"Denemeler"de gördüğüm şeyi Montaigne'de değil, kendimde buluyorum. -Pascal |
|
||||||||||
|
“Her yerde ve hiçbir yerde! Herkesin ve hiç kimsenin kitabı!” Herkese ve her yere, oldukça uzun bir zamandır bu tanımlamaya uyan bir durum sürekli çarpıp durmakta. “Kısa bir ara; şimdi reklâmlar” söylemiyle radyo ve televizyondan gelen bir ses. Anavatanlarından biri olan alışveriş merkezlerinde, yürüyen merdivenlerde bile yürürken tutunmak için elinizi tuttuğunuz yere bile, içinize işlenmek üzere yazılmış davetiye yazılar; belediye otobüslerinde düşmemek için tutundunuz yerlere bile yerleştirilmiş o küçücük yazılarla kulaklarınıza fısıltı şeklinde haykırılan: Al beni! Harca beni! mahiyetli yazılar. Reklâmın terimsel tanımını yapmak gerekirse: Reklam:İnsanları gönüllü olarak belli bir davranışta bulunmaya ikna etmek, belirli bir düşünceye yöneltmek, dikkatlerini bir ürüne hizmete, fikir ve kuruluşa çekmeye çalışmak, onunla ilgili bilgi vermek, ona ilişkin görüş ve tutumlarını değiştirmelerini veya belirli bir görüşü ya da tutumu benimsemelerini sağlamak amacıyla oluşturulan; iletişim araçlarından yer ya da süre satın almak yoluyla sergilenen veya başka biçimlerde çoğaltılıp dağıtılan ve bir ücret karşılığı oluşturulduğu belli olan (diğer bir deyimle parasal destek sağlayan kişi ya da kuruluşların kimliği açık olan) duyuru"dur.(Tanses Gürsoy, Reklam Terimleri ve Kavramları Sözlüğü, I. Basım, İst.: Adam, s.9) Neden bu kadar bir yoğun bir satın alma davetiyle karşı karşıyayız? Neden sürekli harcamak ve tüketmek zorundayız? Neden beş tane elbisemiz olmak zorunda? Bu ve benzeri durumlar nedeniyle kendimizden ne kadar uzaklaştığımızın farkında mıyız? Özgür irademiz ne kadar var? Sürekli maddi harcamalar yapmak için sömürülüyoruz. Geleneksel sömürgecilik anlayışı olan askeri istila ve sömürülen halkların güç kullanılarak köleleştirilmesinin yerine, yeni bir sömürgecilik anlayışı gelişti artık. Bu yeni sömürgecilik anlayışında, sözde ve görünüşte hiçbir zorlama yok! Herkes özgür iradesiyle hareket ediyor! Koşullarda eşitlik olmadan nasıl bir fırsat eşitliği oluyorsa ki uzun bir tartışmaya açık bir konudur bu; hepimiz özgürüz, zira fırsat eşitliği var! Herkes istediğini satın alır, herkes istediğini yer, herkes istediği yerleri gezme hakkına sahip. Tatile gidersiniz ve harcayacağınız zamanın bedelini, bilmem ne kredi kartına 12 taksit yaparak parça parça ödersiniz. İstediğimiz şeyleri yapmak için elimize her türlü imkân veriliyor görüldüğü üzere. İstememek diye bir şansımız yok maalesef. 65 yaşında kaybettiğimiz halk ozanımız Kul Ahmet (Ahmet Kartalkanat): " Gönlümde bir yol var insana gider Varıp hayvanlara köle olmam ben Aslım bir cevherdir bin kıymet eder Gidip karışamam her bir pula ben” Şeklindeki yüreğinden dökülmüş dizeleri, aslında anlatmak istediğim her şeyi içinde barındırıyor. Kapital sömürü düzeni bize bizi unutturdu. Her şeyin tüketim üzerine kurulduğu bu düzen kesinlikle hak ettiği yerde. Değer denilince akla gelen tamamen duygusal olma yerine parasal olmuş durumda. Sevgililer günü, anneler günü gibi özel günler yaratılarak; insanlar birbirlerine olan sevgilerini birbirlerine aldıkları hediyelerle anlatmaya çalışıyor. Ne kadar pahalı hediye alınırsa o kadar çok sevginin olduğu hissine kapılıyor insanlar. Sadece güzel bir söz ya da bir bakış yetmiyor bu yaratılmış özel günlerin hakkını vermek için. Yani bu tür günler tamamen parasal bir eyleme dönüştürülmüş durumda. Kapital sistem, bizim için birtakım harcama kuralları yaratıyor ve sadece yaratmakla da kalmayıp aynı zamanda bize dayatıyor. Duygularımız var; ama onların bir de bedeli var. Yukarıda belirttiğim günlerde ve buna benzer yaratılmış özel, tüzel, bilmem ne günlerinde alışveriş merkezleri dolup taşıyor. Evet sevdiklerinize armağan vermek kesinlikle güzel bir şeydir. Armağan vardır yürek titretir, armağan vardır yürek bahşidir. Ama nedense armağan denilince bir güzel söz bir güzel bakış akla gelmez de, tek taş bir yüzük, en pahalısından alınmış kocaman bir demet çiçek ya da çok şık bir elbise vb. akla gelir. Çünkü günümüzde işleyen ekonomik düzen duygularımıza kısa bir ara verir. Bu kısa aranın süresi ise çaktırılmadan yavaşça artırılır ve bir süre sonra da yok edilir. Artık ortada sözler ve gözler yerine yeşil, turuncu, mor renkli kâğıt paraların hâkimiyeti vardır. Onlar ne derse o olur. Durum bu kadar açık ve nettir. Ama oluşturulmuş bu sistem de kendine göre haklıdır. Her çarkın dönmesi için yaratılması gereken küçük çarklara ihtiyaç vardır. Yoksa çark ne kadar büyük olursa olsun o küçük parçalar olmadan dönmez. Eğer o küçük çarklardan olmak istemezseniz sonunuz bellidir. Yok olmak. Fransız Devrimi ertesinde, Babeuf, devrimin emekçi halk kitlelerine hiçbir şey getirmediğini, yalnızca sömüren sınıfın değiştiğini söylediği vakit Direktuvar hükümeti tarafından idam edilmiştir. Oluşmuş sistem karşıtı her söylem bir “ötekidir” ve yok edilmeye mahkûmdur. Bu kural yüzyıllardır değişmez bir şekilde varlığını sürdürmektedir.. Ey reklâmlar! Kapital sistemin en güzel çarkı! Sen olmasaydın ne yapardık? KİM olurduk?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © hAtİcE gÖk, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |