Değişim dışında hiçbir şey sürekli değildir. -Heraklitos |
|
||||||||||
|
Çizgiromandan sinemaya... 1995 yılında Richard Donner’in “Assassins” filmine yazdıkları senaryo ile tanındı Wachowski biraderler. Bu onlar için ilk büyük işti. Daha sonra, 1996’da iki lezbiyenin bir soygun planından oluşan, ilginç bir kara film denemesi “Bound” ile yavaş yavaş isimlerinden söz ettirmeye başladılar. Film zekice yazılmış senaryosu ve ince ince işlenen gerilimli atmosferinin yanı sıra cinsel kimliklere de göndermeler yapmayı ihmal etmiyordu. Bu çıkış filminden sonra ikili, sinema tarihine geçecek olan, Matrix üçlemesini yönetti. Üzerine birçok kitap yazılacak kadar geniş bir konusu ve göndermeleri olan film hakkında fazlaca bir söz etmeye gerek yok sanırım. Genelde daha çok aksiyon sahneleri ve yarattığı ikonalarla anılsa da, ileride anlamını daha iyi bulacağını düşündüğüm bir üçlemeydi. Fazlaca ortalıkta görünmeyi ve fotoğraf çektirmeyi sevmeyen ikilinin son projesi ise, daha önce From Hell ve LXG gibi çizgi romanları sinemaya uyarlanan Alan Moore’un, büyük bir okuyucu kitlesi olan V for Vendetta’sı oldu. Biraderler eseri sinemaya uyarlamak için senaryosunu yazdılar ve yönetmenliği Matrix serisinin görüntü yönetmeni James McTeigue’ye teslim ettiler. Fakat filmde çoğunlukla Wachowski kardeşlerin etkisi hissediliyor. Filme geçmeden önce biraz filme konu olan çizgi romana değinmek lazım. Alan Moore’un yazdığı ve David Lloyd’un illustrasyonlarıyla desteklediği çizgi romanda, ABD’nin başlattığı daha sonra İngiltere’ye de sıçrayan bir savaştan sonra, totaliter rejimin yönetimi altına giren bir halk ve bu baskıcı rejimin kendi oluşturduğu ve daha sonra kendisini bu hale getiren rejimi yıkmayı hedef olarak seçen V’nin hikayesi anlatılıyordu. V’nin hikayesinin dışında, çizgi romanda esas işlenen konu ise, totaliter rejimin baskılarına karşın birey olmak ve totaliter rejimin yarattığı sanal konformizme boyun eğmemek gibi konulara da değiniliyordu. Aynı zamanda bu terörizmin meşruluğunu da sorgulayan bir hikaye. Ve V for Vendette beyazperdede... “Adalet hızlı olacak, dürüst olacak ve merhametsiz olacak…” V for Vendetta, “Hatırla, 5 Kasım’ı hatırla.” sözleriyle açılıyor. Peki 5 Kasım’da ne olmuştu? Filmin açılışında hatırlatılan ve atıfta bulunulan bu tarihin elbette önemli bir yeri vardı. 5 Kasım 1605'ta Guy Fawkes ve arkadaşları İngiliz Parlamentosunu havaya uçurmaya çalışmışlar, ancak yakalanmışlardır. Yakalanan "hainler" idam edilmiştir. Bu günden sonra 5 Kasım İngilizler için bayram haline gelmiştir. Vendetta’da bu olayı kendisine temel alarak, 2035 yılında, V’nin Guy Fawkes’in görevini alarak, Parlamento’yu hava uçurma girişimini anlatıyor. Savaştan sonra oluşan kaos ortamında, Adam Sutler (John Hurt) meydanlara çıkar, ateşli ve milliyetçi konuşmalarıyla halkı kışkırtır. Halkı bu duruma karşı tepkili olmaya ve kendisini desteklemeye çağırır. Kışkırtılan halk daha sonra Sutler’i ve hükümetini destekler ve onu iktidara getirir. Bu aslında bize Hitler dönemini hatırlatır. Sutler ve Hitler isimleri bile birbirlerine çok benzemektedir. İsimler dışında Sutler’in partisinin amblemi ve bayrakları da Hitler’in Nasyonel Sosyalist partisini anımsatır. Sutler’da Hitler gibi savaştan sonra, bir kaos ve umutsuzluk ortamında halkın desteğiyle iktidara gelmiştir. Tıpkı Hitler gibi faşist ve propagandacı bir politikası vardır. Sutler’ın ilk icraatları halkı sindirmek ve anarşizmi engellemek için şiddet kullanmak olur. Tıpkı Hitler dönemindeki toplama kampları gibi, insanları uysallaştırmak ve sisteme uyumlaştırmak için Islah Evleri ve çeşitli kamplar kurulur. Bu kamplarda insanlara işkence yapılması dışında yine Hitler dönemindeki “üstün insan” deneylerine benzer, “ideal insan” deneyleri yapılır. İdeal insan nedir? Sisteme uyum sağlamış, tepkisi en aza indirgenmiş, beyni yıkanmış, olması istenilen bir yaşam formudur. Bu da George Orwell’in eserinden uyarlanan 1984’teki insan formunu akla getirir. Sutler karakterini 1984’teki sisteme karşı gelen ve insan olmayı sürdürebilen Winston karakterini oynayan John Hurt’ün canlandırması da, yine 1984’e bir saygı duruşu niteliğindedir. 100binden fazla insan öldürülmesine rağmen, deneyler istenilen sonucu vermez. Deneyler sonucunda ise yeni bir keşif yapılır. Totaliter rejimin bu hastalıklı deneylerinin tek sonucu, kahramanımız V’dir. Bu deneyler sonucu V, bir nevi Hitler dönemindeki “üstün insana” yakın bir nitelik kazanır. Sutler hükümeti sisteme karşı gelemeyecek, her istenileni yapacak bir insan için çalışmalar yaparken, bu çalışmalar tam tersi bir şekilde sonuçlanır. Böylece V, hayatını mahveden insanlardan intikamını almak için onların yarattıkları sistemi çökertmeyi istemektedir. V aradan geçen zaman içinde kişisel intikamını, Guy Fawkes’un maskesini takarak bir toplumun intikamı haline getirir. Sutler hükümeti insanları baskı altına almak için tıpkı 1984’teki Büyük Birader hükümeti gibi her şeyi en ince ayrıntısına kadar planlamıştır. Geceleri sokağa çıkma yasağı vardır, müzik ve resim yasaktır. Hükümet rastlantısal tarayıcılar, telefon takipleri, retinasal kimlik tespitleri, güvenlik kameraları ve kolluk kuvvetleri gibi son teknolojiyle insanları sürekli denetlemektedir. En ufak bir harekete karşı bile müsamaha yoktur. Bir bölgede ciddi bir olay çıktığında ise o bölge karantinaya alınır ya da yok edebilir. Bu aynı zamanda bize Michel Foucault’un “Hapishanenin Doğuşu” hikayesini de anımsatır. Ortaçağ’da bir yerde veba salgını çıktığında, o bölge karantina altına alınır. Mekansal çerçeveleme yapıldıktan sonra, her mahalle ayrı ayrı bölümlere ayrılır ve yetkililerce denetime tabii tutulur. Bu mahallelerde yaşayanlar, sağlıklı bile olsalar, hiçbir şekilde evlerinden dışarıya çıkamazlar. Temsilciler her gün evleri teker teker denetler. Eğer bu denetimlere karşı çıkılır veya evin dışına çıkılmak istenirse, temsilcilerce öldürülürler. Bu hikaye aslında bize yöneticilerin otoritelerini nasıl daha da mutlak hale getirdiğini, otoriteyi nasıl düzenli ve sürekli hale getirdiklerini gösterir. 1984, Fahrenheit 451 ve son olarak V for Vendetta gibi filmlerde de totaliter rejimin otoritesini görürüz. İnsanlar çeşitli mekanlara hapsedilir, sürekli denetime tabii tutulur, her şey kayıt altına alınır. İktidar her şeyi bilir ve her şeye hakimdir. Bu aynı zamanda “ideal düzen ve yönetim” anlayışının ütopik bir yansımasıdır. Hükümet her türlü eylemi insanların inançlarını sorgulaması olarak görmektedir. İnsanoğlunun en temel gereksinimlerinden biridir; inanç. İnsanlar sürekli bir şeylere inanmak ister. Bu günümüzde olduğu gibi çoğu zaman, onların gerçekleri görmesini, olayları sorgulamasını engelleyici bir perde niteliğine de bürünür. İnsanların kendi istedikleri doğrulara inanmalarını sağlamak içinde, Hitler’in ve Büyük Birader’in totaliter iktidarı, günümüzde ABD’nin de kullandığı gibi medyayı kullanır. Sutler hükümeti adına, bu görevi, eskiden orduları yöneten “kumandan” olan, “Londra’nın Sesi” programının sunucusu ve Hitler’in Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’i andıran, Prothero yapmaktadır. Bu görevi eski bir kumandanın yapması da, savaş araçlarının değişimini gözler önüne sermektedir. Artık fiziksel savaşlar yoktur, bunun yerine hükümet tarafından sanal savaşlar yaratılır. Bu savaşları idare edenlerde medyaya yön veren propagandacılardır. V, mevcut adalet sistemine karşı... V ilk olarak adalet kavramını gündeme getirir. Baskıcı ve faşist hükümetin mevcut adaleti yerine kendi adaletinin hüküm süreceğini de, Adaleti simgeleyen heykeli yıkarak gösterir. Bu sahnede arka planda çalan, coşkuyu, yaşama sevincini, zaferi ve inancı bestelerinde işleyen Tchaikovsky’nin 1812 uvertürü de ayrı bir güzelliktir. V kendi adalet kavramını gösterdikten sonra ilk iş olarak ulusal televizyon kanalına yönelir. Burada yayına müdahale ederek, bir nevi ulusa sesleniş konuşması yapar. Hükümet insanların beyinleri yıkayarak, sanal savaşlar, hastalıklar, terörist eylemler ve uydurma doğal afet haberleri verirken, V bütün bunların arkasında yatan gerçekleri, yine kendi şiirsel üslubuyla ifade eder. Propaganda sayesinde insanların güvenlikli ve huzurlu gibi görünen hayatlarının arkasında aslında, korkunun yattığını vurgular. Bugünde durum aslında farklı değil. Özellikle 11 Eylül’den sonra Amerika’da insanların korkularından faydalanan bir politika egemen oldu. Ulusal güvenlik gerekçesiyle bireysel özgürlükler sınırlandı. İnsanlar daha çok gözetlenir ve aranır oldu. Bir korku kültürü egemen kılındı. Frank Furedi bu kültürün gelişim sürecini şöyle açıklıyor; “Sovyetler Birliği’nin yıkılması ve Çin’deki değişimlerden sonra yükselen “tek kutuplu” neoliberal dalga ve sendikaların, ailelerin ve çeşitli cemaatlerin çözülmesiyle insanlar bireyselleşti belki; ancak yeni dayanışma biçimlerinin yokluğunda bu bireyselleşme, kişiyi özgürleştireceğine iyice çaresiz hale düşürdü.” Çevresinden gittikçe ayrılan, dayanışma süreci sekteye uğratılan bireyin gün geçtikçe kendine güvensizliği de arttı. Aynı zamanda medyada yer alan felaket haberleri bireyi daha da sindirici bir rol oynadı. Radyoaktif felaketler, kimyasal ve nükleer silahlar, depremler, hortumlar, deli dana ve kuş gribi gibi kitlesel çaptaki hastalıklar derken, birey artık kendini sürekli bir tehdit altında hisseder oldu. Hükümetlerde insanların bu korkularından yararlanmak için, bu konuları devamlı göz önünde bulundurarak sürekli sanal tehditler yarattılar. Sutler hükümeti de bu yolla insanları baskı altında tutmayı amaçlıyor. Fakat V, televizyonda yaptığı konuşma ile hükümetin silahını hükümete karşı kullanır. Zulmü, adaletsizliği, insanın bireysel haklarının hiçe sayılmasını ve hükümetin kesintisiz baskısına karşı, V modern insan modelini öne sürer. Düşünen, itiraz eden, kendi kararlarını kendisi veren, düzene uymak zorunda olmayan özgür bir insan modeli çizer. Bütün bunlar olurken V, Evey (Natalie Portman) ile tanışır. Evey’nin ailesi Sutler hükümetine ve baskı rejimine karşı yaptığı eylemlerde, hükümet görevlileri tarafından öldürülmüştür. Politik aktivist bir ailesi olmasına rağmen, ailesinin başına gelenler onu da korkutmuş ve sindirmiştir. O da bu yüzden artık hiçbir şeye karışmaz, diğerleri gibi hayatını sıradan ve güvenlikli bir şekilde sürdürür. V, Evey ile yakınlaşmadan önce, hayatını, kendisini bu hale getirenlerden intikam almaya ve Guy Fawkes’un idealini gerçekleştirmeye adamıştır. Kültürlü, ince ruhlu, zeki ve karizmatik bir karakter olan V, amacına ulaşmak için şiddet kullanmaktan da çekinmez. Bu yüzden de en sevdiği kahraman Monte Cristo Kontu’ndaki Edmond Dantes’tir. Alexandre Dumas’ın bu ölümsüz eserinde de, Edmond Dantes intikam duygusuyla bir değişim sürecine girmektedir. Bu değişim süreci V’nin yaşadığı sürece çok benzer. Filmde iki kez tekrarlanan repliklerden biri de, “Benim kılıcım değil, geçmişindir seni alt eden” sözüdür. Bu repliğin vurgulanması V’nin geçmişinden aldığı gücü, ülküsünü ve hedeflerine bağlılığını da gözler önüne serer. V’nin Evey ile tanışması ve onu özgürlüğüne kavuşturması sonrasında, kendisinde de bir değişim gözlenir. V daha önce kendi kişisel intikamıyla, Fawkes’un ülküsünü aynı doğrultuda değerlendirmiş, eylemlerini buna göre planlamıştır. Evey’nin geçmişini kabullenip, politik açıdan aydınlanması ve bir militana dönüşmesi ve V ile olan sohbetleri, V’de de bir içsel aydınlanma sürecini, daha doğrusu hedeflerini netleştirmesini sağlar. V artık Fawkes’un ülküsünü ve gelecekteki hükümetlere karşı direnişin önderliğini Evey’e bırakır, kendisi kişisel intikamına yoğunlaşır. Bu arada Evey’nin arkadaşı, televizyonda eğlence programları hazırlayan Gordon’da, Sutler’i hicv eden bir program hazırlar. Gordon’ın televizyon şovu aslında bütün durumu özetler niteliktedir. Etkinliği gittikçe azalan Başbakan Sutler’in son çırpınışlarını ve her şeyin arkasında aslında onun olduğunu göstermesi bakımından film içinde bir nevi satirik bir bölümdür. Fakat Sutler, halkı önünde komik duruma düşürülmeyi içine sindiremez. Ve bu olayın sorumlularına karşı gerekenler yapılır. Sutler’ın işlerini gören “Creepy” Creedy tarafından Gordon’ın başına çuval geçirilir ve cezası verilir. Bunlar da aslında, dünyadaki gelişmelere baktığımızda, bize çok tanıdık gelen sahnelerdir. İktidarların eleştiriye ve hicve karşı hiç tahammülleri yoktur. Kendilerinden olmayanları “öteki” ilan ederler ve ötekilerin cezaları da bellidir. Sutler hükümetinde de, Araplar, Müslümanlar ve hükümete karşı gelenler terörist olarak etiketlenir ve teröristlerin kafalarına çuval geçirilerek cezaları verilir. V for Vendetta aslında ele aldığı konular bakımından çok tanıdık ve çok güncel bir filmdir. Yer yer aksiyonun ağırlıkta olduğu bir kara film gibi gözükse de, politik metni her zaman ön planda hikayenin. Filmin finaline geldiğinde V, eylemi şu sözlerle açıklar; “Bina nasıl bir sembolse, onu yıkma eylemi de bir semboldür. Sembollere anlam kazandıran insanlardır. Tek başlarına semboller anlamsızdır ama yeteri kadar insanla bir binayı havaya uçurmak dünyayı değiştirebilir.” V bu eylemiyle dünyayı değiştirmeyi hedeflemese de, insanlara bir umut vermeyi ister. Bu eylem sayesinde, insanların artık kendi istedikleri bir dünya yaratma şansını elde edebileceklerine inanır. Filmin final sahnesi ilk olarak akla, Chuck Palahniuk’un, tüketim kültürüne, güzellik idealine ve toplumsal yaşama sert bir eleştiri getiren romanı Fight Club’ın finalini getirir. Hatırlarsak Fight Club’ın finalinde de, kapitalist ekonominin can damarı olan bankalar hedef alınmıştı. V’de totaliter iktidarın can damarını, yani Parlamento binasını hedef alıyor. Fight Club’tan ayrılan yanı ise, onun kadar agresif olmaması ve ortadaki resme daha geniş bir çerçeveden bakması olarak gösterilebilir. V for Vendetta ile birçok yönden aynı düzlem içinde ilerleyen 1984 filmindeki Winston, sadece kendi varoluşsal sorununu çözmek ve sistemden uzaklaşmak istiyordu, hiçbir şekilde kahramanlığa ve insanlara bir umut olmaya çalışmıyordu. V ise, insanlara bir umut vermeyi düşünürken, aynı zamanda bir de anti-kahraman profili çiziyor. Guy Fawkes’un eyleminden ilham alıyor, insanları kölelikten kurtarmak, özgürlüklerinin önünü açmak ve onlara bir ümit vermek istiyor. Baş karakterlerinin bu özelliği iki filmin arasındaki en keskin ayrım aslında. Yönetmen James McTeigue, iktidarın mevcut yönetimiyle skolastik dönemi hatırlattığı filmde, çoğunlukla düşük kontrastlardaki renk kullanımı ve yarattığı karanlık atmosferle de aslında bir nevi neo-skolastik dönemin mekansal yansımasını gösteriyor. Film sistem eleştirisi şeklinde ilerlerken bir yandan da, V’nin geçmişiyle hesaplaşmasını ve Evey ile yakınlaşmalarını da beraberinde anlatıyor. Filmin diğer sistemi eleştiren filmlerden ayrılan en önemli özelliği de bu zaten. Bu sayede filmin dramatik yapısı da hazırlanıyor ve izleyici üzerindeki etkisi sağlamlaştırılıyor. Anlatılan hikayenin içini doldurmak denen şey bu olsa gerek. Bir hikaye bu kadar geniş ve bu kadar içi dolu bir şekilde anlatılabilir. Her açıdan birçok kez izlenilmesi gereken bir film V for Vendetta. Sadece dünü ve bugünü anlatan değil, geleceğe de ışık tutan bir hikayeye sahip. Kimdi bu adam, Edmond Dantes’di. Ve babamdı. Ve annemdi. Kardeşimdi. Arkadaşımdı. Sendi… Ve bendi. Hepimizdi.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Barış Saydam, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |