir film seti kurmuştum kafamın içinde. Her gün bir film çekiyordum,baş rol oyuncusu belli, senaryo belirsiz! Durup durup baştan yazıyordum senaryoyu ve tüm çekimi baştan alıyordum. Ve baş kahramanı filmimin, bir gün, altı aylık ömrü kalmış bir hastayı, bir gün karısıyla şiddetli geçimsizliği olan bir kocayı oynarken, başka bir gün evladını yitirmiş acılı bir babayı oynuyordu. Bazen de kimsesi olmadığını düşünüyordum onun hayatta. Orada, bir kızın durmuş,hayatının filmini çektiğinden haberi olmayan adam, yine kafası önünde kalkardı ağır ağır ve kasaya doğru giderdi her gün yaptığı gibi. O kalkar kalkmaz masayı temizleyip küllüğünü boşaltmak için yönelirdim kalktığı yere. Her gün sayardım yine üşenmeden küllükteki sigara izmaritlerini. Biir,ikii, üüç ve evet, yine beş tane sigara içmişti, her zamanki gibi! Bilmeden bunca izlendiğini, arka kapıdan çıkar giderdi yine her zamanki gibi. Merakım, üzüntüye, acımaya döndü günden güne. O kadar zavallı görünüyordu ki adam, gerçekten üzülüyordum onun için. Çok büyük bir derdi vardı besbelli. Yoksa niye her gün gelip, böyle oturup, saatlerce masaya bakarak dursundu ki!?Yürüyüşü bile, o kadar ağırdı ki! Neyse bu derdi, belli yaşama takatini bile alıp götürmüştü ondan! Artık bir tahmin yürütme oyununa dönüşmüştü benim için bu durum. Çok sevdiği bir arkadaşını mı kaybetmişti acaba? Hep buraya mı gelirlerdi o arkadaşıyla hayattayken? Evet, belki de o masada otururlardı birlikte ve şimdi aynı masada tek başına oturup o günleri düşünüyordu. Ya da arkadaşı değilde, eşi miydi kaybettiği, o masada hayaliyle oturduğu!? Neydi,neydi bu adamın derdi!? Yine böyle, acaba öyle mi böyle mi diye diye işin içinden çıkamadığım, zavallı adam deyip acıdığım bir anda, garson arkadaşım belirdi yanımda. “ Yine ne düşünüyorsun? “ diyen kalın sesiyle. Dayanamadım bu sefer, “Şu adama baksana “ dedim, “her gün geliyor buraya aynı saatte,farkında mısın?”. Güldü,” evet” dedi. Şaşırmıştım,bir tek ben farkındayım sanıyordum onun bu gizemli halinin. Demek diğer garsonlarda fark etmişti. Öyleyse merak etmemeleri mümkün değildi!Belki onlarda hikayeler yazmışlardı bu adam üzerine. Belki benimkinde daha iyi tahminleri vardı. Hızla bunları geçirdim aklımdan ve öyle sabırsızlandım ki onların tahminlerini dinlemek için!”Demek farkındasın” dedim.”Ne garip değil mi? Her gün saatlerce düşünüyor böyle. Zavallı adam,yazık, ne derdi var kim bilir?...” Garson arkadaşım önce belli belirsiz gülümsedi,sonra bir anda alaycı bir kahkaha attı. Anlam veremiyordum bu haline.”Neden gülüyorsun?”dedim “Baksana ne kadar zavallı...” “Ne zavallısı,ne yazığı Allah aşkına!” dedi gülerken hala.”Görmüyor musun,körkütük sarhoş adam yine her gün olduğu gibi. Ayakta duramıyor. Pis ayyaş.İş güç yok,her gün akşama kadar yandaki meyhanede içer böyle,sonra da gelir burda kahve üstüne kahve,eve gidince karısından azar yiyecek ya,ayılmaya bakıyor gitmeden! Senelerdir böyledir bu adam,işe yaramaz ayyaş!...”O konuşmaya devam ederken, şaşkınlıkla ve zorlukla “sarhoş mu? “ diye bir soru döküldü dudaklarımdan...Bunu hiç düşünmemiştim...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Betül Yiğin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |